Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

SABİT - RAMAZANİYYE AÇIKLAMASI(ŞERHİ-İZAHI)

Yevm-i şek niyetine, şıra sıkarken yâran
Sıkboğaz etti, basıp şahne-i şehr-i Ramazan

Çileye vesvesesiz girdi kapandı dindar
Hapsolur tâ Ramazan ayı çıkınca şeytan.

Elini ağzını meyhane, yıkadı meyden
Aldı küp küp şarabın yerini ibrikle leğen

Döndü bahtı gibi rengi, yine ayyaşların
Şimdi "tevhide" giren şeyhlerindir devrân

Alınır mı Ramazan sofularından Mushâf
Rahle'nin nöbetini beklemeyince insan

Kalb-i mü'min gibi mescid, müteselli, ma’mur
Kem gönüller gibi meyhâne harâb u viran.

Donanıp al akideyle şeker tablaları
Etti her köşe-i İstanbul'u tıpkı Mercan

Elde işkembe fener, arkada zenbil-i sahur
Gece faslında şikem-hârelerindir meydân

İmsak ânında buhurdan'la çıkan amberden
Hoş gelir ehline iftardaki bir lüle duhân

Kulplu bardakla mey içmişçesine keyf verir
Tiryakisine ağır kahve ile bir fincan

İNANMIŞ GÖNÜLLER MESCİDİ

Ramazâniye'ler, bahar, kış, bayram vs. dolayısıyla yazılan "Bahariyye, Şitâiyye, Îdiyye vs" gibi mübarek ramazanın gelişi dolayısıyla yazılan manzumelerdir. Dörtlükler ve gazeller şeklinde bağımsız ramazâniye'ler olursa da, bu çeşit şiirlerin çoğu kasidelerin "nesib" denilen, şairane "giriş" bölümü şeklinde düzenlenirler. Böylece, zamanın bir büyüğüne (çok defa Padişah’a, Sadrazam’a, vezirlere) sunulurlar. Nitekim 17.-18. asır (ve Lâle Devri) şairlerinden SABİT’e ait olan, yukarıya aldığımız şiir de: "Sadrazam Mehmet Paşa vasfında Ramazâni'ye" adını taşımaktadır.

Bu çok meşhur Ramazâniye'nin (nesip kısmı olarak) tamamını, Dr. Neclâ Pekolcay'ın İSLÂMÎ TÜRK EDEBİYATI (1975) kitabında bulacaksınız.

Sâbit merhumun 16 beyit tutan şiiri içinden, bugün nispeten kolay anlaşılabilecek on beyti seçtim. O beyitlerin de (1. ve 8. hariç) hepsini olduğu gibi bırakmadım. Şairinin bağışlamasına sığınarak, bugünkü nesillerce, biraz daha anlaşılır hale getirdim.
Pek tabii kafiyelerine dokunmadım; birkaç imâle ve zihaf zaruretini saymazsak (Fâilâtün- fcilâtün- feilâtün- failün olan) veznini de bozmamaya çalıştım. Beyitlerin anlam ve havalarına dokunmadım. Yalnız çok eski terkip ve kelimelerin yerine, bugün bulunabilecek karşılıklarını koymayı denedim.

"Ramazaniye" çok olmakla birlikte ramazan ve hele İstanbul ramazanları üzerine güzel şiir, edebiyatımızda azdır. Sâbit’in bu şiiri, birçoklarınca ( ve bence de) Ramazâniye'lerin şaheseri sayılmıştır. Bu şiir, kırk yıl öncesine gelinceye kadar, hemen bütün okumuşların ezberinde bulunmuştur. Bugün çok şey gibi o şiirdeki inceliklerin de heder olmasına gönlüm razı gitmedi. Ne kurtarırsam kârdır dedim. "Sürc-i lisân ettikse affola."
Sabit'in bu Ramazâniye'si hem hafif ve olgun mizah çeşnisi hem ramazan ayının İstanbul'a getirdiği temizlik, ferahlık ve bereketi anlatması bakımından iki defa alımlıdır. Ayrıca, ramazanın İstanbul'a o asırda (ve bugün) getirdiği görünüşlerden sergiler ve insan manzaraları bulunmakladır.

Umumi inanç üzre: "Ramazan çıkıncaya kadar şeytan hapsolunmakıa" meyhaneler kapanmakla, camilerde Mushaf (Kur’an cüzleri) okumak için herkes "kuyruğa" girmektedir. Kırmızı şeker tablalarından, İstanbul’un her köşesi "Mercan"a dönmüştür. Elinde işkembe (kıvrım kıvrım körüklü) fenerle, sahur vakti, evlerden, yemek zembilini dolduran boğazına düşkün kişiler dolaşmaktadır. İmsak (oruca başlama) vakti (evlerde veya umumi yerlerde) buhurdanlarla amber tütsülemek adeti (bugün unutulmuş olsa gerek) gözümüzün önüne serilmektedir.

Şiirin buraya aldığımız bölümlerinde, "kandil uçuran" çarkıfelekçiler, cami kubbelerini daire biçimi saran kandiller, minare aralarındaki "mahya"ları süsleyen dini ve sevap artırıcı yazılar, nur gibi aydınlatılan güzel camiler, helvayı kıskandıran "lokumların şekerci dükkânlarında sergilenişleri, vs. de anlatılmakladır.
Şimdi, bu Ramazâniye'yi beyit beyit açıklamaya çalışalım:

1) "Yevm-i şek”. Şüphe günü, demektir. Eskiden, ramazan ayının ilk günü, hilâlin görünmesine bakılarak tayin edilirdi. Bir gün, ramazan başlangıcı tayin edildiği halde, eğer hilâl görünmezse "şüphe günü" denilerek, oruç yenilebilirdi. İşte bu ilk beyit, o nükteye (mazmuna) dayanmaktadır:
"Eş dost (yaran) bugün şüphelidir, diyerek, akşama içilecek şıra (üzüm suyu, şarap) sıkarlarken, Ramazan ayı polisi (şahne-i şehr-i Ramazan) yetişip onları sıkboğaz etli (yakaladı)"

2) Dindar kişiler ramazan çilesine (gönüllü mahrumiyet) vesvese duymadan girdiler. Çünkü bu ay çıkıncaya kadar Şeytan'ın hapse tıkılacağını biliyorlar.

3) Meyhane (şiirin aslında mey içici: "Meyhâre) elini ağzını içkiden çekti.. Şarap küplerinin yerini abdest almada kullanılan leğen ve ibrikler aldı.

4) Ayyaşların (içkiciler) talihleri gibi renkleri de döndü (bahtları düzeldi, renkleri güzelleşti)... Evvelce "devranı" onlar sürüyorlardı. (Kadehi aralarında döndürüp keyif yapıyorlardı). Ramazanda ise "devran" Tevhid'e giren, (toplu halde Allah'ı anan) şeyhlerin, dindarlarındır.

5) Ramazanda, İslâm’a daha çok bağlanan sofular, camilerde rahle başında, Kur'an'ı o kadar çok okuyorlar ki, rahlenin başına geçmek için nöbet tutmak, sıra beklemek lâzım.

6) Bu mübarek ayda mescitler, Allah'a inananların gönülleri gibi huzurlu, (müteselli) şen ve düzgün (ma'mur)dur. Meyhaneler ise aksine (ihya edici şöhretlerine rağmen) fesatçı gönüller gibi yıkık ve perişandır.

7) Al akideli şeker tablaları ile İstanbul'un her köşesi "Mercan Sokağı’na ve mercan rengine dönmüştür.

8) Bu güzel beyit, Orta Oyunu sahnelerindeki Kavuklu ile ardı sıra giden Aptal Oğlan'ı düşündürmektedir: "Gece faslında, oyun meydanı, elinde, işkembe biçimi (körüklü) fener ve sırtında sahur zembiliyle dolaşan midesine düşkün kimselerindir."

9) İmsak zamanında, buhurdanlardan amberler saçılır; bu güzel bir şey... Fakat iftarda çekilen bir lüle tülün, tiryakilerine bundan daha hoş gelir.

10) Kahve müptelâları da bir iri fincan kahveden, ayyaşların ayaklı büyük kadehlerle içtikleri şaraptan çok fazla zevk alırlar.

AHMET KABAKLI, Tercüman, 30 Ağustos 197

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi