Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

İNSANIN HALLERİ -II

Tasavvufta “telvin” renkten renge, "hâlden hâle" girme makamıdır. Umumi görüş bu makamın tam olgunluk, tam ermişlik doruğu olmadığıdır.
Telvin’in görmeden ve ermeden ermişe sık sık uğrayan hasret, korku, pişmanlık, neşe, sevinç, keder, ıstırap, saadet gibi değişik ruh halleri olduğunu belirlen tasavvuf nazariyatçıları da vardır.

Tasavvufta "telvin" denen bu hâle laik bakışla (umumî sözlükte) belki "psikolojik değişkenlik" denebilir, işte bu hâlden hâle, psikolojiden psikolojiye geçmenin tasvirlerine Yunus Emre'nin şiirlerinde sık sık rastlanılmaktadır. Bu sadece mutasavvıf oluşunun değil şüphesiz daha büyük ölçüde şair ve sanatkâr oluşunun, İlham’dan çoraklığa, yüksekten alçağa gidip gelişlerinin sonucudur.

Halden hale geçen ruhu dile getiren pek çok şiir vardır. Fakat lam bütünlük gösteren bir şiiri vardır ki, Yunus Emre'nin bir 'iç romanı" sayılabilir. Hattâ hiç bir roman, hiçbir tahlil, belki hiçbir sanatkârı bu kadar büyük ustalıkla anlatamaz. Yunus'un veli şahsiyetinden daha çok sanat kişiliğini aksettiren ve mizacının karanlık köşelerini ele veren bu şiiri yukarıya aldık.

Hepimizin çok çok âlim çok cahil olduğu konular vardır. Bir masal dünyasının dev’i, perisi ve onlara hükmeden Belkıs ile Süleyman saltanatına özenmek hissi hepimizde vardır. Efsanelere, mitologyalara vücut veren insan duygusu budur... Mescid'de en bitimsiz kulluk duygularıyla secdeye kapanan arif kişinin içinden kiliseler, İncil ve Papaz duygulan geçebilir. Bu imânın koyusundan şüphenin koyusuna, başka imânların düşüncesine geçmektir...
İnsanda öldürmek, zulmetmek hırsı ile... İnsanlığı ihya etmek, hastayı sağaltmak, ölüyü diriltmek.. Zulüm ile şefkat, muhabbet tutkusu ard arda, hastalık nöbeti gibi gelebilir. Bakarsınız İsâ gibi bir kurtarıcı, bakarsınız Firavun ve başveziri Hâman gibi bir öldürücü zâlim olmuşuzdur.

Tahlilini kısa geçiştirdiğimiz bu beyitlerde, Yunus Emre kendisi ile birlikte İNSAN’ı ve insanlığı da anlatmıştır. Bu telvin özellikle din, ilâhiyat, tasavvuf, aşk, sanat konulan ile haşır neşir olan her insanın ara sıra uğraşıp kaçıştığı hallerdir.

Aynı şiirde Yunus'un insanı anlatmakla birlikte, daha çok kendi ruh hallerini ifade eden bölümler vardır: Bir ma’nâ entelektüeli ve sanatkâr olan şairimiz güzelliğe çabuk kapılan; tabiatın ve insanın harikaları karşısında şaşkınlıklara, hayretlere kapılıp buradan İlâhî aşka, "lâmekân" hayranlığına varan bir yaratılıştadır.

Şu âşık mizaç onu kutuptan kutba sürükler. Bakarsınız kendine güveni gitmiş, zemheride bir ot gibi uyuşuk, değersiz görüyor kendini; bakarsınız yukarıdan müjdeyi almış gibi yeniden doğar, bağ ve bostanı meydana getiren bir bahar oluverir. Bakarsınız nutku tutulmuş, canı lâf etmek bile istemiyor, bakarsınız şaşılacak bir talâkat, ikna gücü, çare buluculuk içinde her derdin tesellisini, dermanım Yunus veriyor. Daha bir ân önce hiçbir şey bilmediği üzüntüsüne kapılan bu insan, bakarsınız Lokman ve Calinus hekimler gibi etrafa şifalar yağdırıyor.

Yunus Emre'nin şiirine uygulamaya çalıştığımız TELVİN'i şimdide Kuşeyri’nin "Risâle- i Kuşeyi” (Bak: Tasavvufun ilkeleri Çev.Tahsin Yazıcı, Tercüman 1001 Temel Eser 1978, 125 s. 156) ve eserlerine bakarak ayrıca ve Eşrefoğlu Rûmî ile şeyh Galip’ten iki metin alarak derinleştirmek istiyorum.

Ciyli, Hallac-ı Mansûr ölçülerinde cesur ve atak davranarak, insana bütün sıfatlarını, onun kulu ve üstün ”tecelligâhı” olan insana bağlıyor. Şu sindirilmez sözlere "hâl” ehli, kişiyi anlatıyor.
"Dünyada ve âhiretle... Mutlak fezadan zerrelere... Arştan Refrefe... Sidre-i Münteha’dan, salsala-i ceres’e... Parlak yıldızlardan, gönüllerin dileği olan Adn cennetine... Mülk’ten Melekûl’a kadar olan her şey ben’im...

Ancak, dikkat et! Bütün bunlara rağmen Mevlâsına tövbe ederek dönen aciz kul da yine ben'im. Fakiyrim, hakiyrim, boyun eğenim, zillete düşmüşüm ve günahlarımın esiriyim.”
İnsanın Allah’a kadar ulaşan büyüklüğü ve şeytanlara ”oh!” dedirten küçüklüğü, burada anlatılıyor. Hak yoluna giren, onda yok olmak isteyen kişi ise böylece hâl’den hâle, yücelikten düşkünlüğe gidip geliyor. İşte ’’telvin” budur.

Eşrefoğlu "Divan"ındakı şu beyitler de, hem "melâmet"e hem de Telvin'e kaçarak, renkten renge girişi izah ediyor:

Senin aşkın kime ki düştü ey Cân (Allah)
Ne mezhep koydu ne dîn ü iman.

Bu aşkın oynuna hiç kimse doymaz
Kapılarda kul oldu nice sultan

Bu aşk zincirine çünkim çekildi
Koyundan dahi yavaş oldu arslan

Şunun kim aşk alıptır cümle varın
Oladır der (kilise) ü Kâbe ona yeksan (aynı)

Bu aşk esrârın (sırlarını) Eşrefoğlu Rûmî
Ko söyleme ki bilmez bunu insan.

Şeyh Galib de, Tercî-i Bend’inde, insanoğlunu, Kur'an diliyle yüceltiyor, hem de onun hâlden hâle, zandan zanna geçişini, inanılmaz kuvvette bir üslûpla anlatıyor. O şiirin sadece 4. bend'ini alıyorum:

’’Sendedir mahzen-i esrâr-ı muhabbet sende
Sendedir ma'den-i envâr-ı fütüvvet sende.

Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende
Ma’rifet sende, hüner sende, hakiykat sende

Nazar etsen yer ü gök, dûzah ü cennet sende
Arş u Kürsiy ü melek şendedir elbet sende

Hoşça bak zâtına ki zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Açıklama:

(Ey insanoğlu! Sevgi sırlarının mahzeni (saklandığı yer) şendedir. Yiğitlik (fütüvvet) nurlarının madeni şendedir. Gizli gizli (bilinmeyen) daha nice hâller sende vardır: Marifet, hüner ve hakikat şendedir. Bakmasını bilsen: yer ve gök, cehennem ve cennet Arş ve Kürsi (en yüce, İlâhi makamlar) ve melekler de şendedir.

Kendine iyi (hoş gözle bilgi ile) bak; sen âlemin özüsün; varlıklarının, (kâinatın) gözünün bebeği olan İNSANSIN sen)

Yunus’un "hâlden hâle geçiş” indeki hikmetleri ve zirvelerden çukurlar gidip gelen '"devr- dâimini" şeriatte ve tarikatta eşsiz bilgin Nişâbûr'lu Kuşeyrî'nin sözleri ile "ilimleştirme" yolunu arayalım şimdi

Kuşeyri, Telvin" kavramının yanına, yine tasavvuftaki “Temkin” kavramını da koyarak, iki kavramın, bir ölçüde zıtlığını ifade ediyor.

"Telvin, hal sahibinin, temkin ise hakikat ehlinin sıfatıdır. Kul, hak yolunda oldukça telvin içindedir. Çünkü o bir hâlde kalmayıp bir hâlden ötekine yükselir ve bir sıfattan ötekine geçer. Bir evden çıkar, baharda bir bahçeye konar... Telvin sahibi sürekli artmaktadır. Temkin sahibi ise, vuslata erer sonra birleşir... Şeyh Ebû Ali El-Dakkak, diyordu ki:
- Hz. Musa (selâm üzerine olsun) telvin sahibi idi. Bu sebeple Allah'ın kelâmım dinlemekten döndü ve hâli kendisine tesir ettiği için yüzünü örtmek gereğini duydu. Peygamberimiz ise (Allah'ın selât ve selâmı üzerine olsun) Temkin sahibi idi. Bu sebeple (Mi'râc'a) gittiği gibi döndü. Çünkü Mi’râc gecesinde gördüğü şey, kendisine tesir etmedi."
Kuşeyrî, Telvin’le Temkin’in farklarını, daha iyi anlatmak için Yusuf-Züleyha kıssasını hatırlatıyor:

" Yusuf’un (güzelliğini) gören kadınlar (bir şey doğrarlarken) ellerini kestiler. Bunun sebebi ise, Yusuf’u ansızın görmekten dolay, üzerlerine gelen hâl’dir. Hâlbuki Mısır azizinin karısı Züleyha Yusuf’a tutkunlukta hepsinden daha tam olduğu halde, o görüşte kılı kıpırdamadı. (Çünkü her zaman gördüğü ve gerçekten sevdiği) Yusuf konusunda, o temkin sahibi idi."
Kuşeyrî’ye göre: "Temkinin sürekli olması da mümkün değildir. Doğrusu şudur ki, kul yükselmede oldukça telvin sahibidir.. Kul beşerî sıfatlarını arkada bırakırsa, her türlü kusurdan münezzeh (arınmış) olan Tanrı, o kulunu (nefsin hasta ettiği beşeri hâllere sataştırmamak suretiyle) temkin sahibi yapar."

Kısacası, Allah’a dönen aşkın, insanı Telvin’den Temkin'e, geçirmesi yine Allah'ın iradesi ile olur.

Fakat bu iki durumun, yani Telvin ve Temkin'in de olmadığı bir makam ve hâl vardır ki, o da Allah'ta yok olma, (Fenâfillâh) makamıdır. Kul, nefsinden, duygusundan ve kâinatta mevcut her şeyden de (Mâsivâ) sıyrılıp kaybolduktan sonra, bu kaybolma kendisinde devam ediyorsa, mahv’e yani yok olmaya ermiştir.

Bu bilgilerin sonunda varacağımız hüküm şudur ki, yukarıda "Telvin" başlığı koyduğumuz şiirde, Yunus Emre, henüz oluş halindedir.

Daha sonra Yunus Emre, merhaleleri aşarak: Telvin'den "fenâfillah"a nasıl geçtiğini ermiş'in diliyle anlatacaktır.

"Kuru idik yaş olduk, ayağ idik baş olduk
Kanatlandık kuş olduk, uçtuk Elhamdülillah!

Dirfilli pınar idik, irkildik ırmağ olduk
Aktık denize daldık, taşdık Elhamdülillah!


AHMET KABAKLI, (Türk Edebiyatı, Kasım 1989)

 

 

İLGİLİ İÇERİK

YUNUS EMRE -SORDUM ÇİÇEĞE AÇIKLAMASI

BİYOGRAFİ ÖRNEĞİ-YUNUS EMRE

YUNUS EMRE TOPLU ŞİİRLERİ

YUNUS EMRE - ŞATHİYE ÖRNEĞİ-ÇIKTIM ERİK DALINA

YUNUS EMRE İLAHİ İNCELEMESİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi