Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş

 

AHMET YESEVİ'NİN HAYAT HİKÂYESİ

Ahmed Yesevi bugünkü Kazakistan Cumhuriyetinin güneyindeki Çimkent şehri yakınlarında ( 7 km. mesafede) bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Sayram kasabası Ahmed Yesevi'nin küçük bir çocukken geldikten sonra hayatının önemli bir kısmını geçirdiği ve ünlü Türk destanının kah­ramanı Oğuz Han'ın idare merkezi olduğu bilinen Yesi (=Türkistan) kentine 157 km. kadarlık bir mesa­fededir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki bilgiler gözüne alındığında 1093 yılında doğduğu kabul edilebilir.

Babası Sayram kasabasında yerleşmiş ünlü bir âlim olan İbrahim Şeyh, annesi ise Ayşe (Karasaç) Ana olarak bilinmektedir. Kaynaklar İbrahim Şeyh'in Hazret-i Ali (K.V.)'nin oğullarından Muhammed Hanefi'nin neslinden geldiğini kaydetmektedir. Annesi ve babasına ait türbeler Sayram kasa­basında olup bu türbelerin Ahmed Yesevi tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir.

Ahmed Yesevi ilk eğitimini kendisi yedi yaşlarında iken vefatına kadar babası İbrahim Şeyh'ten almıştır. Ahmet Yesevi' nin manevi eğitimini aldığı kaynaklar arasında "Arslan Baba" ismi, hem çeşitli menkıbe ve rivayetlerde hem de Ahmed Yesevi'ye ait hikmetlerde ortaklaşa olarak belirtilen bir isim olarak dikkati çeker. Babasının ölümünden sonra Arslan Baba, eğitimini üstlendiği Ahmed Yesevi'nin aynı zamanda manevi babası olmuştur.

Ahmed Yesevi ile Arslan Baba'nın karşılaşmasını dile getiren rivayet tarihi gerçekliğin ötesinde içerdiği bazı hususlar itibarıyla dikkate değerdir. Arslan Baba'nın Yesi'ye gelerek daha küçük bir çocuk olan Ahmed'i bulması ve Hz. Muhammed (S.A.V.)'in emanetini Ahmed'e vermesi, terbiyesiyle meşgul olup irşad etmesi manevi bir işarete dayanıyordu. Arslan Baba, buradaki rivayette efsanevi bir kimlikle karşımıza çıkarken Yesi yakınlarında bulunan tarihi Otrar şehrinde adına yapılmış bir türbenin mevcu­diyeti Arslan Baba'nın tarihen varlığının delilidir.

Ahmed Yesevi, Arslan Baba'nın vefatından sonra, daha önceden verdiği işarete uyarak o zaman için Türkistan'ın en önemli İslam merkezi olan Buharâ'ya gider. Ahmed Yesevi, Semerkand'da devrin önde gelen âlim ve mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedani'ye intisab ederek O'nun irşad ve terbiyesi altına girer. Hikmetlerinden çıkardığımız bir hükümle bu sırada Ahmed Yesevi 27 yaşındadır.

Nakşbendiyye tarikatının silsilesinde yer alan Yusuf Hemedani, Allah yolunda hizmet için Merv, Buhara, Herat, Semerkand gibi İslam merkezlerini dolaşarak halkı irşada çalışmaktaydı. Tarihi kaynak­larda kaydedildiğine göre devrin Selçuklu Hanı Sultan Sencer, Yusuf Hemedani'ye bağlılığını her vesi­leyle göstermiştir. Bu bağlılık ölümle bile sona ermemiştir; bugün hem Sultan Sencer'in kendi kabri hem de Şeyh Yusuf Hemedani'nin kabri halen Türkmenistan sınırlan içinde kalan Merv şehrindedir.

Olgunluk döneminde Şeyh Yusuf Hemedani gibi bir mürşidin yanında devrin bütün ilimlerinde iler­leyen Ahmed Yesevi de şeyhi gibi İslam'ın zahiri esaslarına uygun hareket etmeyi ve tarikatının esas­larını belirlerken İslam'ın hükümlerine ters düşebilecek hususlardan kaçınmayı ihmal etmemiştir. Ahmed Yesevi'nin bu konuda ne denli titizlik gösterdiği dile getirdiği hikmetlerin analizi ile kolayca an­laşılabilir. Ahmed Yesevi, tarikattaki sülük adabını, İslam'ın zahir ve batın ilimlerini şeyhi Yusuf Hemedani'den öğrenmiş ve muhtemeldir ki şeyhi ile beraber Türkistan'ın çeşitli yerlerini dolaşmıştır.

Ahmed Yesevi, şeyhi Yusuf Hemedani'nin ölümünden sonra dergâhın sorumluluğunu üstlenen üçüncü halef olarak bir süre Buharâ da hizmete devam eder. Bunu belirten kaynaklardan birisinde "Yusuf Hemedani'nin üçüncü halefi Hoca Ahmed Yesevi'dir ki, keramet ve harikulâde haller âdetlerin­den idi; her kim halis bir niyetle kendileri ile müşerref olursa Ehlullah'tan olurdu. Nasıl ki "Niyetin kolda­şın..." buyururlardı. Kutlu makamları Türkistan'dadır, yüce dergâhı çok feyizlidir." ibareleri yer almakta­dır. Buhara sufilerine bir süre rehberlikten sonra şeyhi Yusuf Hemedani'nin verdiği bir işarete uyarak irşad makamını Nakşbendiyye tarikatının yıldız isimlerinden Abdülhalık Gücdüvani'ye bırakarak Yesi'ye döner ve faaliyetini Yesi merkezli olarak sürdürür.

Ahmed Yesevi, Yesi'ye yerleştikten sonra Türkistan'ın her yerinden gelen ve eğitimini tamamla­dıktan sonra bütün Türk yurtlarında İslam'ı tebliğ ile görevlendireceği müritlerine İslam'ın zahiri ve batini ilimlerini öğretir. Rivayetlere göre Ahmed Yesevi dergâhında yetiştirildikten sonra Hint kıtasın­dan İdil boylarına, Çin şeddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşad göreviyle gönderdiği dervişlerinin sayısı doksan dokuz bindir. Bu doksan dokuz bin rakamı, sayı olarak tam tamına olmasa bile çokluğu ifade etmesi yönünden gerçeğe işaret eder.

Hoca Ahmed Yesevi hikmetlerinde insanları şüphelere düşürecek, iman esaslarını sarsacak imalara rastlanmaz. Şeriat hükümlerine karşı bazen dikkatsizce hareket eden, cezbesi galip büyük bir kısım sofilerden sadır olan ve onların zahir âlimleri tarafından suçlanmasına yol açan fikir ve ibareler bu büyük Türk şeyhinin eserlerinde hemen yok gibidir. Çevresinde İslam’la yeni tanışmış ancak çok güçlü olarak bağlanmış saf inançlı Türkler toplandığından Ahmed Yesevi, Arapçayı ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği halde, uzlete çekildiği çilehanesinde çevresinde halkalananlara onların kolayca anlayabilecekleri Türk dili ile hitap etmeyi tercih etti. Tarikatını sülük adabını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için de, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle hikmetler söyledi; bu şiirler daha sonra özgün bir isim olarak "hikmet" adı ile tanınıp "Divan-ı Hikmet" adı verilen kitaplarda bir araya getirilecekti. İbadetle dolu hayatının boş kalan vakitlerinde ise tahtadan kaşık ve kepçe yontup, onları satarak geçimi­ni sağlıyordu. Ahmed Yesevi' nin sünnet-i nebeviye olan bağlılığının derecesini gözler önüne seren bir rivayete göre Ahmed Yesevi, Yesi de altmış üç yaşına geldiğinde dergâhının avlusuna açılan bir merdi­ven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılan, halvethane olarak kullandığı bir yeraltı mescidi yaptırmış ve vefa­tına kadar bu mescidde ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur. Ahmed Yesevi'nin yeraltında uzun süren bir halveti yaşadığı hücresinin kalıntıları bugün de muhafaza edilmektedir.

Ahmed Yesevi, hikmetlerinin birçoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (S.A.V.)'in altmış üç yaşında vefat ederek yer altına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Peygamberimiz (S.A.V.)'den daha fazla gezmekten haya etmesini göstermektedir. "Divan-ı Hikmet"te Ahmed Yesevi'nin yeraltında uzlete çekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anla­tan hikmetler önemli bir yere sahiptir. Esasen Divan- Hikmet'ten anlaşıldığına göre hikmetlerinin büyük bir kısmı da ilahi ilham ile bu mekânda Ahmed Yesevi'nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından kâğıt üzerine tespit edilmiştir.

Bu uzlet hayatının ne kadar sürdüğü belli değildir; fakat vefat tarihi olarak kabul edilen 1166 yılına kadar yaklaşık 10 yıl süreyle ahiret ehli biri gibi yeraltındaki çilehanesinde uzletini sürdürdüğü ve 73 yaşında vefat ettiği sanılmaktadır, (sufizm.com)

Yukarıdaki bilgilerden hareketle metnin yazılış amacı ile Yesevi'nin kişiliği ve yaşantısı arasında bir ilişki kurabiliriz. Yesevi'nin çevresinde İslam’la yeni tanışmış ancak çok güçlü olarak bağlanmış saf inançlı Türkler toplandığından Ahmed Yesevi, Arapçayı ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği halde, uzlete çekildiği çilehanesinde çevresinde halkalananlara onların kolayca anlayabilecekleri Türk dili ile hitap etmeyi tercih etti. Tarikatını sülük adabını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için de, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle hikmetler söyledi. Ahmed Yesevi, hikmetlerinin birçoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (S.A.V.)'in altmış üç yaşında vefat ederek yer altına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Peygamberimiz (S.A.V.)'den daha fazla gezmekten hayâ etmesini göstermektedir. "Divan-ı Hikmet”te Ahmed Yesevi'nin yeraltında uzle­te çekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan hikmetler önemli bir yere sahip­tir. Esasen Divan- Hikmet'ten anlaşıldığına göre hikmetlerinin büyük bir kısmı da ilahi ilham ile bu me­kânda Ahmed Yesevi'nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından kâğıt üzerine tespit edilmiştir.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi