Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 Sohbet Örneği

Oldum olasıya yok, bilmiyorum, olmaz gibi sözcükleri sevmem, belki de şimdi nereden çıkardınız diye soracaksınız bunları bana durup dururken nereden aklınıza geldi bu sözcükler. Türkçede yok mu? "Sözlüklerde yer almamışlar mı?" diyeceksiniz. Bana kalsa, bu sözcükleri sözlüklerden çıkardığım gibi yasaklarım da! Var dururken biliyorum dururken, olur dururken niye hep birtakım olumsuzluklar belirten sözcüklere sarılırız bilmem. Hatta bana kalsa olumsuzluk eklerini de atarım kitaplardan. Bu iş de burada biter.

ŞEHİR MEKTUPLARI

Lüfer hakkında duyduğum acıyı size naklettiğim gün arkadaşlar­dan ve acemi balık avcılarından biri, eli sarılı olduğu hâlde, ziyareti­me geldi. Biçare sararmış, morarmış, pek çok acı çekmiş olmalı ki merdiveni zorla çıkarak odama gelebildi.

-Geçmiş olsun, birader, ne oldun? diye sorunca:

-Senin lüferin derdine uğradım, dedi. Aramızda şu yolda bir ko­nuşma açıldı:

-O nasıl dert?

-Canım! Bu sene Boğaziçi'ne gitmedik mi?

-Evet.

Herkes balığa çıkalım, diye teşvik etti. Ben de, meşguliyet, bir eğlence olmak üzere işe giriştim. Üç yüz kuruşa bir sandal aldım. Ol­taları tedarik ettim. Zokaları yaptırdım. Alet edevat, dediler; kanca, kakıç, sünger, çamçak, süzgeç falan bulduk. Bize bin kuruş masraf ettirdiler. Arada sırada, izmarite falan çıktım. Velhasıl, lüfer söktü. Geçenlerde, Umur Yeri önünde oltaları indirdik. Yirmi üç kulaçta du­ruyoruz. Lüfer de ısırır, ısırmaz. Akşam balığını tamamlayalım, der­ken bir tanesi takıldı. Acele ile çektim. Şöyle bir lüfer. Ortalık da ka­rardı, kararacak. Hemen sarıldım. Birdenbire, canım çekiliyor zan­nettim. Meğer, tuttuğum trakonya imiş. Sarılır sarılmaz vurdu. Az kal­dı ölüyordum.

-Vah, vah! Sonra?

-Sonrası, hâlâ çekiyoruz.

-Demek, avdan vazgeçtin.

-Ertesi gün, hepsini sattım.

Trakonya denilen o küçültülmüş ejder müthiştir. Onun "Barsam" denilen başka bir korkuncu daha vardır ki, sahillerimizdeki deniz âfetlerinden sayılır. Dikkat lazımdır. Lüfer bir kere dişlerse, o da acı­tır. Fakat köftehor ne kadar ısırırsa ısırsın, sonra biz de onu dişleyip ısırıp, ezip yutarız.
Meşhur olduğu üzere, bizim aşçıbaşı gibi balıktan anlayan uşaklardan birine, yine benim gibi safdil bir zat lüfer ısmarlar. Herif gider, iki palamut alıp getirir. Efendi bunu görünce:

-Ayol, bu nedir?

-Balık.

-Balık ama bu palamut, lüfer değil! der.

Fakat uşak bizim aşçıbaşı gibi değil, biraz söz anlar olduğun derhâl, tam bir hayretle efendisinin yüzüne bakarak:

-Amma yaptın, efendi ha! Sanki, biri denizin dibine inmiş de, balıklara isim koymuş gibi söylüyorsun! diye eblehçe bir cevap verir.

Merak bu, ya! Balık Pazarı'ndaki balıkçıya giderek, bizim lüferin hikâyesini anlatmak ve balıkçının ne diyeceğini öğrenmek istedim. Gittim. O maydanoz perçemlisi orada duruyor. Beni görünce gülümsedikten sonra, fiyakacıya dedi ki:

- Beyefendi balığı tanıyor ama parayı az veriyor .

Maksat şaka değil mi ? Ben de çeneleri açtım:

- O balıkta zaten senin gözün kaldı.

-Estağfurullah, beyim! Ne oldu? Köpek mi kaptı?

-Hayır, aşçı kaptı.

-Bazıları öyledir. Bizim bir efendi var. O iyi bir balık gönderdi mi akşam aşçısı pişirir, yer, sonra "Kedi kaptı!" dermiş. Sakın, o aşçı size gelmesin?

-Öyle değil. Bizim aşçı o lüferleri ne yapsa beğenirsin?

-Kokutmuş mu?

-Hayır palamut...

-Anladım, anladım. O herife, sen armut da versen yine tava eder.

Bizim balıkçıdaki, "leb" demeden anlayış nasıl? Fakat biz, bir yirmi beş daha sulayarak, yine bir miktar lüfer almaya mecbur oldul

Balıkçı "Köpek mi kaptı?" diye sorunca, hatırıma Cerrah Paşa'daki kurnaz bir sokak köpeği geldi. Bu hayvan, o kendine vergi zekâyı sarhoşların ellerindeki balıkları kapmakta pek güzel kullanırdı. Akşam saat yarım raddelerinde, caminin önlerinde uyuma pozunda büzülür. Gözü mey içen dünyalıları ta uzaktan tanıdığı için, eğer neşeden başı hoş adam yarım okka ile kafayı tütsüledikten sonra eline bir okka da uskumru, iki üç palamut almış ise, ta yanından ve­ya hizasından geçinceye kadar yerinden kımıldamaz. İki üç adım ilerler ilerlemez kalkar, yavaş yavaş balığın kuyruğuna dişlerini geçi­rir. Beraberce yürür. Sarhoşumuz farkına varıp da:

- Hoşt! diye hızla çekince o da aşağıdan asılır. Bir hâlde ki sap­lar kopunca balık yere düşer. Artık, kapışan kapışana! Fakat bu ba­lık avcısı dayağa dahi sırt verdiğinden, balığı bitirinceye kadar bas­ton, taş, sopa gürültüsüne aldırmaz.

Şehir Mektupları, Ahmet Rasim

SON EKLENENLER

Üye Girişi