Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

NAZIM HİKMET -2

Şimdi iyi hatırlayamıyorum, ama onu galiba Büyük Harb'in or­talarına doğru tanımıştım. Genç, gürbüz, sevimli idi. Sık sık aramıza sokulur, konuşmalarımızı dinler, münakaşalarımıza ka­rışmazdı. Zaman zaman mavi gözlerinde kendine inanışın cesur parıltısı yanar, bazı fikirler söyler, sonra utancından kızarırdı. İlk gördüğüm gün:

-    Kim bu? diye sormuş ve arkadaşların birinden:

Çok istidatlı, fakat şaşılacak derecede cahil. Düşün ki da­ha Fikret'i bile tanımıyor. Bir tek mısraını okumamış! cevabını almıştım.

O zamanlar bir edebiyat meraklısının Fikret'i tanımaması akla durgunluk verecek şeylerdendi. Bu haberin bende hiç iyi tesir bırakmadığını, hatta verilen o istidat müjdesini de yıktığını hatırlıyorum.

Yine o günlerde ben İstanbul'dan ayrıldığım için daha fazla görüşmemiz kabil olmadı. Döndüğüm vakit ise memleket Mü­tareke felâketi içinde idi. Bu sıralarda onun Yaralı Hayalet şiiri­ni okudum. Ne güzel, ne canlı yazılmıştı. Mısralar genç bir kan­la dolu damarlar gibi atıyor, belki biraz sert, fakat kuvvetli ve güzel bir ruh ateşiyle kaynıyordu. Bu iç derinliğinin yanı başında, dil, vezin, kafiye gibi bir dış sağlamlığı da vardı. Kendi kendine:

-    İyi şair, bu çocuk! dedim.

 Sonra Anadolu'ya geçtiğini ve oradan da Rusya'ya atladığını öğrendik.

Moskova'dan, hapishanelerde konaklaya konaklaya döndü. Kafası ihtilâlle dolmuş, şiirinin hem manevî, hem maddî cephe­line bu ihtilâlin bayrağını asmıştı.

Kendisini ikinci görüşüm, beni inkisarlar içinde bıraktı. Pembe yanakları yanmış, yüz çizgileri katılaşmış, tavırlarına hoyratlık çökmüştü. Şapkası ensesinde, paltosu omuzlarında dolaşıyor, kabalığa özeniyordu.

Gözlerine mağrur, tatsız bir bakış da çökmüştü. Kendine benzeyenlerle birleşerek bir mecmuada yazmaya başladı. "Put­ları Yıkalım!" serisi, benimsediği ihtilâlin ilk hamlesidir.

Başta Nâmık Kemal olmak üzere, bütün vatan babalarına saldırmaya yelteniyordu. O büyük adamların, o yüz aklığı deha­ların dağdan kaidelerine kendini bir tükürük hokkası gibi çarptı. Ve tabiî parçalandı.

Şiirde onu yeni bir mimarînin sahibi olarak alkışlayanlar görüyorduk. Fakat ben, bu mimarinin hiçbir zaman dört duvar kurduğuna ve altında yaratıcı bir kahramanı barındırdığına ina­namadım.

Nitekim sonradan öğrendik ki, bu yeni mimarînin bu Kar Helvası'nın mucidi de Nâzım değil, Mayakovski adlı bir Mos­kof şairidir.

Kulaktan dolma bilgilerle, ben, pek kendimi doyuramam. Tuttum o şairin kitabını getirttim. Evet, şekil tıpkı tıpkısına o idi. Şimdi Dil Encümeni'nde çalışan Martayan'a başvurarak bir tanesini tercüme ettirdim. Sanat Ordusuna Emr-i Yevmî adını ta­şıyan şiiri buraya aynen almak isterdim. Nâzım Hikmet'in nasıl bir gölge olduğunu, o zaman bütün gören gözler seçerdi. Fakat bir portrenin dar çerçevesine sığmaz. Zaten şüphe edenler haki­kate kıymet verirlerse, benim gibi yaparak kaynağa kadar iner­ler. Ben, onlara iz de göstermiş bulunuyorum.

Bir gün Nâzım'ı Vakit'te görmüştüm. Daha birkaç kişi de be­raberdiler. Sert, yalçın bir münakaşaya girişmişlerdi. İçlerinden biri yazdığı bir makaleyi okudu. Ben bu münakaşaya hiç karış­madığım halde, Nâzım:

-Sizin hepinizle anlaşabilirim, ama Hakkı Süha ile hayır, de­di

Ben sadece:

-    Tabiî! cevabını verdim. Sonra yarı şaka yarı ciddi:

-        Elbette uzlaşamayız. Senin özün sözüne uymuyor, dedim, proleter geçiniyor, lord gibi yaşıyorsun. O, şaşırdı:

-    Ne münasebet? diye dudaklarını büktü.

-        Şiir mecmuaların işte meydanda, dedim; sayfaların dörtte üç buçuğu boş. Bu kadar israfı lordlardan başka kim yapar.

Gülüştük. Sonra:

-        Evet, diye devam ettim; özünle sözün birbirini tutmuyor. Şiirlerinde: "Tavan arasındaki odama çekildim!" diyorsun. Hâlbuki kaloriferli apartmanda oturuyorsun. "Şömendüfer mar­kalı saatime baktım!" diye yazıyorsun, hâlbuki Zenit saati kul­lanıyorsun. Biz, hakikaten anlaşamayız, uzlaşamayız azizim.

Bunu da şakaya aldılar. Fakat bu şakanın içinde ne kadar ağır bir ciddiyet vardı, bilseniz!..

Bu ideal kahramanının, idealistliğinin de nasıl bir mangır köleliği olduğunu son vesikalar, son makbuzlar ve son hüküm­lerle öğrendik.

 Bir zamanlar "Putları yıkalım!" nârasiyle ortaya atılmış ve Abdülhak Hâmid'in muhteşem alnına "battal" damgasını vur­maya yeltenmişti. Bu iğrenç saldırışın üstünden on sene geçtik­ten sonra, Akşam'da "Seksen Beş Yaşında Bir Delikanlı" ve "Öp­tüğüm El" isimli iki makale ile aynı Abdülhak Hâmid'i göklere çıkardı.

 Nâmık Kemal için de "Takma Yeleli Arslan" demişti. Üç pa­dişaha, bütün ikbal saraylarına, zulüm haline gelen bütün bir 'devlet kuvvetine, zindanlara, sürgünlere karşı tek başına silâh­lanan, tek başına çarpışan, tek başına ölen bir kahramana, ger­çek bir idealist -yolları, gayeleri ayrı da olsa- asla bu küstahlığı yapamazdı.

Şairliğine gelince:

Yukarıda Yaralı Hayalet'ini övmüştüm. Hiç şüphe yok ki Nâzım Hikmet, büyük bir şair olmak için lâzım gelen harca sahipti. Fakat elindeki istidat kumaşını, münasebetsiz bir moda' a uydurmak için paramparça etti ve sonunda setr-i avrete bile ya­ramaz kırpıntılarla kaldı.

Bedrettin Destanı yaprak yaprak ne güzeldir. Bunu yazabilen­den daha çok şey umulurdu.

Unutulan Adam ve Kafatası piyesleri ise hiçbir şeye benze­mez. Kendi ideolojisine uydurmak için, yine kendisi maskara bir dünya yaratarak, hücuma kalkışıyor. Mahut değirmeni r karşısında, zavallı Don Kişot bile bu hale düşmemişti.

Hakkı Süha Gezgin, Edebî Portreler

 İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi