Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

ONSEKİZİNCİ ASRIN DİĞER ŞAİRLERİNDEN BEYİTLER

KOCA RÂGIP PAŞA
I
Âhenden olsa da feleğin çek kemânını
Çekme felekte siflelerin imtinânını

Vezni: Mefülü Fâilâtü Mefâîlü Fâilün

Günümüz Türkçesi
Feleğin yayı demirden olsa da onu çek; fakat alçakların yaptıkları iyiliği başa kakmalarını çekme!

İzahlar:
Bu beyitte feleğin demirden yayını çekmek; onun bin bir türlü belâsını çekmek, bin bir ıstırabına göğüs germek, her derdine katlanmak demektir. Ok atmak için, sert ağaçtan yapılmış olan yayın kirişini çekmek kolay iş değildir; hele o yay, bu beyitte söylendiği gibi, demirden, çelikten olursa...
Yay ile felek arasında eğrilik, kavislilik bakımından münasebet de vardır.

***

II
Muzaffer vakt-i fursatta adûdan intikâm almaz
Mürüvvetmend olan nâkami-i düşmenle kâmalmaz

Vezni: Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mâfâîlün

Günümüz Türkçesi
Galip gelen, fırsat zamanında düşmandan öç almaz; mert olan, kalbinde insanlık duygusu taşıyan, düşmanının bahtsızlığıyla muradına ermiş olmaz.

İzahlar:

Vakt-i fursat : (f. is. t.) Fırsat zamanı; fırsatın ele geçtiği zaman.
Nâkâmî-i düşmen : (f. is. t.) Düşmanların muradına nail olmaması; düşmanın bahtsızlığı.

***
III
1. Âzâdegân-i kayd-i emel ser-firâz olur.
    Nâzeylesün sipihre o kim bîniyâz olur.

2. Yeksan bilen bahâr ü hazânın bu gülşenin
    Mânend-i serv kâmet-i ömrü dirâz olur.

 

Vezni: Mefûlü Fâîlatü Mefâîlü Fâilün
Günümüz Türkçesi
1. Ancak emel peşinde koşmayanlar hiç kimseye boyun eğmeden yükselirler; kimseye yalvarmayan, feleğe bile nazlanabilir, nazlansın da!
2. Bu gül bahçesinin ilkbaharı ile sonbaharını bir tutanın ömrü, selvi gibi uzun olur.

İzahlar:
1 Kayd-i emel (f. is. t.) Emel kaydı; arzular peşinde koşmak düşüncesi.
Azâdegân-i kayd-i emel : (Zincirleme f. is. t.) Emel kaydinden kurtulmuş olanlar; ihtiras peşinde koşmayanlar. Azâdegân; âzâde kelimesinin Farsça çoğuludur.
Ser-firâz: (f. St.) Yüksek başlı; yükselmiş. Ser-efrâzın hafifletilmiş şeklidir.
Bîniyâz; yalvarmayan, yalvaracak bir şeyi olmayan demektir. Böyle bir kimsenin Feleğe nazlanması da; feleğe bile boyun eğmemesi, minnet etmemesi demektir.

2. Mânend-i serv : (f. is. t.) Selvinin benzeri; selvi gibi.
Kâmet-i ömr : (f. is. t.) Ömrün boyu.
Selvi, mevsim değişmelerinde müteessir olmayan, yaz kış yeşilliğini muhafaza edip büyüyen bir ağaçtır. Şair bu beytinde, bir büyük bahçeye benzettiği bu dünyanın ilkbaharı ile sonbaharını, yani sevinciyle kederini, saadetiyle felâketini bir sayan; dünyaya metelik vermeyen kimsenin başı dinç kalıp uzun yaşayacağını söylüyor.
Serv kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.

***

IV
Miyân-i güft ü gâda bed-meniș îhâm eder kubhun
Șecâat arzederken merd-i kibtî sirkatin sôyler.

Vezni: Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mâfâîlün
Günümüz Türkçesi
Kötü huylu, kötü yaratılışı olan, lâf arasında çirkinliğini, kötülüğünü insanın hatırına getirir; nitekim çingene veya çingenenin merdi, cesaret taslarken hırsızlığını söyler.

İzahlar:
Miyân-i güft ü gû : (f. is. t.) Lâf arası. Dedikodu manasına da gelen güft ü gû tabiri, bir kelime halinde güftgû diye de kullanılır.
Bed-meniş : (f. St.) Kötü huylu; kötü tabiatlı.
Merd-i kıbti : (f. is. t) Çingenenin merdi, özü sözü doğru ve cesur olanı.
Kubhun; kubhunu ve sirkatin sirkatini demektir.

***

V
Güzâr-i bâșitâb-i ömrü ișrâba gelür dâim
Leb-i cûda sımâh-i câna cûş-i âbdan feryâd

Vezni: Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mâfâîlün

Günümüz Türkçesi
Ömrün hızla geçip gittiğini anlatmak için, ırmağın kenarında, suyun coşkun akışından can kulağına daima feryat sesleri gelir.

İzahlar:
Güzâr-i bâşitâb : (f. s. t.) Hızla geçiş.
Güzâr-ı bâşitâb-i ömr : (f. is. t.) Ömrün hızla geçişi.
Leb-i cû(f. is. t.) Irmak kenarı. Farsçada dudak demek olan leb kelimesi deryâ, cû gibi kelimelerle beraber kullanılınca, burada olduğu gibi kenar manasına gelir.
Sımâh-i cân : (f. is. t.) Can kulağı.
Cûş-i âb : (f. is. t.) Suyun coşması, coşkuna kışı.
Bu beyitte, suyun çoşkun akışından çıkan sesin, ömrün su gibi çabuk geçmesinden şikâyet eden bir feryat olarak gösterilmesi gibi güzel bir mecaz vardır.
Birinci mısradaki, üstü kapalıca anlatmak, sezdirmek manasıyla kullanılan işrâb kelimesinin asıl manası içirmektir. Bu itibarla, cû ve âb kelimeleriyle manaca münasebetlidir; beyitte tenâsüp san'atı vardır.
İkinci mısradaki âb kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak ökumak lâzımdır:

***

VI
Pürbîm-i bîvefâyi-i ahbâbım ol kadar
Yâr-i kadim-i gamla gönül ülfet istemez

Vezni: Mefülü Fâilâtü Mefâîlü Fâilün

Günümüz Türkçesi
Dostların vefasızlıklarından artık o kadar korkuyorum ki, gönül, eski dostu olan gamla bile görüşüp konuşmak istemez.

İzahlar:
Bîvefâyi-i ahbâb : (f. is. t.) Dostların vefasızlığı.
Pürbîm-i bîvefâyi-i ahbâb : (Zincirleme f. is. t.) Dostların vefasızlığından korkmuş olan.
Yâr-i kadîm : (f. s. t.) Eski dost.
Yâr-i kadîm-i gam : (f. is. t.) Eski dost olan gam.

NAHİFİ
I
Seyl-i sirişki pâyına yârın nisâr edüp
Ol serv-i nâza arzedelim mâcerâmızı

Vezni: Mefûlü Fâilâtü Mefâilü Fâilün
Günümüz Türkçesi
Gözyaşı selini sevgilinin ayağına saçarak o selvi boyluya başımızdan geçeni (aşkımızı) bildirelim.

İzah
Seyl-i sirişk : (f. is. t.) Gözyaşıs eli.
Serv-i nâz : (f. s. t.) Yeni yetişen selvi; mecâz olarak, uzun boylu güzel,
Bu beyitte de tenâsüp san'atının güzel bir misali vardır: Seyl ve sirişk kelimeleri biribiriyle münasebetli olduktan başka, su ile alâkası dolayısıyla, serv de bu tenasübün içine girmektedir. Ondan sonra, baştan geçen şey, vak'a manasıyla kullanılmış olan mâcerâ kelimesi de asıl lûgat manası ile cereyan eden, akan şey demek olduğuna göre cereyân ile seylin münasebeti de meydana çıkmaktadır.

***

II
Mir'âta bakma bir iki gün eyle tecribe
Sabreylemek firâkına müşkil değil midir

Vezni: Mefûlü Fâilâtü Mefâîlü Fâilün

Günümüz Türkçesi
Bir iki gün aynana bakma da, senin ayrılığına dayanmanın güç olup olmadığını dene.


III
1. Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
    Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım

2. Ey seng-dil etmez mi senin kalbine te'sîr
    Hârâları hâkister eden âteş-i âhım

Vezni: Mef'ülü Mefâîlü Mefâîlü Fâûlün
Günümüz Türkçesi
1. Ey ay yüzlüm! Seni göz gördü ve gönül sevdi. Kurbanın olayım, bunda benim suçum var mı?
2. Ey taş yürekli! Sert kayaları bile kül eden âhımın ateşi senin kalbine tesir etmez mi?

İzahlar:
III
2. Seng-dil : (f. St.) Taş yürekli.
Âteş-i âh : (f. is. t.) Ahın ateşi.
Bu beyitte, seng dil sıfat takımındaki seng kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece kâişılığı olacak tarzda okumalıdır

***

ESRAR DEDE
I
Ağlatmayacaktın yola baktırmayacaktın
Ol va'de-i tekrâr betekrârı unutma

Vezni: Mefulü Mefâîlü Mefâîlü Fâülün

Günümüz Türkçesi
Hani ağlatmayacaktın, yola baktırmayacaktın? O tekrar tekrar verdiğin sözü unutma!

İzahlar:
Vâde-i tekrâr betekrâr : (f. s. t.) Tekrar tekrar edilen vait; kat kat verilen söz.
Bu beyitte birinci tekrâr kelimesinin râr hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır.


II
Seherde bâğa geldi seyre cânân
Neler seyreyledi bîdâr olanlar

Vezni: Mefâilün Mefâilün Fâûlün

Günümüz Türkçesi
Sevgili, sabahleyin gezmek için bahçeye geldi; uyanık olanlar neler seyretti!..

İzahlar:
Bu basitliği içinde çok ince manalar taşıyan beyitte, bilhassa “bîdâr” kelimesinin aldığı manaya dikkat etmek lâzımdır. Uyanık demek olan bu kelime ile asıl gözkapaklarının açıklığı değil, ruhun uyanıklığı ve duyma kabiliyeti anlatılmıştır. Bu surette, “neler seyreyledi” kelimeleri de, okuyanı, tatlı bir bahar sabahında gül bahçesinde gezmeğe çıkmış olan sevgilinin güzelliği hakkında nihayetsiz denebilecek tasavvurlara sevk etmeye müsait olacak tarzda kullanılmış oluyor.

***
VEYSİ
I
Gider hâb-ı tegafül dîdelerden dûrolur bir gün
Bu meclis böyle kalmaz mestler mahmûr olur bir gün

Vezni: Mefâîlün Mefâilün Mefâilün Mefâîlün

Günümüz Türkçesi
Bir gün gözlerden, (o sevgilinin gözlerinden) tegafül, ( bizi tanımazlık) uykusu gider, dağılır; bu meclis böyle kalmaz, şimdi zevk ve keyif sarhoşu olanlar, nihayet sarhoşluğun sonundaki rahatsızlığı duyarlar. (Bu keyiflerinden acı acı; uyanırlar; bize ettiklerinden pişman olurlar.)

İzahlar:
Hâb-i tegüfül : (f. is. t.) Tegafül uykusu; uyku gibi olan anlamazlıktan geliş hali.
İkinci mısradaki mest kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
Dünyanın geçici zevklerinin ve neşelerinin sonunda duyulan hüznü ve perişanlığı anlatan bu güzel beytin, XVIII’inci asrın en çapraşık nesrini yazan Veysi'ye ait olması bilhassa dikkate değer.

***

MÂHiR
Kani ol gül gülerek geldiği demler şimdi
Ağların hâtıra geldikçe gülüştüklerimiz

Vezni: Feilâtün (Fâilatün) Feilâtun Feilâtün Feilün (Fa'lün)

Günümüz Türkçesi
0 gülün gülerek geldiği zamanlar nerde kaldı? Şimdi, gülüştüğümüz demleri hatırladıkça ağlarım.
İzahlar:

Kani, hani demektir. Bunun gibi, eskiden hangi yerine de kangî derlerdi.
Birinci mısradaki gül kelimesi; istiare yolu ile neşeli güzel yerine kullanılmıştır.
Bu beyitte tezâd san'atının en güzel misallerinden biri vardır.

***
FİTNAT
Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce
Sünbül hamolur reşk ile kâkül bükülünce

Vezni: Mef'ûlü Mefâîlü Mefâîlü Fâûlün

Günümüz Türkçesi
O küçük ağız gülünce, güller utançla kızarır ve kâkül bükülünce sümbül hasetle kıvranır

İzahlar:
1. Bu beytin birinci mısraındaki gonce kelimesi mecâz olarak âğız yerine kullanılmıştır.
Ham, Farsçada, büklüm, kıvrım, manasınadır. Hamolmak bükülmek, kıvrılmak demektir.
Her iki mısrada tenâsüp san'atından başka güzel birer hüsnü tâlil vardır: birinci mısrada güllerin kırmızılığına, güzelin ağzı yanında soluk, renksiz kalmaktan ileri gelen bir mahcupluk; ikinci mısrada ise sümbülün yapraklarının kıvrım kıvrım oluşuna, gene o güzelin kâkülleri, yanında letafetsiz, olmaktan doğan bir kıskançlık sebep olarak gösteriliyor.

 

NECMETTİN HALİL ONAN, İZAHLI D.Ş.ANTOLOJİSİ

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi