Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

-14-

ÖLÜMÜ DE KUSACAĞIM - KÜÇÜK İSKENDER

çınar ağaçları ölüm orucunda
hasarat ayaklarımla geldim geceye
bu şehir şimdilik şurda unutulsun
uzun bir bıçak vardı ya avucumda
kendi kendini kanatırdı sessizce

sevdiğim adamın adı: sokak adları
sokak atları ve sokaksız yalnızlığım
içimde tuzlu bir mağma taşırmışcasına
yüzüme geldim yüzümde kuru çam yaprakları
çamlar dediysem inanmanız da gerekmez
pencerelerden sarkıtılan
kaçık erkek çorapları... aaah! ölüm!
zulmettikçe hicvedeceğim seni
içeceğim anasını satayım
kusacağım da! her yere bakan gözlerimle...
tut elimden istanbul!
tut elimden pis orospu!
tut ki elim sana bir mektup gibi kanasın
tut ki elim bir an olsun sıcak
bir an olsun bir sübyan ağlayışı gibi
imzasız kalsın!




KUŞ - MEHMET ATİLLA MARAŞ

Ölüm ve uyku, ölüm ve uyku
hep o suskun kuş
gece gündüz penceremize gelir.

Haberi yok hamam böceğinin
ezilmeden ne bilsin
ölüme yalnız gidilir.

Görmez çok korkulu düş
genç bir ihtiyar
yaşlı bir çocuk
biz istersek her şey sevilir.

Ölüm ve uyku, ölüm ve uyku
hep o suskun kuş
gece gündüz penceremize gelir.



SESSİZ ÖLMELİ-MEHMET ATİLLA MARAŞ

Ve çıkıp gelmelisin, rüyalardan, masallardan serüvenlerden
Bana beddualar etmelisin, kalbimden vurmalısın beni

Bu yalan, yanlış kuralları kim koymuş niçin koymuş demeden
Değiştirmelisin hemen, senin hissene düşenleri

Sevgine ihanet edenleri, tek tek vurmalısın mesela
Devirmelisin kara yere, o nazik, nazenin bedenleri

Lüzumu yok olanı, tutup kolundan atmalısın kapı dışarı
Ha orada olanları, her nasılsa, ha buraya gelenleri

Yerli yerine koymalısın her bir şeyi yeniden
Çarşıları önce yıkılan, şehirleri, evleri, ev içlerini

Yapacağını yap artık görelim, boşuna ipe un serme
Deme iki de bir de ah ne yapmalı, ne etmeli

Alnından kurşunlamalı sonunda onu, beni ya seni
Bir güzel ölmeli insan, ölünce, sessiz sedasız ölmeli...



GELİNLİK KIZIN ÖLÜMÜ - MELİH CEVDET ANDAY

Salâ verilirken kalktık kahveden,
Cumaydı, yılın en beklemiş günü,
Yemeni gibi üstünde tabutun,
Gölge veren ağaçsız bir gökyüzü.
Kızın babası yanımızda, boyu uzun,
Zayıf, ağzında mırıltılar.
On köylü, iki subay, bir tezkereci er,
Sıralandık ahşap mescidin avlusunda,
Namaz kılmadı adam, ağlamıyordu da,
Alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti,
Sürgün duvarı bekleyişin,
Dünyaya çok yakın bir gece gibi.
Aldık cenazeyi sarsmadan, iğreti
Ve hafif, gözlerimiz yerde,
Kayıp bir tayın izini süreriz sanki.
Kapılarda başları çatkılı kadınlar  
Sallanıyorlardı sisli giysilerinde  
Yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk,
Bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği  
İmece sofrasında hıçkırığın,
Kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi.
Susmuştu çekirgelerin kabuğu,
Toprak kumruları güneşin,
Ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah,
Susmuştu göğün sarnıcı, boş.
Cemaat yürüyordu kaplumbağa gibi,
Mezarlığa doğru yüzyıldan,
Sarısabırların yanından, acelesiz.
Ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın,
Davul vurmaya, ay tutulmuş,
Tarladaki yarılmış toprağı görmeye,
Susuzluğun kirli rengini, ayıbını,
Dağa taşa vurmuş açlığı.
Dayanan dayanır, yağsız bulgular ve ahlat,
Gençleri alır ölüm ilk ağızda,
Sabah yıldızının uğrağı.
Böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda,
Bir melek lale sümbül dikiyordu,
Lalelerden birini aldı adam,
Girdi kızının mezarına,
Sarıldı, öptü, bıraktı laleyi sonra,
Kefenin üstüne, uykusuz.
Yedi çocuğu gömülüymüş, söylediler,
Bizi aç bırakan bu toprak
Açlıktan ölenlerle beslenir, dediler.
Dönüşün bir kişi omuzladı tabutu,
Toz toprak içinde vardık kahveye,
Yaşlı adam doğru çeşmeye gitti,
Elini yüzünü yıkadı konuşarak
Kendi kendine, duasız, bir tanrı gibi.




ÖLÜLER KONUŞUYOR - MUZAFFER TAYYİP USLU
 

I

“Ben veremden öldüm
Belki ölmezdim
Sıkıntım olmasaydı
Paradan yana”     

“Ben de cephede öldüm
Süngü taktım
Hücuma geçtim
Ve kâfi geldi tek bir kurşun
Veda etmek için hayata
Varşova önlerinde.”

“Ah ben bir hiç yüzünden öldüm
Bir gece açık kalmıştı üstüm
Soğuk aldım.
Önce yatağa düştüm
Sonra da toprağa.”

“Beni tramvay çiğnedi
Sultanahmet’te
Olur şey değil
Ben burada
Ellerim ve ayaklarım orada
Hâlâ inanamıyorum öldüğüme.”

“Beni doğururken ölmüş annnem
Zaten, zayıf bir kadınmış zavallı
Ben de öldüm işte yirmi yaşında
Açlıktan ki o ayrı mesele”

-II-

"Bir ümit vardı içimde yaşarken
"Belki diyordum kendi kendime
"Belki öldükten sonra
"Mümkündür yaşamak
"Ekmek elden
"Su gölden
"Onu da kaçırdım şimdi elimden
"Söyleyin ne yapayım ben?..

"Ne kadar yanıyorum bilseniz
"Böyle vakitsiz öldüğüme
Giyemedim bir defa bile olsun
"Yeni yaptırdığım elbiseyi...

"Ya ben,
"Bir kızı sevmek üzereydim
"Sarı saçlı."

"Beni doğururken ölmüş annem
"Zaten, zayıf bir kadınmış zavallı
"Ben de öldüm işte yirmi yaşımda
"Açlıktan ki o ayrı bir mesele
"Annemi arıyorum şimdi
"Öldüğüm günden beri,
"Bir türlü bulamıyorum."

III

“Ölümü düşünmemek de varmış
Bilmedik sağlığımızda
Elden ne gelir?
Yaşamaktasın
Elin tutar
Yürür ayağın
Sıkıntı mı bastı
Şarkı söyle efendim, şarkı
Hem ne güne duruyor sanki
Gökyüzü olsun
Deniz olsun
Ne güne duruyor?”

“Hiç de pişman değilim öldüğüme
Her şey bitmişti zira
Usanmıştım artık
Gökyüzünü seyretmekten
O kadar çok hâtıram vardı ki
Karıştırıyordum birbirine”

"Dünyaya bir daha gelirsem
Aklı başında bir insan olacağım
Akşamları erken uyuyuyacağım
Ne işim var öyle meyhanelerde
Pazarları
Parklarda gezineceğim
Karımla."

"Ben onu bunu bilmem
Şunu bilirim
Şunu söylerim
Ölmek veya ölmemekte
Bütün mesele
Bütün mesele
Yetişir ki insan ölmesin
Akşamları uyuyup sabahları uyansın
Ve saçları dağılsın rüzgârda
Yetişir."



BİR GENÇ ÖLÜ - NECMETTİN HALİL ONAN


Tez geçme atlı, dur, kim olursan ol,
Bir lahzâ ruhumun ahım dinle!
O günden beridir bu kimsesiz yol
İlk defa titriyor ayak sesinden.

Düşün ki, bu yerde bir akşamüstü
Bir garip can verdi yirmi yaşında.
Kalbine kudurmuş kurtlar üşüştü
Kar kana boyandı bu dağ başında.

Ah yolcu, köyüme yolun giderse
Bak, şimdi nicedir güzel nişanlım;
Halimi deyiver “Ne oldu?” derse
Saçları dalgalım, endamı şanlım.

Girerken irkilme, köyün dışından
Ansızın bir yanık ses yükselirse.
Çekinme çılgınca haykırışından
Bir kadın yoluna koşup gelirse.

O kadın, -umduğu gelecek sanıp
O yerde bekliyor yüz bir akşamdır;
O, her gün bir başka ümitle kanıp
Yolumu gözleyen garip anamdır.
1928


 

GEL BUYRUĞU - HÜSEYİN NİHAL ATSIZ


Tanrının 'gel' buyruğu tatlılıkla erince
Ona doğru can kuşu nice uçmasın, nice?
Ne yaşamak tasası, ne dünyanın yasası,
Ne de bir kaygı kalır can yükünü derince.

Bu dirlik bir kılıçsa ölüm onun kınıdır;
İkisini birlikte verirler bir verince.
Ecel dedikleri şey erlerin kevseridir;
Gözünü kırpmadan iç, içme çağı erince.

Bir yumunca gözünü, kaybedince özünü
Çalamazsın sazını öyle inceden ince
Ne güneş kalır, ne ay; ne ırmak akar, ne çay;
Dünyaya gelmedin say yağız yere girince.

Bildiğin, neyse unut, Tanrı'ya kavuştun tut,
Bir gün ölüm meleği seni yere serince.
Şu gördüğün ne varsa birer damladır,
Bir denize akıyor hepsi yerli yerince

Bitiş gördüğün baştır, mezar beşiğe aştır,
Ölü diriye eştir, düşün biraz derince.
Atsız! Ölüm gerekmek teninde can yaşarken,
Sen burada olmazsın ölüm kanat gerince...
 



ÖLÜME ÖVGÜ - NAHİT ULVİ AKGÜN


Sen olmasan duyar mıydım gerçekten
Özlem nedir acı nedir ayrılık ne
Ölüm sana övgüler düzenleme
Boynumun borcu olsun yürekten
Ölüm seni seviyorum inan ki
Hani alırsın diye sevdiğimi
Hep korku hep tasa içindeyim
Yani yaşamın daha içindeyim
Ölüm seni seviyorum şaşma buna
Sen olmasan bilir miydim hançeri
Ölüm seni seviyorum yaklaş daha
Yaşamın görünsün görkemli albenisi
Ölüm seni duymasaydım derinden
Düşünebilir miydim evreni
Evren ki renk renk bin bir görünümde
Saçılır şenlik fişekleri gibi
Ölüm seni kucaklıyorum seviden
Nelerle tanıştırmadın ki beni
Sana borçluyum duyularımın keskinliğini
Seni yaşadıkça var olduğumu yeniden



BABASI ÖLÜNCE ŞAİRİN – NURULLAH GENÇ


Gökler yıkılmış, can dağlarına kar yağmıştır
Güneş ansızın infilâk edip kararmıştır
Ruh nâlândır akşamleyin göğüs kafesinde
Nasıl da handândı bir bayram arifesinde
Bir rüyadan uyanmış, ferahfezadır şimdi
Bilmezsiniz, yâr burcundaki o yiğit kimdi
Bakışları neden öylesine parlıyordu
Çektirdiği son fotoğrafında ağlıyordu
Bir vedâ iklimiydi gözlerinden yayılan
Belki O’dur, aşkıyla ölüp şehîd sayılan

Ömrünce dünya için ne şikâyet, ne bir âh
Peygamber çiçekleri kokan yolcu: Seyfullah
Bir ömür kutlu bahçelerde gezinip durdu
Yüreğimi sonsuzluğun rengiyle doldurdu
Gidince, çöktü birden muhayyel saraylarım
İntizara gömülecek günlerim, aylarım
Sesinin yankısı var hâlâ kulaklarımda
Sevdiği sözler kıvranıyor dudaklarımda
Hasret yakacak yurdumu yıllar yılı artık
Emanetini bir gül gibi kabrine bıraktık





ÖLÜM VAR – KUDDUSİ


Cem’ eyleme bu cîfe-i murdarı, ölüm var,
Kenz etme sakın dirhem ü dinarı, ölüm var.

Şeddad ile Nemrud’u ölüm neyledi fikr et,
Mahvoldu kamu asker ü cahları, ölüm var.

Karun ile Fir’avnı düşün var ise aklın
Kurtaramadı kenzleri anları, ölüm var.

Zikr eylese çok ölümü insan uyanır heman,
Der nefsine hiç işleme isyanı ölüm var.

Kuddusî-i miskin sözünü tut, sana der ki:
Hakk(ı) isteyelim, neydelim ağyarı, ölüm var.



VASİYET - ORHAN SEYFİ ORHON


Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;
Riyayı, o günlük bir yana atın!
Tutunuz tabutumun bir kenarından;
Bir derin çukura beni fırlatın!

Kalınca büsbütün sizden uzakta,
Vücudum çürürken kara toprakta,
Uzanın rahatça sıcak yatakta
Yaşamak gururu içinde yatın!

Yüz yüze getirmez bizi asırlar,
Meydana vurulsun saklanan sırlar
Sayılsın şahsıma ait kusurlar.
Korkmayın içine yalan da katın!

Anlayım: Kimlermiş dost sandıklarım;
Muhabbetlerini kıskandıklarım?
Anlayım: Ne boşmuş inandıklarım;
Şu yalan hayatı bana anlatın!

Dostlarım, anmayın artık adımı!
Siliniz gönülden eski yâdımı!
Kırınız, sonuncu itimadımı:
Ölünce bir daha aldatın beni!

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

TASNİF DIŞI ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi