Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

 PEYAMİ SAFA-EDEBİ PORTRELER

İnce, cılız bir boyun üstünde kocaman bir baş. Yorgun çizgili bir yüz. Solgun bir ten, ağır kımıldanışlı, azıcık şiş kapaklar altında, henüz uyanmış hissini veren dalgın, derin, fakat boş gözler. Bu boşluk duygusu, belki de onlardaki maviliğin tesiridir.

Keskin bir çizgiyle düşen alında bakışlarınız, tutunamadan kayar ve kemerli mağrur burnuna takılıp kalır. Peyami Safa’yı, en çok galiba bu mağrur burun ve acı manâlı ağız anlatıyor.

Boyuna göre sesi gürdür. Tok tok konuştuğunu işitince, arkasında daha gürbüz bir adam arayacak olursunuz.

Eskiden yürüyüşü daha hızlı, duruşu daha yumuşaktı. Son yıllarda adımları ağırlaştı, burnundaki gurur bütün varlığına yayılır gibi oldu. Önceleri kolay gülümserdi; şimdi çatkın bir yüzle geçiyor. Bu, belki de incittiği kimseleri daha evvel davranıp bastırmak için düşünülmüş bir tedbirdir. Fakat bu buruşuk maskede heybet değil, sadece nahvet var.

Ben, onu Mütareke yılları içinde tanıdım. Galiba bir mizah mecmuasının idarehanesinde görüşmüştük. Basık tavanlı, çıplak duvarlı ve tahta masalı bir yerdi. İnsanda cilt hastalığına uğramış bir hayvan tesiri bırakan meşin bir kanepeye oturmuştuk. Her kımıldanışımızda bu kanepenin tel bağırsakları gurulduyor, gıcırdıyordu.

Ama dekordan ziyade hayata, şekilden çok ruha baktığımız günlerde idik.

İçimize, tecrübenin ibret tortusu çökmemiş, gönlümüzdeki baharın meyveleri çürümemişti. Pek iyi anlaşıyorduk.

Hâdiseler, fikirler karşısında, aynı perdeye akort edilmiş sazların sesini verirdik. Gerçi içli dışlı değildik. Ama işlediğimiz mevzularda bu beraberlik sezdirdi. Sonra, aramıza ayrı ayrı yollarda harcadığımız geniş bir zaman dalgası girdi. Birbirimizi kaybettik.

Ondaki Marksizm düşmanlığım seviyor ve takdir ediyordum. Fikirlerini cesur bir atılganlıkla söyleyişi hoşuma gidiyordu. Yaralı sandığı yerlere çekinmeden öyle bir kalem saplayışı vardı ki yanlış hamleler yapsa bile, bunlar, niyetindeki halisliğe bağışlanabilirdi.

Ne yazık ki gitgide hamlelerinin ilhamını kalbinden ziyade ihtirasından almaya başladı. Gururunun tuttuğu dev aynasında kalemini mızrak olmuş gördü ve bu serap büyüklüğünü gerçek sandı. Fıkracı Peyami Safa’yı ben işte böyle görüyorum. Romancı ve sanatkâr Peyami’ye gelince:

Onun bu hüviyetini, ikiye bölünmüş buluyoruz:

1.    Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye gibi eserler veren sanatkâr adam,

2.    Cingöz Recâi tipinde şeyler karalayan kişi.

Edebiyat çerçevesine giren eserler ile Peyami, gerçekten bir kıymettir. Çizdiği ruh ve karakter hudutlarıyla romanı gelişigüzel bir macera ve vaka kumkumalığından çıkarır. Kahramanlarını, yalnız sanatkâr yaradılışların insiyakî kuvvetiyle yürütmekle kalmaz, onları geniş ve etraflı bir okuyuşun zengin tahlilleriyle de süsler. Müşahedelerinde kuvvetli bir objektifin zabıtları duyulur. Romanı küçük çapta bir dünya yapmasını bilir.

Çapraşık ve tezatlarla dolu karanlık ruh dehlizlerinde zekâsının ışığı ile sürçmeden yürür. Eğer o, bizde birinci sınıf bir romancı olarak tanınmamışsa, kabahat kendisinin değildir.

Peyami’nin belki bir gün bu hakkı da tanınacak, ruhlar ve fikirler, günlük hâdiselerin tortusundan sıyrılınca, hınçlar, durulacak, gerçeğe âşık aslî duyguların aydınlığında herkesin payı ayrılacaktır.

Server Bedi için, böyle bir şey söylenemez. Zaten bana kalırsa, onun böyle bir hak dava ettiği de yoktur.

Server Bedi’i aynı sermayenin daha aşağı bir semtte açtığı başka bir mağaza gibi düşünebiliriz. Onda sanat endişesi, güzel yaratmak gayesi aramak boşuna emek harcamak olur. 0 Peyami’nin sadece kazanmak için kullandığı bir kalem amelesidir.

Yalnız insaf namına şunu da söylemek lâzımdır ki, bu kalem amelesi Server Bedi’in de arada sırada, bir ustabaşı derecesine yükseldiği oluyor.

Peyami’yi tetkik eleğinden geçirirken, bu dakikaya kadar sade sanat bakımından göz önünde tuttuk. Verim bolluğunu hiç dikkate almadık. Hâlbuki doğru dürüst bir inceleyişte bu noktada iyi durmak gerektir.

Bugünün piyasasında şair, romancı, muharrir diye yer tutmuş, adını tarihe vermiş kıymetlerin hemen her biri, sanatı bir geçim yolu olarak tutmamıştır. Hayatta ayrı vazifeleri vardı. Sanatı, ancak zevk vasıtası diye tanırlardı.

Peyami, bütün hayatını sanata vermiştir. Ona dayanarak yürüdü. Hattâ şöhretsiz günlerinde bile bu yürüyüşten ayrılmadı. Server Bedi’in doğuşu da yine bu ayrılmayışa sıkı fıkı bağlıdır. Yaşamak için yazmaya muhtaçtı. Kalemi, kendi kendine kaldığı demlerde ayrı renk, başka koku, yeni hayal, denenmemiş tahlil arar; yine aynı kalem, kazanç tarlasında bir saban gibi işlerdi.

Onda iki türlü varlık görüşümüzün sebebi işte budur. Çok veren tarlada öz az olur; bol yemişli dallarda nasıl daneler büyüyemezse, Peyami de bütün eserlerinde, eğer seçme bir kudret göstermediyse, bunu biraz da bu bol verişin bir neticesi gibi kabul etmeliyiz.

Şurası da inkâr olunamaz ki eserleri iyi taranırsa, birçok meşhurlar kadar onun da güzel şeyler verdiği meydana çıkar. Zaman çakılla inciyi ayıracak ve ona hak ettiği yeri verecektir.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi