Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

PEYAMİ SAFA 

1899 yılında İstanbul'da doğdu. Düzenli bir öğrenim göremedi. Kendi kendisini yetiştirdi. Çok genç yaşında iken basın hayatına girdi. Bundan sonra belli bir görev almayarak, ömrü boyunca geçimini kalemi ile sağladı. 1961 yılında İstanbul'da öldü.

Hayatını kalemi ile kazanmak zorunda olduğu için, edebi nitelikten yoksun ve sansasyonel yapıdaki eserlerini Server Bedi imzasıyla yayınlayan ve bu alanda pek çok eser veren Peyimi Safa, fikir ve edebiyat yönünden değer verdiği ürünlerini asıl imzasıyla yayınladı. Orta çapta bir düşünür de olduğundan iyi bir sohbetçi, fıkracı, makaleci ve incelemeci olarak tanındı.

Romanlarında - başlangıçtan sona doğru daima gelişip derinleşerek - insan ruhunun çeşitli problemlerini ele almaya ve bunlar üzerinde durmaya önem verdi. Bu sebeple onun romanları başarılı birer tahlil ürünü değerindedir. Kitabın sonunda adları verilen romanları dışındaki başlıca eserleri şunlardır: Türk İnkılabına Bakışlar, Millet ve İnsan, Felsefi Buhran, Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm, Doğu - Batı Sentezi. Yazar ayrıca Kültür Haftası ve Türk Düşüncesi adlı iki fikir ve edebiyat dergisi de yayınlamıştır.

(Peyami Safa’nın kitaba alman Matmazel Noralya'nın Koltuğu adlı romanı, insan ruhunun metafizik düşüncelere karşı olan eğiliminin çeşitli kişilerdeki belirtileri üzerine kurulmuş bir inceleme niteliği taşır.)

MATMAZEL NORALYA’NIN KOLTUĞU

- Romanın Özeti -

Ferit, ince ruhlu bir hariciye memuru ile öğrenimini batıda yapmış, hassas, sinirli, içki düşkünü bir annenin çocuğudur. Anne veremlidir. Ailenin, Ferit'ten büyük iki kız, Ferit'ten küçük bir kız olmak üzere üç çocuğu daha vardır. Ferit'in iki ablası, annelerinden kaptıkları hastalık sonucu, arka arkaya ölürler. Bu acılara dayanamayan baba, çevresinden kaçar gibi, Avrupa'ya gider. Bu arada verem, Ferit'in küçük kardeşi Nilüfer'e de geçmiştir. Hastalığın daha ilerlememesi için Nilüfer'i teyzesi yarıma alıp annesinden ayırır. Bundan kısa bir süre sonra veremli anne de ölür.

Birbirini izleyen bu acı olaylar Ferit'in moralini iyice bozmuştur. Bu yüzden, devam etmekte olduğu tıp fakültesinden ayrılır. Olaylar onda bazı metafizik duygular yaratmıştır; onun için felsefe öğrenimine yönelir. Delikanlının artık dikili bir ağacı, belli bir evi yoktur. Hem çok sinirli hem de çok cimri olan teyzesine sığınmayı aklına bile getirmez. Kaldı ki bu teyze, isteyerek yarıma aldığı Nilüfer'e karşı bile daima haşindir. Genç adam bir pansiyona yerleşir.

Biraz babasının, biraz da karşılaştığı düzensizliklerin etkisi ile Ferit, din duygusuna karşı uzak kalmıştır. Kalmakta olduğu pansiyonda çeşitli tipler ve kişiler barınmaktadır. Ailelerden birinin kızı ortalıkta çok zaman hemen çırıl çıplak dolaşmakta, kayıplar âleminden bir şeyler duyduğunu tekrarlamaktadır. Başka bir odada romatizmadan adeta kötürümleşmiş bir Tosun Bey oturmaktadır. Lise öğretmeni Aziz Bey de bir başka karakterdir.

Ferit, burada da bunalımlar, huzursuzluklar duyar, bunun sonucu olarak sevgilisi Selma ile kavga edip ayrılır. Sonra bu ayrılığa katlanmanın zor olacağını anlarsa da bir türlü gururuna yedirip ondan özür dilemeye gidemez. Nilüfer, zaman zaman Ferit’e gelmekte; teyzesinin kendisine yaptığı eziyetlerden yakınmaktadır. Bunlara çok kızan Ferit, bir seferinde, bu yüzden teyzesini öldürebileceğini ağzından kaçırır. Onun bu konuşmasını ve teyzesinin çok zengin olduğunu Tosun Bey duymuştur.

Birkaç gece sonra, kayıplardan haber veren Zehra, birden çığlık çığlığa uyanır; o anda birisinin bıçaklanarak öldürülmekte olduğunu hissettiğini anlatır. Buna pansiyonda, Ferit dâhil, kimse inanmaz ama iki üç saat sonra teyze hanımın bıçakla öldürüldüğü haberi alınır. Aynı zamanda kadının bütün paralan ve mücevherleri de çalınmıştır. Ertesi günü Ferit'i, Tosun Bey odasına çağırıp, bir çekmece içindeki, teyzesinin paralarını teslim eder. Tosun Beyin yaptığı açıklama da şudur: Kendisi aslında profesyonel bir katildir. Teyzeyi kendisi öldürmüştür. Bunu Ferit'e acıdığı için yapmıştır ve amacı teyzenin servetini ona aktarmaktır.

Çevrenin etki ve izlenimleri, üst üste gelen aşın heyecanlar, hele Nilûfer'in hastalığının artarak hastanelik olması Ferit'i daha çok sarsmış, biraz da bulandırmıştır. Şimdi kendisi de, odasında birtakım göze görünmez varlıkların dolaştıklarına, kilitli kapısından bir şeyler söylemek istediklerine, hatta bazen boğazına sarıldıklarına inanmaktadır. Artık son derecede vehimli, sinirli, kuşkucu, korkak olmuştur.

Aziz Bey, Ferit'e - bütün bunlardan kurtulmak için Adada bir ev tutup Nilüfer’le birlikte bir süre dinlenmesini salık verir. Ferit, denileni yapar; bir yıl önce ölmüş olan Matmazel Noralya adlı bir kadının evini kiralar. Ama bu evde geçirdiği ilk gece de kendisi için korku verici olmuştur. Hissettiğine göre o anda bir koltukta oturmaktadır ve karşısında Matmazel Noralya bulunmaktadır. Kadın, durmadan ona bir şeyler anlatır durur. Bu bir uyku hâli midir, kâbus mudur, Ferit bunu bir türlü tayin edemez. Ertesi günü, Aziz Beyle birlikte evin her yanını dolaşırken, odalardan birinin kilitli olduğunu görür. Hizmetçiye odayı açtırınca şaşkınlıklar içinde donup kalır: Oda ve odadaki koltuk, bir gece önce gördüğü dekorun aynısıdır. Ferit hizmetçiden, Matmazel Noralya’nın kim olduğunu sorar. Kadının anlattığına göre Matmazel Noralya çok acı çekmiş, çok mutsuz yaşamış, bu yüzden genç yaşında kendisini dine ve tanrıya adamış biridir. Son yıllarda ise hemen hiç odasından çıkmamış, kayıplar dünyasından haberler vermeye başlamıştır. Hizmetçi kadın, bunları anlattıktan sonra Ferit'e Noralya’nın özel defterini de verir. Koltuğa oturup defteri okumaya başlayan Ferit, içinde yeni sezgilerin geliştiğini hisseder. Bu olayı, koltuğu ve defteri benimser, birkaç gece de moral gücüne ulaşır; artık dine karşı saygılı ve inançlıdır, iyileşmeye yüz tutan kardeşi Nilüfer de bu durumdan memnundur. Genç kızla Aziz Bey arasındaki duygusal arkadaşlık Ferit'i daha da memnun kılar. Bu fırsattan yararlanarak sevgilisi Selma ile de barışır.

Artık bunalımlar bitmekte, geride kalmakta, gerçekçi ve mutlu günler ufukta belirmektedir.

 

MATMAZEL NOALYA'NIN KOLTUĞU

- Romandan Bir Parça 

-(Teyzesinin öldürülmesi olayı, Ferit'te birtakım şüpheler ve bunalımlar meydana getirmiştir.)

"...Hayatının en baş döndürücü, en allak bullak edici on iki saati. Aman Allah! Karakoldan eve, evden adliyeye, adliyeden karakola... İçinde "Acaba teyzemi ben mi öldürdüm?" şüphesine kadar giden savruk düşüncelerle, Nilûfer'in katil olması ihtimali bulunmadığını adliyede izah edip tevkifine mâni olmaya çalışan avukatın delilleri arasında, teyzenin kanlı yüzünü sık sık Ferit'in şuuruna çıkaran sayısız hayallerin kasırgası...

Sonra yine profesörün delâletiyle - Ah şu adam! Ben yalnız onun iyiliklerini ödemek için bile yaşamak ve çalışmak zorundayım - Nilûfer'in Nişantaşı'ndaki hastaneye taşınması... Bittim... Bittim!

Ferit yine saate baktı. Beşe çeyrek vardı. Biraz dinlendikten sonra hastaneye gidip Nilüfer'i görmeliydi. Ona sormalıydı: "Ben sana teyzemi öldürmek istediğimi söylediğim zaman, kanlı ellerimi onun yüzüne sürmeyi düşündüğümü de söyledim mi?" Hayır. Fakat bak iki gözüm, Nilüfer'e bunu söylemekte bir tehlike var. Ya teyzemi öldüren o ise? Fakat mümkün mü O, bir adam öldürebilir mi? Nilûfer’in bir kuş öldüremeyeceğini ve yüz adam öldürebileceğini iddia edenlere de hak verdirecek huy tezatlarını, anasının da, babasının da, yedi ceddinin de kromozomlarından onun bol bol aldığına şüphe yok. Ne dedi o gün? "Acır mıydı hiç? Vallahi o karıyı öldürmek benim de kaç defa aklımdan geçti.” Fakat Nilüfer'i kurtaran şey, gecenin o saatlerinde, bekçilerden birinin o sokaktan elinde bavil (bavul) şüpheli bir adamın çıkıp hızlı hızlı yokuşu inmesiydi. Bekçi bu adamı görmüştü. Cinayeti haber aldığından yirmi dakika kadar evvel... Gölge köşeyi kıvrılınca arkasından koşan bekçi onu gözden kaybetmişti. Yokuşlardaki evlerden birine mi girmişti gölge? Sonra komşular, Nilüfer'in ahlâkı ve Necmiye Hanımla iyi geçindiği hakkında o kadar dostça ve mübalağalı ifadeler vermişti ki, profesörün de aile hakkında iyi şahadeti üst üste gelince kızcağız yakayı kurtarabilmişti. Ha!... Hastalığı da adliyenin yüreğini yumuşatmıştı. Fakat bavullu gölge eğer Ferit'in uyurken vücudundan ayrılan ruhu (double'u) değilse, onun teyzesini bıçakla kalbinden vurmak istediğini, kanlı avuçlarıyla maktulün yüzünü kızıla boyamayı düşündüğünü ne biliyordu? Hesapça teyzeyi ya ben öldürdüm, ya Nilüfer...

Ferit yatağından birdenbire sıçradı. Şimdi hatırlıyordu. Teyzesini öldürmek ve açıkladığı şekilde öldürmek istediğini bir de Tosun'a anlatmamış mıydı? Hayır, fakat dur; romatizmalı bacaklarıyla... Dur... Romantizma... Hangisi? Romantizma var, aylarca hastayı odasına mıhlar; romantizma var, azalır çoğalır. Olmaz. Hem de niçin? Paraya ihtiyacı hesaba vurulduğu zaman, olamaz, olamaz, yok. Bu dünyada her şey olur. Fakat olağanlık derecesi ihtimali hesaba vurulduğu zaman, olamaza yaklaşan nisbi bir olamazlık olmaz bu. Peki, iki gözüm, o olmaz da ne olur? Nilüfer mi teyzesini boğazlar? Sen mi geceleyin somnambul halinde, Zehra'dan aldığın gizli bir telkinle evden çıkıp gider, kadıncağızı temizlersin?

Tabii... Vasfi Bey’in evinde her şey olur; Manik'i taife götürür, Fatma'nın, Hüseyin'in horlayıp koynuna girer. Zehra havayı koklayarak saatin kaç olduğunu bilir. Duvarda teyzenin kalbine bıçak saplanarak öldürüldüğünü sinema seyrediyormuş gibi görür... Aman dur! Kes! İçim eziliyor. Daha ağzıma bir lokma bir şey koymadım. Fakat açlık değil bu. İçim tuhaf bir şekilde eziliyor.

Ağlamak istiyordu; fakat teyzenin öldüğünü haber aldığı on iki saatten beri gözlerinden bir damla yaş çıkmadı. Annesi ve ablaları öldüğü zaman da hıçkırıkları gecikmişti. Fakat bu kadar değil. Tecrübeyle biliyordu ki, hiç bir ölüm vakası, gerçek aktüalitesi içinde, yani geçmişe mal olup da muhayyileye hafıza yolu ile girmeden evvel tesirini göstermezdi. Ancak şimdi, teyzesine karşı ruhunda biraz evvelki istihza kımıldanışının bir reaksiyonu olarak - fakat bu da muhakkak değil ve belki de kısmen doğru - merhamete benzer bir şey duyuyordu. Ölümün, bütün kusurları temizleyen banyosuna teyze şimdi giriyordu. Cimriliği ve hainliği azalmaya başlamıştı. Şimdi asmaya bakan penceresinin önünde ut çalıyordu. Gözlerinde kararan yeşillerin gölgesi ve mahzunluğu vardı. Sevilmemişti hiç Necmiye teyze; evlenmemişti. Onu hiç kimse anlamamıştı. Belki bütün hainler gibi o da bunun için haindi. Fakat şimdi hain değildi. Aşmalı odada Ferit’in önüne kahvaltı tepsisini koyuyor, her zamanki tutuk ve kederli sesiyle "Ekmeğe tereyağı süreyim de ye evladım, diyordu. Çok zayıfsın evladım, ya.. E mi?"

Ferit ağlamaya başladı. Nasıl biz, hislerimizin uşakları, nasıl onların kölesi oluyoruz? Nasıl, ben bu kadını öldürmeyi düşünecek kadar onun bende bıraktığı iyi tesirlere ve hatıralara ihanet edebiliyorum? Onu ben öldürmedim, fakat öldüren adamla suç ortağı değil miyim?

Ve kaderine kan şan bir utançla, yüzünü yastığa kapayarak ağlıyordu. Nilüfer'in birdenbire ciğerini deşen hissin ne olduğunu şimdi anlıyordu. Ondan şüphe etmesinden de utanıyordu.

Hemen kalktı, musluğa koştu; ellerini ve başını iyice yıkadı. Nilüfer’i ve ondan sonra da - mutlaka - Selma'yı görmek istiyordu..."

ŞEMSETTİN KUTLU, TÜRK ROMANLARI

SON EKLENENLER

Üye Girişi