Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 


SAYFA:3 / 20-30

21-AĞUSTOS ŞİİRİ  -HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
Hep böyle havalar besler fırtınaları
Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Bir rüzgâr kulaklarımdan hiç eksilmiyor
Esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
Geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
Beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim
Deli çizgi gözlerimi kör etmiş, kör etmiş, kör etmiş
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi
Çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin
Gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime
Selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde, neyleyim
İnsan demişim, kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum

Kaderim kaderleri demişim güzelim
Sen olmasan ben böyle değildim
Böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek

Rüzgâr gibi ağustos geçti ellerimizden
Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar
Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı
Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı
Malum o dramın en güzel perdesindeydik
Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik
Her gören didik didik bizi denetliyordu
Biz kendi derdimize düşmüştük

Orda da akşamlar olacak güzelim
Kanlı mendil gibi ağustos akşamları
Şu benim çektiklerimi görmeyeceksin
Belki yanında başkaları olacak
Belki düşlerine bile girmeyeceğim
Gün oldu acıların şiirini yaşadım
Gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım
Bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı
Ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin
Dokunsan parmaklarıma tutuşacağım

Yere batan şehrin tek yalnızıyım
Yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum
Ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler
Tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu
Yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum

Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz
En güzel günlerinde gençliğimizin
Ölümden ötesini aklım almıyor
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
İstesek cenneti kurtarabiliriz
Ben bir ışık için tepmişim rahatımı
Bu güleç yüzlülerin, bu acı türkülerini
Bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum
Delicesine anlayarak güzelim
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek.



AĞUSTOSTA, BALKONDA - KEMAL ÖZER

Ağustosta ay eksiksiz doğarken
karanlığa boğulmazdı böyle
balkonunda oturan adam
göz yaşı tadında olmazdı
dudaklarına götürdüğü rakı


Ağustosta ay eksiksiz doğarken
böyle yazılmazdı bu şiir



AĞUSTOSTA KAR-MÜMTAZ BEĞEN

Ağlasan hisseder burdan duyardım,
Zor günde yanında yine ben vardım,
Demek senin için sâde kumardım,

Başkası için at bundan sonra zar,
Yağdırdın gönlüme Ağustosta kar!

Hani sen sevince başka severdin,
Sev de Leyla kimmiş, bende gör derdin,
Ne yüzüm güldü ne bir gün gösterdin,

Bir bir anlatmaktan ar ederim ar,
Yağdırdın gönlüme Ağustosta kar!

Dedin mi bir gün "al şunu yesene"
Bildiğin tek şey var "çıkıp gelsene"
Haydi artık sen de bir şey desene,

Çektiğim yetmez mi dahası mı var?
Yağdırdın gönlüme Ağustosta kar!

Boşa gider sıkma artık kurşunu,
Kıymetlisin, kursun anan turşunu,
Biraz geç de olsa anladım şunu,

Senden ne sevgili olur ne de yâr,
Yağdırdın gönlüme Ağustosta kar!



AĞUSTOS MELALİ - HÜSREV HATEMİ

I.
Cesâret kalbim, cesâret!
Sustun bütün kış, ürktün kırılmaktan;
Çok gerilerde kaldı derken kar,
Sonra bahar
Ve Temmuz geçti.
Yasımız duruldu, coşkumuz geçti...
Ne ümit var artık ne korku;
Ağustos gecesinde ağulu
Sesleri yalnız böceklerin...
Cisim sarayı yıkılmadan,
Yeni bir sevinçle yıka haydi
Geçmiş günlerin kıştan kalan,
Balçığını sanmam ki arınsın.
Bir devletin inkırazı sanırsın,
Ağustos güze terk eder mülkünü
Ve Zaman’ın Mehter Bölüğü,
İcra-yı âhenk edip sürekli,
Örtüyor gidenlerin çığlığını...
Cesâret ey kalbim, cesâret!

II.
Seni eleme emanet etmeliyim
Çünkü elem,
Sevinçten çok sağlam
Ve kalıcı.
Çocuk! Bu acımasız,
Bu can alıcı
Zaman, üstün gelir hepimize...
Ben seni elemin ellerine,
Emanet edip gidiyorum.
Kıyılar, dağlar
Ve ormanlar,
Senin de ardında kalır Çocuk!
Gün gelir, fakat onlar da
Zaman’a yenilip giderler...
Sonunda yenilenmez yenilgiler;
Zaman, bir başına kalır...
Ve bizim çoktan geçtiğimiz,
Öte âleme geçince Zaman,
Orada hepimiz istisnasız,
O’ndan daha kıdemli oluruz...
Hiç üzülme seni elemin,
Emin ellerine terk ederek,
Gidiyorum.



25-EYLÜLÜN SESİYLE - EDİP CANSEVER

Baylar!
Bin dokuz yüz seksen birdeyiz
Karşınızda eylülün sesi
Ağustosa çekildi, eylülün sesi
Birazdan konuşacak
"Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar."

Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim
Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
Yosunların kapılara usulca
Tırmanıp yerleştiği
Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar.

Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk
Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan
Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden
Eylül ki, sorabilir mi
Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.

Dahası
Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek
Bir boşluuğu giyinmek mi olur
Olsun
İşte karşınızda ekimin sesi
Kasımın sesi sonra
Yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz-
Bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar.

Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.

Sonra bir kır kahvesi kendini okurken
Masaları toplanmış, bardakları toplanmış
Tam kendini okurken
Derim ki bir semti iyi tanımak kadar
İyi tanımal dünyayı
Açın radyolarınızı: eylülün sesi
Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar.

Elmalar silik silik kırmızı artık -olsun-
Gözlerimiz tozlanmış, kirli
Gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi
Sıkılmak iyi baylar
Biz hazır tuttukça böyle
İçi yangından alev alev
Dışı buz tutmuş kalplerimizi.



EYLÜL KUŞATMASI - YAHYA AKENGİN

Ben hatırlarım hep, hatırlamalı insan
Renklerin ilk rengini, rüzgârların ilk uğultusunu
Daima bir tutam eylül çıkar geçmiş zamanlardan
Sarışın bir hüzünle gülümser eylüllerin sonu

Dalıp aynalarda saçların kırlarına ve anlar,
İnsan neler derlediğini ömrün yollarından
Şu telinde bir sevda baharının şavkı var
Şu çizgide bir eski yaz gecesi uzar

Girip delice tutkularla kolkola
Yürüse de isyan vadilerinde günahlarla
Yine de susturulmuş bir yanı vardır kalbin
Bahtımız okunur çehresinde bütün eylüllerin

Bazan bir hazinedir cevapsız sorulardaki sırlar
Dağ sularının suru yüzündeki yalnızlık
Kır çiçeklerine ne söylerse içimde o var
Unutma şairliğim, biz hep eylüllerde kucaklaştık

Düşsün, düşen yaprak solsun solan çiçek
İnletsin ıssız yöreleri bir yetim gibi sam yeli
Vedalaştığımız herşey yine bize dönecek
Bunları hatırlatır sonbaharın şefkatli eli

Ben hatırlarım hep, hatırlamalı insan
Yardan ayrılışların yürekte yeşerttiği duaları
Öyle başladığını ölümsüz efsanelerin
İliklere kadar işler hatırası mevsimlerin
Lakin eylüllerinki biraz daha derin



EYLÜL-FAZIL İBAOKURGİL

Kara bulutlarla yüklendi gönül
Yar ile böyle kaç zaman
Geçmişti eylül velhasıl
Yağmurdan ıslandık aşk babında


EYLÜL- HAYDAR ERGÜLEN

Kadın gider ve bunun şiir olduğu söylenir
Kadın gider ve bir şair doğar bundan
(Ben hangi kadından şair olduğumu bilirim)
"Yazın bittiği her yerde söylenir"se
Kadının gittiği de her yerde söylenir
Kadın gittiği her yerde şiir diye söylenir:
Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
Yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
Yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu...
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
Yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
Yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
Eylülün semtine kadar böyle gidilir
Bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
Eylül yazdan terkedilmişti, şiirse haziranda
Kadın tarafından terkedildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terk eder!
O kadın beni terk ederse şair olurum
Oğul olduğum kadın sakın beni terk etme,
Şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider

Bütün kadınlar şiiri bir kadına terk eder!



EYLÜL - HİLMİ YAVUZ

eylül! daha çocukluğumdan
beri size bakardım ben
bir yazın azalmakta olan
sözcüklerinden nasıl da
ansızın sökülürdünüz
bahçelerle ve kül
dolardı içim...eylül!

eylül! kırılgan mevsim!
cam hançeri güzün
dağılırdı kalbimde
birden gecenin ve gündüzün
perdesiyle örtülürdünüz
tenhâyla ve tül
dolardı içim...eylül!

eylül! unuttum sizi
dağ kızarır yol sararırdı
ve ben dönüşlere bakardım
o aman vermez belleğin
paramparça güldüğüydünüz
aynalarla ve gül
dolardı içim...eylül!



30-EYLÜL MENSURESİ - İDRİS NEBİ KARAKUŞ

Bir fırtına koptu yüreklerde, bir deli rüzgâr esti fidanları deviren,
bir sam yeli ki –sorma- umutları öldüren…

Yapraklar sarı, ağaçlar kuru, çiçekler solgun…

Bitmeyen gecelerin son şarkısı gibi anlatılan;
Avare akşamların okunan son şiiri gibi hayat…

Sanki kalbimize saplanan zehirli mızrak,
sanki beynimize çakılan ilk çelik çivi gibi umutsuzluk…
Kollarımızda değil çelik zincirler,
demir kelepçeler; yüreğimizde…

Nasıl anlatsam bilmem, sararan yaprakları, devrilen fidanları,
kuruyan/solan çiçekleri…

Cevapları girift olan çapraz soruların beynimi nasıl meşgul ettiğini anlatamam ben;
anlatamam beynimi tasından fırlatan kalleş kararları;
yorgun dimağımın hangi sancıları çektiğini…
Bıçak sırtı hükümler isteme benden çaresizliğime kahrettiğim bir anımda…
Yorgun düşen yüreğimin çırpınışları eskisi gibi değil artık…
Bıçaklar açmıyor ağzımızı yıllar var ki…
Kadere kahretmiş Mecnun gibi olduk
düşüne düşüne…

Yusuf yüzlü insanların Kerem gibi yandığını,
taş duvarlara hasret türküleri söylediklerini, darağacına gülümseyerek dimdik gittiklerini sana anlattım mı bilmem…
Bilmem anlattım mı sana, ekmek yerine kurşun yiyenleri aç karnına…
Yoldaşlarımın son yolculuklarında emanet bıraktıkları çocuklarını ben nasıl ederim, düşündün mü hiç!

Şafağın sökme vakti kırıldı umutlarımız;
gün batımı gecelerde kurşuna dizildi duygularımız;
alaca karanlıkta çöktü yüreğimize gam, kasavet Sana anlatmadım mı, sana söylemedim mi güneşin en son battığı yeri,
ufukta sönen yıldızları…

Rengi soluk gökkuşağını sorma benden… Dökme başıma vakitsiz yağmurları, karları…
Ey Eylül!
Sen yağdırdın karı sakalıma;
Sen yoldun saçlarımı;
Sen attın çizgileri gözlerimin altına…

Yırtık ayakkabımız, ütüsüz pantolonlarımız, yakasız gömleklerimiz vardı;
huzur veren, bekle diyen…
Umut kapılarımız açıktı baharı beklerken…
Gözlerimiz çakmak çakmaktı akşam üzeri…

Mırıldandığım son şarkıydı belki “Baharı bekliyorum”;
Belki dudaklarımdan dökülen son mısra idi
“Bir gün mutlaka”…

Umut doluydu korku bilmez yüreklerimiz;
sevda şarkıları söylerdi gönül tellerimiz…
Dikenliydi, çamurdu belki çıktığımız yol;
ama biz gönül erleriydik.

Şafak sökmez, güneş doğmaz,
gündüz olmaz mı hiç hazan mevsiminde?
Geceler bu kadar mı uzundu Eylül’de bilmem…
Tam yirmi yedi yıl, yirmi yedi saat gibi…
Biz Eylül’de çıkmıştık gece yolculuğuna,
biz Eylül’e gömmüştük umutlarımızı karanlığa,
biz Eylül’de ekmiştik sevda tohumlarını
kara toprağa,
biz Eylül’de söylemiştik son şarkımızı insanlığa… Evet biz…
Evet biz, Eylül’de vermiştik gardaşlarımızı kurban…
Bizim ayaklarımıza prangalar,
kollarımıza kelepçeler Eylül’de vurulmuştu
27 yıl evvel…

Belki aşacaktık karlı dağları,
geçecektik çamurlu yolları,
varacaktık “Bahar” denen ülkeye…
Sorma benden, gün bulup gün yediğim gündüzleri,
gün bulup gün içtiğim geceleri…
Hatırlatma bana
akşam güneşinin en son battığı anı…
Aylara, yıllara, mevsimlere dargınım şimdi…

Bu şehirde artık güneş doğmuyor…
Sen kızarttın yanaklarını gökyüzünün,
Sen baktırdın gündüze gece gözüyle yıllar yılı,
Sen dağıttın bulutlarını umutlarımızın,
Sen akıttın zehirli göz yaşlarımızı içimize,
Sen üşüttün yüreğimizi,
Sen çıkardın dumanımızı tepemizden,
Sen gizledin yalnızlığımızı dört duvar arasına,
Sen kattın acıyı şeker diye çayımıza,
Sen kıydın Türkeş adlı beyimize,
Sen yağdırdın karları köyümüze,
Sen kararttın alnımızdaki ak yazıyı,
Sen yetim koydun üç aylık körpe kuzuyu,
Sen vurdurdun umut yelkenimizi karaya…

Eylül hazan, Eylül sam, Eylül solgun çiçek, Eylül gam, Eylül karanlık,
Eylül akşam, Eylül çaresizlik…

Kuşatılmış ülkemizin kurtuluşu için,
yeniden bir olalım, birlik olalım,
sırt sırta verelim…
Omuzlayalım şu mübarek davayı,
çalalım umudun kapısını…

Ey, Ülkü adlı güzelin sevdalısı kara budunun yağız çerileri;
ak alınlı anaların kırk çatal yürekli yiğitleri…
Tanrı Türk’ü kutlu kıldı,
Ocağını mutlu kıldı,
Beylerini atlı kıldı…
Ey ülküdaş!
“Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor;
“Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor.”

Kağan çadırında yas mı var? Nedir bu?
Davranın breh! ...

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

KONULARINA GÖRE ŞİİRLER

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI İLE İLGİLİ ŞİİRLER

19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA HAFTASI ŞİİRLERİ

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI ŞİİRLERİ

ATATÜRK ŞİİRLERİ

ÖLÜM ŞİİRLERİ

TÜRKÇE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

ÇANAKKALE İLE İLGİLİ ŞİİRLER

İSTANBUL İLE İLGİLİ ŞİİRLER

SON EKLENENLER

Üye Girişi