Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

AHMET PAŞA - GÜL YÜZÜNDE GÖRELİ ZÜLF-İ SEMENSAY GÖNÜL

MURABBA

Gül yüzünde göreli zülf-i semensây gönül.
Kara sevdada yeler biser ü bipây gönül.
Demedim mi sana dolaşma ona ay gönül!
Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül, eyvây gönül.
……….
Feleğin nuş ederim nişim sağarlar ile
Doğradı hâr-ı cefâ, bağrımı hançerler ile
Baş koşam demez idim ben dahi dilberler ile
Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül, eyvây gönül'.
……………….
Yârin itten çoğ uyar ardına ağyâr diriğ!
Bize yâr olmadı ol şûh-ı sitemkâr diriğ!
Kıldı bir dilber-i hercâyiyi dildâr diriğ!
Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül eyvây gönül!
……………..
Bizi hâk etti hevâ yoluna sevdâ nidelim?
Pâymâl eyledi ol zülf-i semensâ nidelim?
Kul edinmezdi güzeller bizi illâ nidelim
Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül eyvây gönül!
…………
Dil dilerken yüzünün vasfını cândan dahi yey,
Bir demin görür iken iki cihandan dahi yey,
Aktı bir serve dahi âb-ı revandan dahi yey,
Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül eyvây gönül!
…………………
Ahmed’im ki, okunur nâmım ile nâme-i aşk
Germdir sözlerimin sûz'ile hengâme-i aşk
Dil elinden biçilüptür boyuma câme-i aşk
Vay gönül, vay bu gönül, vay gönül, eyvây gönül!
AHMET PAŞA

"VAY GÖNÜL, EYVAY GONÜL"

Fatih Sultan Mehmed'in hocalarından olan ve İstanbul'un fethini gözleriyle gören tek büyük divan şairimiz Ahmet Paşadır. Divan Edebiyatımızın "kuruluş devri” (14. ve 15. asırlar) şairlerinden olan Şeyhi, Ahmedi, Necati Bey'le birlikte en büyüklerinden olan Ahmet Paşa İstanbul (divan) Türkçesi söyleyen ilk şâirlerden olup bazı kaside ve gazellerinde 16. asrın büyük şairi Bâki'yi hazırlar.

Yukarıya aldığımız şiir, 18. asırda (bilhassa Nedim'de) "şarkı” biçiminde şuh bir edâya dökülecek olan "Murabba” nazım şeklindedir. Şiirinin aslı dokuz kıttadır. Biz buraya altı dörtlüğünü aldık.

Eski ve yeni şiirlerimizden senaryoya, kameraya gelir, ince hayaller dolu, seyirlik olmaya namzet, zarif bazı parçaları, size tanıtmaya devam ediyoruz. Bu arada, kelime ve terkipleri, şiir-deki mecazları, duyguları göstermeye çalışıyoruz.

Münir Nurettin Selçuk'un, iki kıt'asını alarak, güzel bir besteyle, Türk musikisinin çok sevilen bir şarkısını da meydana getirdiği bu "murabba"ın önce kelime ve terkiplerine bakalım:

Zülf-i semensây (semensâ): Yasemin kokulu ve renkli
yelmek: yel gibi koşup durmak, kararsız dolaşmak
biser ü bipây: elsiz ve ayaksız
nûş etmek: içmek.
niş: ağu, zehir.
sağar: kadeh
hâr-ı cefâ: cefa dikeni.
ağyâr: dost olmayanlar, rakipler, sevgilinin öbür aşıkları
şûh-ı sitemkâr: Kıyıcı, zalim güzel
diriğ: yazık! eyvah!
dilber-i hercâi: kararsız, daldan kala konan, şıpsevdi güzel.
dildâr: sevgili, hâk: toprak
paymâl eyledi: ayak altında çiğnedi, horladı, aşağılattı.
dil: gönül
vasi: kavuşmak, ermek (yüzünün vaslı; yüzünü görmek)
yey (yeğ): iyi, üstün.
âb-ı revân: akar su.
nâme-i aşk: aşk mektubu, aşk fermam
germ: çok sıcak, yakıcı
sûz’ile: yanışı, harareti, yanıklığı ile
hengâme: kavgalı, gürültülü zaman parçası
biçilüptür: biçilmektedir.
câme-i aşk: aşk esvabı, elbisesi.

Divan edebiyatının mecaz imkânlarını, mazmun unsurlarını, kelime oyunlarını zarafetlerle içine alan bu şiirde, baştan sona, bütün olarak aşk teması işleniyor. Dil, şuh ve uçarı üslûbu ile sonraki asırların çok daha işlenmiş Osmanlıca"sını andırıyor. Şiirde "aşk derdi"... Fakat şairin gücüne oranlı "neş'e havasında" anlatılıyor.

Her kıtanın "redif’inde, ısrarla ve tekrarla "vay gönül, vay bu gönül, vay gönül eyvây gönül" denilerek, bu bitimsiz, vuslatsız ve sonuçsuz aşka düçar olmanın kusur, günah ve kabahati "gönül"e yükletiliyor. "Gönül" sanki şairin kendisinden ayrı somut, canlı bir şahıs gibi ele almıyor. Gönül, çok yerde şahıslanıyor, şekilleniyor, hareket üzerine konuluyor. Bu aşk içinde, şairin düştüğü haller de, filme çekilebilir hayaller biçiminde sunuluyor.
1. Kıt'ada: Gönül, sevgilinin gül yanaklarını üzerinde yasemin renkli (siyah) ve kokulu zülüflerini dökülmüş gördüğü andan beri kara sevda'nın karanlığında elsiz ve ayaksız bir hayal yaratık gibi başıboş, dolaşıp durmaktadır.

2. Kıt’ada- Gönül yüzünden aşk gamına düşen şair, feleğin kendisine sunduğu ağuyu kadeh kadeh içmekte.. Hançer şeklindeki "cefa dikeni" onun bağrını doğramaktadır. Hâlbuki o dilberlele baş koyayım” (yatayım) diye bir arzuyu içinden bile geçirmemiş, fakat gönül, ay bu gönül

3. Kı’ta: Sevgilinin arkasında "itten çok" âşıkları bölük bölük (uyar adımda) dolaşıyor eyvah! Eyvah, o kötülük seven (sitemkâr) sevgili de hep o rakiplere yüz veriyor, kendisine yâr olmuyor… Ah bu.. gönül! Görüyor musunuz ne şıpsevdi bir dilbere sevdalanmış..

4.Kıt’ada: Bu sevda bizi hava ve heves uğruna (boş yere) ayaklar altına çiğnenen (rüzgârın havanın savurduğu) toprak haline getirdi neyleyim! O yasemen saçlı güzel, bizi ayakları altına alıp (toprak olduğumuzdan) çiğnedi.. Bizde zaten o baht yok... Zaten güzeller bizi" kul edinmiyorlardı" biz bunu bilirdik, razı idik, ama ah bu gönül!

5. Kıt’ada: Tam bir minyatür tablo vardır. Sevgili bir serviye, gönül bir akarsuya benzetilmiştir. Akarsu (gönül) o servinin (sevgili) ayağına ulaşmak için ona "akmış" (meyletmiştir). Hâlbuki bu gönül olmasaydı, şair o sevgiliye doğru akmayı hiç düşünmeyecekti. Onun bir kere yüzünü görmek, şaire yetecek hatla canından ve iki cihandan daha kıymetli gelecekti.

Son Kıt’a: Şairin adım (mahlas) kullandığı ve kendini övdüğü (Fahriye) bir bölümdür. Âşıklığı o kadar meşhur olmuş ki aşk mektupları ve fermanları "Ahmed namına" okunuyor... Onun sözlerinin sıcaklığıdır ki, aşkın kargaşalık zamanını böyle cehennem yakıcılığına döndürmüştür. Heyhat! Bu gönül, bu sefer de terzi olmuş. Ahmet Paşa’nın boyuna uygun aşk (ölüm) elbiseleri biçmektedir.

AHMET KABAKLI, Tercüman, 29 Şubat 1976

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi