Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Hiciv (Yergi, Taşlama, Satir)
İyi veya kötü niyetle şahsî bir kinden veya aykırı görüşten olmaktan ötürü bir kişiyi bir topluluğu, bir olayı veya nesneyi kötülemek, küçük düşürmek yahut gülünç etmek için düzenlenmiş söz ve yazılara Hiciv denir. Hiciv, mizahın en ağır şeklidir. Ancak, bunun da mizah sayılabilmesi için edepli, zarif ve güldürücü olması şarttır. Bayağı söz ve küfürler bahsimize konu değildir,

Neyzen Tevfik'in, hekimlere karşı söylediği şu dörtlük, has bir hiciv örneği sayılabilir:
Bir hazakat-zedeyim midemi "tıb" tepti benim
Kırk katır tepse yıkılmazdı bu sağlam bedenim
Kapladı her yanımı sancı, elem, ağrı, bere
Bir mezar oldu cihan, sanki tabipler haşere.

İngilizlerin hümur (humour) dedikleri mizah kavramı çağlara, milletlere ve halk tabakalarına göre değişir.
Değişik milletleri güldüren söz ve yazıların çoğu birbirine benzemez. İlkin millî karakter, yaşama tarzı gibi kişiye ve topluluğa ait vasıflar mizah anlayışına tesir eder, Çocuklarla büyükleri, cahillerle aydınları, yoksullarla zenginleri, başka başka siyasî görüşte olanları güldüren şeyler de çok kere birbirinden farklı olur. Ancak bütün insanları güldüren, beşeri değerde mizah ürünleri makbuldür.
Mizah, aynı zamanda sosyal bir ihtiyaçtır. Hayatın sert çehresini yumuşatmak suretiyle, dünyanın pembe görünmesini sağlar. Çevrelerinde gülünecek söz ve yazılar bulup avunmak, halkları daha hoşgörülü daha medenî bir hale getirir. Demokratik, hür cemiyette mizah açık ve tehlikesiz bir şekilde geliştiği için halkın öfke ve sıkıntılarım dağıtan emniyet supabı gibi olur. Baskı altında ezilen hürriyetsiz veya düşman işgaline uğramış ülkelerde ise mizahın en zehirli kolu olan hiciv alır yürür. Nitekim hürriyetleri yok ederek korkunç zulümlerini yürüten eski krallıklar ile komünist-faşist totaliter idarelerde ezilen milletler, devletin büyük kuvvetlerine karşı koymak, isyan etmek gücünde olmadıkları için, diktatörleri, onun imtiyazlı adamlarını, gözde partilileri ve bürokratları küçük düşürme vasıtası olarak mizahı kullanırlar. Böyle ülkelerde doğru yanlış söylentiler ve yakıştırmalarla beslenen bu hiciv, sonunda isyan ve ihtilâllere bile meydan açar. İnsan zekâsının hakkı olan mizah, yasaklarla önlenemez; aksine daha keskinleşir. Susacağı yerde daha aşırı ve bağırgan olur; halka da tesir eder daha çok benimsenir ve yayılır. Bu düşüncemizi, zalim hükümdarlardan birisi hakkında anlatılan şu kara mizah fıkrasıyla destekleyebiliriz:
Zalim, ele geçirdiği ülkeler halkının can, mal ve namusunu almak için işkenceler yaptırırmış. Buna, Bazen kendi askerleri bile üzülür:
- Bağışlayın artık kralım! Ağlayıp inliyorlar. Alınacak bir şeyleri kalmadı, derlermiş ama ondan boyuna:
-İşkenceye devam edin! emrini alırlarmış.
Nihayet bir gün huzura çıkmışlar:
-Tuhaf şey kral hazretleri! demişler. Halk artık ağlamıyor, her evde tef, darbuka, zilli maşa çalmıyor. Hepsi göbek atıp oynuyorlar.
- Öyle mi? Kesin işkenceyi! buyurmuş, Çünkü bu, umutların kesildiğini gösteriyor. Ümitsiz bir halktan her fenalık beklenir.
Görülüyor ki mizah ve gülüş, insanların son gücü, son direnişidir... Açık tenkid yapılamayan toplulukta bir savunma silahı gibi en çok mizaha başvurulur. Çok defa sonuç da alınır. Çünkü diktanın, zulmün kötü zamanlarında halkın mizahçı temsilcileri hep o zulmü yıkmak için zekâ inceliğiyle çalışırlar.
Mizah, hayal ve hislerden fazla, zekânın verimidir. Gerçi mizahçı, olup bitenlerden, tarihten ve öbür bilgilerden hayal ve mecaz gücünü işleterek elbette faydalanır.
Siyaset ve günlük söylentiler de, mizahçıya sermaye olur. Ama bunların hepsinden beşeri ve ömürlü bir mizah çıkamaz. Birkaç günlüğüne hoşa giden, gülünüp geçilen şeyleri ve sırf yalan, ahlâk dişilik, sululuk, fitnecilik üzerine kurulan hikâye veya fıkraları edebî mizahtan sayamayız. Ölümsüz bir mizah, ancak insanlığı ilgilendiren bir gerçeğe oturan, bütün çağlara seslenen temalardan olabilir. Kişilere ve zümrelere saldıran; insanların tabiî kusur ve sakatlıklarıyla uğraşan; sınıflar, ırklar, mezhepler arasında kin koparmaya çalışan; içine şahsî his ve tahrik karıştırılan mizah denemeleri kısa ömürlü ısırgan böceklere benzetilebilir.
Mizah, daha çok insan zekâsının edebî verimidir, demiştik. Duygular, mizahtan ziyade şiiri meydana getirir.

Gerçeküstücülerin mizah görüşü
Gülme, bugün de ikiyüzlülüğün boyunduruğunu kırmakta kullanacağımız en iyi araçtır. Mizahçı, hayatı bir seyirci gibi görebilmek için kendini hayattan ayırır. Önünde kuklalar oynamaktadır. O, bu kuklaların hareketlerindeki ağırbaşlılığın ne kadar boş, ne kadar asılsız olduğunu görebilmek için yalnız iplere bakmakla yetinir. Böylece mizah, gerçeğe karşı bir çeşit ilgisizliği dile getirir.
Mizah, dünyaya, nesneler arasındaki bağıntıları koparıp başka bir açıdan bakmamızı sağlar. Mizah, özü dolayısıyla alışılmış "akılcı düzen"in sezgilerine dayanan bir yergidir. Şaşırtmacalar, beklenmedik yaklaşmalar, yer değiştirmelerle alışkanlıklarımızı alt üst eder. Zihni başıboş gelişmeye bırakır.
Bizi acılarla harcanmaktan koruduğu için, mizahın yüksek bir değeri de vardır. Onu, bizi yücelten, özgür kılan bir duygu olarak içimizde yaratırız.
Varlığın olağan görünüşlerinin yıkıcısı olan mizah, zihni, beylik ufuklardan saptırarak beklenmeyenle şaşırtır. Böylece, başka bir gerçeği gerçeküstüyü zihnin gözleri Önüne serer. (Gerçeküstücülük, S.H ilâv, E. Erten, O. Kutlar)

Cenap Şehabettin'e Göre Mizah Mizah'ın Felsefesi
Mizah gazetelerinin, zan ve tahmin olunduğundan pek fazla mühim bir vazifesi vardır: Yola getirme, uyartma! Ve bu vazifesini sopa ile yumrukla, kaba vasıtalarla değil ustura gibi kesin nüktelerle, şeytan tozu gibi biraz yakan, biraz kaşındıran, hafifçe öfkelendiren zarafetlerle yapar. Mizah gazetesinin her cümlesi, bir gafilin burnuna yönelen bir fiske olmalıdır.
Baza hareketlerimiz vardır ki, adliyenin müdahalesinden uzaktır. Kanunen hiçbir cezayı gerektirmez; Meselâ yalan, gurur, riya gibi. Resmî cezası olmamakla beraber, bunların yok edilmesi lâzım gelen kötülükler olduğunu hiç kimse inkâr edemez. İşte mizah gazetesi, bu kusurlara karşı kurulmuş bir darağacıdır. Buna cüret edenleri, mizahçının kalem ve fırçalan teşhir eder ve kahkaha-yı umumiye, kırbaçlar. Zira meselâ tekzip edemeyeceğimiz bir yalancıya karşı -hiç şüphe yoktur ki- tebessüm bir çimdik, gülme bir tokattır.
Etrafımızdaki cemiyetin, hepimizden bazı istekleri vardır: Evvelâ ister ki dikkatli bulunalım, dalgın olmayalım. Çünkü dalgınlığın civarımızdakilere zararı dokunabilir. Gökteki yıldızın temaşasına dalıp da kuyuya yuvarlanan Donkişot'a elbette herkes güler. Bir hayale dalmaktan dolayı bir belâya çatan bedbahta, şüphesiz, acıyandan ziyade gülen bulunacaktır. Mizah gazeteleri, büyük dalgınları dürter. "Efendi, kendine gel!" der, Çok defa uyartır; Bazen yuvarlar. Fakat bundan dolayı düşürenin kuvvetini değil, düşenin zayıflığını ayıplamalıyız. Çünkü cemiyet isteklerinden biri de muvazenedir.
Düşmemek için pek dik yürümek de bizi kuşatan fikirlere mülayim gelmez; o da gülünç olur, Âlemin istediği şudur ki, az çok kendisine benzeyelim. Hepsinin burnu akan bir cemiyet tasavvur ediniz: Şüphe yok ki, aralarına giren burnu kuruyu nezleli addedeceklerdir! Hiç kimseye benzememek cezayı gerektirir. Tavırlarımızda, sözlerimizde, kıyafetimizde herkesten bütün bütün ayrılmağa gelmez; gülerler,
Kahkaha, adliye cezalarından daha tesirlidir. Gülünç olmak korkusu, ne kadar fenalıkların önünü almış, ne kadar çirkinlikleri olmadan önce menetmiştir. Zekâ sahipleri, şüphesiz etrafın kahkahasından korktuğu derecede zaptiye nazırından korkmaz. Bu yüzden, istenilen şartları taşıyan bir mizah gazetesi, ahlâk risalelerinden ziyade ahlâkın düzelmesine hizmet eder. Şeyh Sadi'nin tavsiyesi üz-re fenalığı, tezyif meydanına atarak, iyiliği öğretir. Çok defa, düşmek üzre olanların iade-i muvazenesine sebep olur. (Evrak-ı Eyyam'dan, 1915)

GEÇTİ BOR'UN PAZARI
Başta kavak yelleri estiği günler hani
Unuttuğumuz neş'eler, şerefler, ünler hani?
Beklenilen alaylı, şanlı düğünler hani

Servi gibi ümitler döndü birer iğdeye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye

Bilmem ki ne olmaktı senin gayen, maksadın
Fare gibi kitaplar arasında yaşadın,
Ne dans ettin eğlendin ne de sevdin kız kadın

Kim dedi hey serseri gençliğine kıy diye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye

Fırsatı, iyi kolla sakın olma dangalak
Genç iken vur partiyi, durmaya, keyfine bak
Sonra iç şampayalar, viskiler bardak bardak

Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mide'ye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde’ye

Hasan'ın böreğine vaktinde yetişmeli
Hiç durmadan gövdeye atıştırıp şişmeli
Yanıp da kavrulmadan mükemmelen pişmeli

Sonra seni almazlar hiç bir yere çiğ diye
Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye

(1933, Namdar Rahmi KARATAY)

AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI TARİHİ, 1.C

SON EKLENENLER

Üye Girişi