Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

FUZÛLÎ

Divan Edebiyatımızı zirveye ulaştıran şairlerimizden biri olan Fuzûlî, edebiyatımızda en büyük lirik şair olarak ünlüdür. Bu büyük şairin hayatı hakkında bildiklerimiz çok sınırlı olup bunlar şuarâ tezkirelerindeki yetersiz bilgilerle Fuzûlî'nin kendi eserlerinden çıkartabildiklerimizden ibarettir. Bu yüzden şairin hayatı ancak kalın çizgileriyle tespit edilebilmektedir. Onun doğum yılı bilinmediği gibi, doğduğu yer de kesinlikle belli değildir. Tezkire yazarları Latîfî (Tezkiretü'ş-şu'arâ, yaz. t. 953/1546), Ahdî (Gülşen-i Şuarâ, yaz. t. 971/1563) ve Âşık Çelebi (Meşâ'irü'şu'arâ, yaz. t. 974/1566)’nin ondan Fuzûlî i Bağdadî diye söz etmeleri Fuzûlî'nin Bağdat havalisinden yetişmiş olması dolayısıyladır. Kınalızâde Hasan Çelebi (Tezkiretü'ş-şu'arâ, yaz. t. 994/1586) Fuzûlî'nin Hilleli olduğunu, Riyâzî (Riyâzü'ş-şu'arâ, yaz. t. 1018/1609) ise, Kerbelâ'da doğduğunu yazmıştır. Riyâzî, Fuzûlî'nin Farsça tanınmış bir kıt'asından dolayı onun Kerbelâlı olduğunu söyler ki, anlamı şudur : "Fuzûlî, mademki, benim maka­mım Kerbelâ toprağıdır o halde şiirimin her gittiği yerde saygı görmesi gerekir. Benim şiirim altın değil, gümüş değil, inci değil, la'l değildir. Bu kulun şiiri bir topraktır, fakat Kerbelâ toprağıdır." Bu kıt'adaki «makam» yani «bulunulan yer» kelimesi «mevlid» yani «doğulan yer» anlamına gelmediğinden bu kıt'a onun Kerbelâlı olduğunu kesin olarak halletmemektedir.

Fuzûlî'nin, Türkçe Divan'ın önsözünde Irak-ı Arab'da doğup büyüdüğünü ve bütün ömründe başka yerlere gitmediğini söyledikten sonra, Kerbelâ toprağının diğer ülkelerin toprağından daha şerefli olduğunu, bu yüzden şiirinin mertebesinin yüceliğini ve her yerde itibar görmesi gerektiğini söyleme­sinden onun Kerbelâlı olduğu çıkartılabilir. Şairin bu ifadesi Riyazî’nin kaydını güçlendirir gibi görünü­yorsa da Farsça Divan'ın önsözünde şiirlerinin Necef ve Kerbelâ toprağından yetiştiğini, veliler burcu Bağdat'ın suyu ve havası ile beslenip geliştiğini, bu sebeple de gittikleri yerde saygı görmelerini iste­mesi, bu arada Kerbelâ'da yazdıklarının oranın toprağından yapılan teşbih gibi elden ele dolaşması gerektiğini söylemesi, onun Kerbelâ'da doğmuş olduğunu göstermeyip şiirlerini buralarda yazdığını açıklar.

Fuzûlî'nin doğum tarihi de belli değildir. Ebuzziya Tevfik (Numûne-i Edebiyyât-ı Osmaniyye, İs­tanbul., 1308, s. 21) in onun 910-1504'te doğduğunu ve Hille müftüsünün oğlu olduğunu söylemesi hiçbir kaynağa dayanmaz. Farsça Divan'da Akkoyunlu hükümdarlarından Elvend Bey için (ölm. 1504) yazmış olduğu kasideden o sırada en az 20-25 yaşlarında olduğu düşünülürse, Fuzûlî'nin 1480 civa­rında doğmuş olduğu çıkartılır.

Fuzûlî, adının Mehmed, babasının adının Süleyman olduğunu Matlau'l İ'tikad adlı eserinin önsö­zünde söyler. Kaynaklardan yalnız Keşfü'z-zünûn'da - onun bu eserinden alınarak -adının Mehmed bin Süleyman olduğu kaydedilmiştir.

Fuzûlî'nin Bayat aşiretinden olduğu, Sadıkî'nin Mecmau'l-havâs'ında (yaz. t. 1007/1598) yazılıdır. Eski ve büyük bir Oğuz aşireti olan Bayatların Büyük Selçuklular zamanından beri Irak'ta yerleşmiş oldukları tarihî kaynaklarda yazılı bir gerçektir. Bu sebeple, A. E. Krimsky, Cl. Huart ve Minorsky gibi yabancı yazarların, Fuzûlî'nin aslen Kürt olduğunu söylemeleri tamamen yanlış olup gerçeğe aykırıdır. Ne kaynaklarda ne de şairin eserlerinde bu yabancı yazarların iddiasına dayanak olacak hiçbir delil yoktur. Fuzûlî'nin Türk olduğu münakaşa edilemeyecek kadar açık ve kesindir. Esasen Fuzûlî'nin ken­disi de Türkçe ve Farsça divan'larının önsözlerinde ve Hadikatü's Süedâ adlı eserinde ana dilinin Türk­çe olduğunu açıkça söylemiştir.,..

Fuzûlî'nin çok iyi bir tahsil gördüğü, devrinin bütün ilimlerini öğrendiği eserlerinden anlaşılmakta­dır. O, Türkçe, Arapça ve Farsça olarak eserler yazdığı gibi bu üç dilde de şiirler söylemiştir. Fuzûlî'nin kendisi de Türkçe ve Farsça Divanlarının önsözünde ve şiirlerinde naklî ve aklî bütün ilimleri elde et­mek için ömrü boyunca ilim tahsili ile uğraştığını söyler. Fuzûlî'nin edebî ilimleri şair Habîbî'den, Arapçayı Rahmetullah' tan öğrendiği ve hocası Rahmetullah'ın kızına âşık olup «Gözüm çânum efendim sevdügüm devletlü sultânum» mısraının tekrarlandığı meşhur murabbaını onun için yazmış olduğu hiçbir kaynağa dayanmayan söylentilerdir.

Fuzûlî, küçük yaşta, daha mahalle mektebinde kız çocuklarla birlikte ders okurken şiir yazmaya başlamıştır. Türkçe Divanı’nın önsözünde şiire olan meylinin doğuştan geldiğini, yaratılışındaki şiir sev­gisi tohumunun o mektebin havasından nem kaparak filizlenip geliştiğini, böylece oradaki güneş yüzlü güzellerin şevkiyle şiirler yazdığını ve az zamanda şairliğinin herkesçe kabul edildiğini yazar. Ne var ki o, şiir güzelinin ilim ve marifet süsünden yoksun olmasını istemez, ilimsiz şiiri temelsiz duvara benze­terek temelsiz duvarın sağlam olmayacağını söyler. Şiirlerini bilgi ve hünerle temellendirmek isteyen şair, ömrü boyunca ilim kazanmak için uğraşmıştır.

Fuzûlî, Farsça Divanın önsözünde «Fuzûlî» mahlasını niçin seçtiğini anlatır. Şiire yeni başlarken kendisine bir mahlas bulmak için günlerce düşündüğünü, sonra beğendiği her mahlası başkalarının da almış olduğunu görerek şöyle der: "Başkası ile ortak bir mahlas kullanır da şiirde başarısız olursam bana yazık olur. Eğer ben başarılı olursam mahlâsdaşıma zulüm etmiş olurum." Böylece o, kimsenin beğenmeyeceği "Fuzûlî" mahlasını almıştır. Fuzûlî kelimesinin bir anlamı ulûm ve fünûn vezninde faz­lın (erdemlilik, olgunluk) çoğulu olduğu gibi, ikinci anlamı da halk dilinde "fodul, edebe aykırı hareket eden, arsız" demektir. Bu anlamların her ikisinin de kendisine uygun düştüğünü şöyle anlatır: «Bundan daha edebe aykırı bir şey olabilir mi ki, ben yüksek âlimlerle oturup kalkmadığım, padişahların hima­yesinde yetişmediğim, başka memleketlere seyahatten nefret ettiğim halde naklî mübaheselerde âlim­lerin hükümlerine itiraz eder, naklî, meselelerde fakihler arasında ihtilaflı meselelerin asıllarını ayırt etmek iddiasında bulunur, edebî ilimlerde hüsn-i ibare (ifade güzelliği) hakkında mübahase ve üslûp güzelliği hususunda münakaşaya girişirim. Bu hareketim her ne kadar haddini bilmezliğin son derece­sini gösterirse de, Fuzûlî'nin kemaline (mükemmelliğine) de bir işarettir." Şair ilminin ve faziletinin üstünlüğünü göstermek için kendisini fodullukla nitelendirerek ustaca bir ifade kullanmıştır. Fuzulî şiir­lerinde ve eserlerinde daima tek kalmak ve eşsiz olmak arzusundadır. Bu yüzden Fuzûlî mahlasını seçen şair, kendisine başka şairlerden ayrı bir şiir dünyası yaratarak şiirlerinin mânâ ve ifade bakımın­dan kusursuz olması için özen göstermekle edebiyatımızda tek kalmayı başarmıştır.

Fuzûlî'nin şiirleri içerisinde en eski olanı Diyarbakır ve çevresine hâkim olan Elvend Bey (öl 1504) için yazdığı Farsça kasidedir. Kasideden öğrendiğimize göre Fuzûlî ile daha önceden tanışmış olan Elvend Bey, Fuzûlî'nin bulunduğu yere gelmiştir. Elvend Bey'in bu ikinci gelişi Fuzûlî'yi sevindirmiş olup bu kasideyi sunmuştur. Bu tek kaside ile onun Elvend Bey'den ne gibi bir yardım görmüş olduğu­nu bilemiyoruz.

Fuzûlî'nin Beng ü Bade mesnevisi de onun ilk eserlerindendir. Fuzûlî bu eserini Bağdat ve hava­lisi 914/1508'de Safevî idaresine geçtikten sonra yazmış olup eserini Şah İsmail'e (öl. 930/1584) ithaf etmiştir. Fuzûlî bu sırada en az otuz yaşındadır. Şair eserinin başında Şah İsmail'i överken 916/1510'da doğuda Özbekleri yenen Şah İsmail'in Özbek Hanı Şeybek'in kellesini gümüşle kaplata­rak şarap kadehi yaptığına da işaret etmiştir. Fakat ne bu mesnevisinde ne de başka bir şiirinde Şah İsmail'in Fuzûlî'ye herhangi bir yardımda bulunduğuna dair bir işaret yoktur. Fuzûlî, Farsça iki gazelin­de Safevîlerin başkenti olan Tebriz'e gitmek istediğini söyler. Böylece şahın yakınında bulunmak sure­tiyle onun ilgisini çekebileceğini düşünmüştür. Hindistan'da Dekkan'da hüküm süren Kutbşâhîler aile­sinden Kutbü'l-mülûk'un Şiî imamların türbeleri için gönderdiği yardıma Fuzûlî Farsça bir kaside ile teşekkür eder. Necef'te Hz. Ali türbesinde görev yapan Fuzûlî'yi Hindistan'dan gelen yardım sevindire­cek ölçüde olmalı ki, Fuzûlî o ailenin himayesinde rahat yaşayabilmek için Hindistan'a gitmeyi bile göze almıştır. Bunu Osmanlıların Bağdat valisi Cafer Bey için yazdığı Farsça bir kasidesinde söyler. "Fakirlikten bazan kendi kendime Anadolu'ya gitmeyi kurdum, bazen da yokluk yüzünden Hindistan'a gitmek sevdasında bulundum." (Farsça Divan s. 51).

Fuzûlî, Safevîlerin Bağdat valilerinden Musullu İbrahim Han'ın ilgi ve himayesini görmüştür. Bu vali için yazmış olduğu iki kaside ve bir terci-i bendden İbrahim Han'a içten bağlandığı anlaşılmaktadır. Sadık Tezkiresinde İbrahim Han'ın Fuzûlî'yi Hille'den Bağdat'a getirmiş olduğu yazılıdır. Ancak, yine Sadıkî'nin İbrahim Han'ın Kanunî'ye mağlup olduğu kaydı tarihî gerçeklere uymaz. İbrahim Han'ı, ye­ğeni Zülfikar öldürerek (934/1527) Bağdat'a hâkim olduğunda Fuzûlî Bağdat' tan ayrılmış ve muhteme­len Hille'ye dönmüş olmalıdır. Çünkü Sadıkî Kanunî'nin Bağdat'ı aldığı sırada Fuzûlî'nin Hille'de otur­duğunu ve zahirî ilimlerde (medreselerde okutulan ilimler) geniş bilgi sahibi olduğunu yazmıştır.

Fuzûlî, eserlerinin bir kısmını bu sırada yazmış olmalıdır. Zülfikar Han'dan sonra Bağdat valiliğin­de bulunan Safevî valisi Muhammed Han Tekelü için Fuzûlî'nin kasideler yazdığı tahmin edilmekte ise de bu validen ilgi görüp görmediği belli değildir. Fuzûlî Bağdat valiliğinde bulunan Osmanlı paşalarının adlarını bazen «beg» bazen «paşa» diye yazdığı için Divan'ında Muhammed Beg diye hitab edilen şahsın Muhammed Tekelü mü yoksa Osmanlı valisi Mehmed Paşa mı olduğunu ayırt etmek güçtür.

Kanunî Sultan Süleyman 941/1534'te Bağdat'ı savaşsız teslim almış, halkın coşkun sevgisiyle karşılanmıştı. Fuzûlî de: "Geldi burc-ı evliyaya Pâdişâh-ı nâm-dâr" tarihini düşürdüğü ve nesib kısmın­da Bağdad'ı tasvir ettiği meşhur kasidesini yazarak padişaha sunmuştur. Osmanlı ordusu dört ay ka­dar Bağdat'ta kalarak kışı orada geçirmiştir. Bu aylar Fuzûlî için çok verimli olmuş, padişah başta ol­mak üzere Sadrazam İbrahim Paşa'ya, Nişancı Celâlzade Mustafa Çelebi'ye ve Kazasker Kadir Çelebi'ye sunduğu kasidelerle Osmanlı devlet adamlarının himayesini ve yardımını rica etmiştir. Kanunî'ye sunduğu "gül" redifli ikinci kasidesinde Hazret-i Peygamber'i de anarak Sünnî halifenin gözüne girme­ye çalışmıştır. Fuzûlî, Kanunî'ye Türkçe, Arapça, Farsça karışık ustaca yazılmış mülemma bir kaside daha sunarak kendisine yardım etmesini rica eder. Fuzûlî'nin ne bu kasidesinde ne de başka bir şiirin­de Kanunî'den herhangi bir lütuf gördüğüne dair teşekkür yoktur. Şair 942/1536'da tamamlayarak Bağdat valisi Üveys Bey'e sunduğu Leylâ vü Mecnun mesnevisinde bir yandan Kanunî'yi övmeye de­vam ederken bir yandan da cihan padişahının kendisine değer vermemiş olmasından yakınır. Bütün bu yazdıklarının karşılığı olarak Fuzûlî'ye Bağdat vilâyeti evkaf gelirinin artan kısmından (zevâid) gün­de 9 akçe gibi çok az bir maaş bağlanması hususunda padişah buyruğu (berât-ı hümâyûn) çıkmıştır. Ancak şairin bu parayı evkaf memurlarından bir türlü alamadığını İstanbul'a Celalzâde Mustafa Çele­bi'ye yazmış olduğu "Şikâyetname" adıyla tanınan mektubundan öğreniyoruz.

Fuzûlî, şiirlerinde Kanunî'yi gerçekten samimi bir dille övmüş, Peygamberin halifesi, Müslümanla­rın başı ve koruyucusu olarak onun Irak'a adalet ve düzen getirmesine sevinmiştir. Fakat Fuzûlî'nin sanatının bütün hünerlerini göstererek yazdığı övgüler Kanunî üzerinde etki yapmamış, padişah bu büyük sanatkâra lâyık olduğu ilgiyi göstermemiştir. Daha önce, Safevî hükümdarı Şah İsmail'i öven, koyu bir Şiî olduğu anlaşılan Bağdat valisi İbrahim Han'ı göklere çıkaran, Şiî imamlara bağlılığını Türk­çe, Farsça ve Arapça kasideleriyle dile getiren Fuzûlî'ye, Sünnî halife Osmanlı padişahı fazla bir lütufta bulunmamıştır. Kendisi de şair olan Kanunî'nin Fuzûlî' nin şairliğini takdir etmemesi mümkün değildir. Nitekim Fuzûlî'nin:

Nice yıllardur ser-i kûy-ı melâmet beklerüz

Leşker-i sultân-ı irfânuz vilâyet beklerüz

matlalı meşhur gazeline nazire yazmıştır. Matlaı şudur:

Hastayuz yıllar ki kuyunda mahabbet beklerüz

Ey tabîb-i dil lebimden ya'ni sıhhat beklerüz

Fuzûlî, Osmanlı ordusunda bulunan Hayalî Bey ve Taşlıcalı Yahya Bey gibi şairlerle de tanışmış­tır. Bu iki şairin Fuzûlî'nin şiirlerine nazireler yazmış olmaları Fuzûlî'nin etkisinde kalmış olmalarının ve onun sanatına besledikleri takdir duygusunun bir ifadesidir. Fuzûlî'nin Kanunî'nin oğlu Şehzade Bayezid ile de mektuplaştığı, Şehzade'nin mektubuna yazdığı cevaptan anlaşılmaktadır. Fuzûlî mek­tubunda Rum'a yani Anadolu'ya Şehzade'nin yanma gitmek istediğini bildirerek ondan yardım rica etmiştir.

Fuzûlî'nin Rüstem Paşa için de bir kasidesi vardır. Şairin Rüstem Paşa ile münasebetinin ne zaman ve ne şekilde başladığı belli değildir. Bağdat seferinde tanıştıkları düşünülebilir. Rüstem Paşa'nın sadrazam olması dolayısıyla yazılmış olan bu kasidenin Bağdat seferinden çok sonra 951/1544 ve 962/1555 tarihlerinde iki defa sadarete getirilen paşaya ilk sadrazamlığı için yazıldığı anlaşılmaktadır.

Fuzûlî, Farsça Divan'ının önsözünde sultanların himayesinden uzak bir yerde, toprağı şehit kan­larıyla yoğrulmuş ve akılsız halkı yüzünden harap olmuş bir ülkede yetiştiğini söyleyerek bulunduğu yeri şöyle tasvir eder: "Burası bir bahçedir ki, salınan servileri sam yelinin hortumları, açılmamış gon­caları mazlum şehit mezarlarının kubbeleridir. Burası öyle bir zevk meclisidir ki, şarabı parçalanmış ciğerlerin kam, musikisi âvâre gariplerin iniltileridir. Ne mihnet artıran sahrasında bir rahat rüzgârı es­miş, ne de belâlarla dolu çölünde tozları (kederleri) yatıştıracak bir şefkat bulutunun ümidi belirmiştir. Böyle bir çile bahçesinde gönül goncası nasıl açılır? Dil bülbülü ne terennüm eder?" (A. N. Tarlan, Farsça Divan Tercümesi s. 5). Fuzûlî'nin böyle bir ülkede yetişmesi onu dert ve ıstırap şairi yapmıştır. Ömrü boyunca ilim öğrenmek ve şiir yazmakla içini aydınlatmış ve ruhunu dinlendirmiştir. Fuzûlî bu­lunduğu yerde kıymetinin bilinmediğinden şikâyet eder. Şiirlerinde "Rum zarifleri" diye gıpta ettiği Os­manlı şairlerinin değerlerinin bilinmesine, rahat ve huzur içerisinde yaşamalarına imrenir. Bu yüzden şiirlerinde Anadolu'ya gelmeyi arzulamıştır.

Doğup büyüdüğü ülkenin geleneğine uyması tabiî olan Fuzûlî, Hz. Peygamberce, ailesine ve on iki imama içten bir sevgiyle bağlıdır. O, Türkçe, Arapça ve Farsça kasideler yazarak Ali'yi çocukları Hasan, Hüseyin ve diğer imamları övmüştür. Bu konuda yazdığı kasideler en çok Farsça Divan'ında bulunmaktadır. Hadikatü's Süedâ'da olayları özellikle Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edilmesini çok içten bir bağlılıkla anlatması, yer yer eklediği manzumelerle ifadesindeki etkiyi güçlendirmesi, şehit­ler şahı Hüseyin için meşhur Kerbelâ mersiyesini yazmış olması onun Şiî olduğunu gösteren deliller­dir....

Fuzûlî tevhidleri, münacaât ve na'tları, Âli-i abâ veya Ehl-i beyt denen Hz. Muhammed ailesi hak­kında yazdığı şiirleri ile dindar bir şairdir. Şiirlerinde dinî unsurlar geniş yer tutar. O imam sağlam, ah­lâkî meziyetleri üstün, büyük bir insan, tam bir Müslüman’dır. Divan'ın başındaki tevhidi duygu, düşün­ce, ifade ve sanat yönünden dört başı mamur bir kaside olup Divan edebiyatında yazılmış tevhidlerin en başında yer alır. Fuzûlî gibi dindar bir şair olan Nabî, Divanının başındaki tevhidini Fuzûlî'ye nazire olarak yazmıştır.

Fuzûlî'nin ölüm tarihini hemşehrisi Ahdî'den öğreniyoruz. Şair, "göçdi Fuzûlî" veya "geçdi Fuzûlî" ibaresinin ebced hesabıyla karşılığı olan 963/1566 yılında taundan ölmüştür...

 

EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ŞAİRLİĞİ

Fuzûlî yaşadığı XVI. yüzyıldan bugüne kadar yetiden, Türk Edebiyatının tanınmış şairleri içerisin­de en büyük lirik şair olarak şiir tahtında oturmaktadır. Doğuştan şair yaratılmış olan bu müstesna kabiliyet Türk, Arap ve Iran kültürlerinin tabakalaştığı Irak-ı Arap'ta Arapçayı. Farsçayı ve devrinin bü­tün ilimlerini hakkıyla öğrenmiştir. Eserlerinden tefsir, hadis, kelâm, fıkıh, mantık, hendese, heyet ve tıp ilimlerini çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple kaynaklar ondan "Mevlânâ Fuzûlî" diye bahset­mişlerdir. Fuzûlî'yi gördüğü anlaşılan hemşehrisi Ahdî, onun âlim, fâzıl, tabiatı hoş, sohbeti tatlı bir in­san olduğunu, üç dille şiir yazdığını, aruz ve kafiye ilminde ve muamma söylemekte usta olduğunu, nesrinin sanatlı, seçili, fakat akıcı olup herkes tarafından beğenildiğini yazmıştır. Fuzûlî, şairliği ve âlimliği yanında faziletli, erdemli büyük bir insandır. Alçak gönüllü, dünya malında hırsı olmayan, kanaatkâr, aynı zamanda onurlu ve haysiyetli bir kişidir. Dünyanın insanı alçaltan geçici isteklerine, fakir­liğin ve yokluğun huzurunu tercih etmiş, sabır ve kanaatte ebedî saadeti bulmuştur.

O, bütün şiirlerinde bilgi öğrenmeyi, sevgiyi, hoşgörüyü, alçak gönüllülüğü, doğruluğu ve temiz kalpliliği öğütlemiş cahilleri, ilmi kendi tezvirlerine âlet eden okumuşları, sahte seyyidleri, ikiyüzlü menfaatçi softaları, rüşvetle iş yapan kadıları ve memurları yererek onlardan şikâyet etmiştir.

Fuzûlî, yaşadığı ülkede değerinin bilinmemesinden, kimsesizlik ve yoksulluk içerisinde yaşadı­ğından daima şikâyet etmiştir. Bu şikâyetler, devamlı bir koruyucu bulamamanın, değeri bilinmeyerek lâyık olduğu huzur ve rahatı elde edemenin büyük şairin ruhunda yarattığı psikolojik sıkıntılar ve şikâ­yetlerdir. Onun şiirlerindeki şikâyetlere bakarak sefalet içinde yaşayan sefil bir yoksul olduğunu san­mak da doğru değildir. Hayatı maddî sıkıntı içinde geçmiş olmakla beraber, ilmin ve marifetin kadrini bilen büyükler katında hürmet ve itibar görmüş, Diyarbakır taraflarında hâkim olan Akkoyunlu Elvend Bey'le, Bağdat valileriyle, Bağdat kadısı ve Musul Mirlivası Ahmed Bey vb. şahıslarla yakın dostluklar kurmuş olduğu kaynaklardan, kendi eserlerinden ve mektuplarından anlaşılmaktadır.

Fuzûlî velûd bir yazar, çeşitli konularda eserler vermiş aydın bir düşünürdür. Manzum ve mensur olmak üzere 'Türkçe, Arapça ve Farsça, 15'ten fazla eser yazmıştır. Fuzûlî Türkçe mensur eserlerini sanatlı, seçili bir üslûpla yazar. O, geniş kültürü, keskin zekâsı, kıvrak kalemi ve şair ruhu ile sanatlı ve süslü nesrin en mükemmel örneklerini vermiştir. O, sanatlı bir üslûpla yazmış olmakla birlikte ifadesi son derece akıcı ve güzeldir. Türkçe Divan'ın önsözü, mektupları ve Hadikatü's Sü'eda'sı onun nesri­nin mükemmel örnekleridir. Zekâsının keskinliği, kaleminin ustalığı, ifadesinin inceliği ve güzelliği ve hiciv edebiyatımıza Şikâyet-nâme gibi bir şaheser kazandırmıştır. Onun şiirleri içerisinde de hicvin hünerli, aynı zamanında en keskin ve acımasız örnekleri vardır.

Divan şiirimizin malzemesinin ve ifade vasıtalarının bütün şairler için aynı oluşu sebebiyle bir şiir­de şairin mahlası bulunmazsa şiirin kime ait olduğunu tespit etmek güçtür. Oysa Fuzûlî'nin şiirlerinde mahlası bulunmasa da ona ait olduğu kolayca anlaşılır.

Fuzûlî, şiirlerinde sanat ve hüner göstermeye meraklıdır. Türkçe Divan'ının başındaki tevhidi, su, gül, hançer redifli kasideleri onun sanatlı kasidelerindendir. Gazellerinde de sanatlı beyitleri çoktur. Ne var ki, bu hünerleri ve sanatları o kadar kolay yapmış, şiirlerin içine öyle yerleştirmiştir ki, bunlar ifade­ye bir ağırlık vermediği gibi ilk bakışta görünmezler. Ancak dikkat edilip üzerinde durulunca anlaşılır, fark edilince de şiire ayrı bir güzellik ve değer kazandırırlar.

Fuzûlî'nin şiirlerinin çok önemli bir hususiyeti onun ifade gücü ve Türkçeyi kullanış ustalığıdır. Şiir her şeyden önce bir söz sanatıdır. Duygular ne kadar derin, ne denli coşkun olursa olsun ifade edile­mezse şiir meydana gelmez. Fuzûlî Türkçeyi aruzla ifadede çok ustadır. Bir vezin kusuru olan imâle Fuzûlî'nin dilinde çok azalmıştır. O, dile tasarrufu, Türkçenin ifade imkânlarından yararlanışı ile şiirleri­ne akıcı ve samimi bir ifade gücü kazandırmıştır. Fuzûlî, duygularını şiir halinde ifadelendirirken geniş edebî kültüründen yararlandığı gibi, dili kullanış ustalığı ve ana dili zevki ile ifadesine canlı, sıcak bir hava vermiştir. Arapça ve Farsça kelime ve terkipleri kullanmış olmakla beraber onun şiirlerinde terkip­ler çok azalmıştır. Onun, beyit ve mısralarında tamamıyla Türkçe ifade hâkimdir. Şiirlerinde Türkçe deyimleri ve atasözlerini pek sık kullanır. Fuzûlî, Türk dilini öyle ustâlıkla kullanmıştır ki pek çok beyit­leri ve mısraları birer sehl-i mümtenidir, yani insana söylenmesi kolay gibi görünen güzel şiirlerdir.

Fuzûlî, Divan Edebiyatımızın şöhreti en yaygın, etkisi en geniş ve sürekli şairidir. Divan'ında Fuzûlî'ye naziresi bulunmayan Divan şairi hemen hemen yok gibidir. Divan şairleri içerisinde de halka en çok inen ve sevilen şair Fuzûlî'dir. Tekke şairleri, özellikle Bektaşî çevreleri Fuzûlî'yi kendilerine çok yakın bularak Nesîmî, Hatâî, Kul Himmet gibi Fuzûlî'yi de Bektaşî büyüklerinden saymışlardır. Gevhe­ri, Âşık Ömer başta olmak üzere az çok okumuş bütün saz şairleri Divan şiiri kültürlerini Fuzûlî'nin şiirleriyle geliştirmişler, onun etkisinde kalmışlardır.

 

ESERLERİ:

1.Türkçe Divan

2.Farsça Divan

3.Arapça Şiirler

4.Leylâ ve Mecnûn

5.Beng ü Bâde

6.Heft Câm

7.Hadis-i Erbain Tercümesi

8.Hadikatü's-süedâ

9.Türkçe Mektuplar

10.Rind ü Zâhid

11.Sıhhat u Maraz

12.Muamma Risâlesi

13.Matla'ul-itikad fî Marifeti'l-mebde ve'l meâd

 

PROF. DR. HASİBE MAZIOĞLU, FUZÛLÎ VE TÜRKÇE DİVANINDAN SEÇMELER,

KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI, ANKARA 1992, s. 1-39.

 

İLGİLİ YAZI:

DİVAN EDEBİYATI > ŞAİRLER KLASİK DÖNEM TAŞRA ŞAİRLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi