Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

OZANSOY, Halit Fahrihalit fahri ozansoy ile ilgili görsel sonucu

(1891-1971)

Şair, gazeteci ve yazar.

13 Temmuz 1891’de İstanbul’da doğdu. Baba tarafından büyük dedesi Sa‘diyye şeyhi Rusçuklu Yahyâ Efendi’dir. Babası tıp, tarih, tiyatro ve şiir olarak basılı pek çok eseri bulunan Mehmed Fahri Paşa’dır. Eğitim hayatına Zeyrek, Vefa semtlerindeki mahalle mekteplerinde başladı, Sultanahmet’teki Tefeyyüz Mektebi’ni bitirdi. Bakırköy Rüşdiyesi’nden sonra 1904’te Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’ne yatılı olarak girdi; hastalanınca öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Hava değişimi için bir süre Filibe’deki amcası Ali Hilmi Bey’in yanına gitti, dönüşünde yeniden Mekteb-i Sultânî’ye, arkasından İstanbul Dârülfünunu Fransız Dili Şubesi’ne devam etti. 1916’da Edebiyat Şubesi’nden imtihanla öğretmenlik hakkı aldı ve Muğla Sultânîsi’ne edebiyat öğretmeni tayin edildi. Bir yıl sonra görevi Konya Sultânîsi’ne nakledildi; ardından Vefa Sultânîsi’ne geçti ve emekli olduğu 1956 yılına kadar Kadıköy, Galatasaray, İnönü ve Aatürk Kız liseleri olmak üzere İstanbul’un değişik okullarında öğretmenlik mesleğini sürdürdü. Emeklilik sonrasında gazeteciliğe ağırlık veren Halit Fahri, son yıllarında Tercüman gazetesinde haftalık “Sanat ve Hatırat” köşesine devamlı yazılar yazdı. 23 Şubat 1971’de İstanbul’da vefat etti.

Şiir ve yazı yazma zevkini ailesinden alan Halit Fahri’nin, Galatasaray’dan hocası Ali Kâmi’nin (Akyüz) yazdıklarını tashih etmesi, okul müdürü olarak Tevfik Fikret’i yakından tanıması ve ona hayran olmasıyla edebiyat merakı iyiden iyiye gelişti. İlk yazısı “Fâcia-i Beşerden Bir Levha” başlığıyla Mart 1910 tarihli Tirâje, ilk şiiri “Mâzideki Aşk İçin Sana” 1912’de Rübâb dergilerinde yayımlandı. Ardından Alemdar ve Yeni Mecmua gibi gazete ve dergilerde yazıları, şiirleri çıktı. Bu yıllarda tiyatro ile de yakından ilgilendi; Dârülbedâyi-i Osmânî’yi kurmakla görevli André Antoine’ın da bulunduğu jüri önünde Abdülhak Hâmid’in Nesteren’inden ve Şehabeddin Süleyman’ın Kırık Mahfaza’sından iki sahne oynayarak başarılı bir imtihan verdi ve Dârülbedâyi-i Osmânî’ye kaydoldu (14 Temmuz 1914). Ertesi yıl da ona ilk şöhreti kazandıran Baykuş adlı piyesini yazdı. Piyes Dârülbedâyi’de oynanan ilk Türk dramı unvanını kazandı. Daha sonra Yeni Mecmua’da bir araya gelen hececiler arasına katılan Halit Fahri derginin kapanmasının ardından kendisi Şair Nedim dergisini çıkardı (29 Ocak 1919). Bunun yanı sıra gazetecilik mesleğinde en parlak yıllarını Servet-i Fünûn’a yazı işleri müdürü olarak başladığı 1926 yılından bu görevden ayrıldığı 16 Mart 1943 yılına kadar geçen süre içinde yaşadı. Nitekim derginin Uyanış adını almasında (6 Aralık 1928) onun da rolü oldu.

Şiire Fecr-i Âtî edebî hareketi döneminde başlayan Halit Fahri, ilk şiirlerinde gerek dil gerek duyuş bakımından bu edebî anlayışın etkisinde kaldı. I. Dünya Savaşı yıllarında edebiyat dünyasında ön plana çıkan millî ve hamâsî duyguları işleyen şiir yazma anlayışına o da katıldı ve Cenk Duyguları adlı ilk şiir kitabı bu anlayışın ürünü olarak ortaya çıktı. 1921’de ünlü “Aruza Veda” adlı şiirini kaleme aldıysa da aruzu tamamıyla bırakamadı. Gülistanlar Harabeler (1922) isimli kitabında yer alan şiirlerin pek çoğu aruzladır. Mütareke yıllarının kötümser havasını terennüm eden bu kitap hece ve aruz arasında bocalayan bir şairin havasını yansıtır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kaleme aldığı bazı şiirlerinde yine aruzu kullanır. Halit Fahri, ancak 1931’de yayımladığı Balkonda Saatler adlı kitabıyla heceye tam anlamıyla yöneldi. 1930-1940 yılları arasında heceye yeni bir ruh kazandırma gayreti içine girdi ve zaman zaman da serbest şiiri denedi.

Eserleri. İkdam, Alemdar, İleri, Akşam, Hâkimiyet-i Milliye, Cumhuriyet, Büyük Mecmua, Rübab, Dergâh, Hayat, Fikir Hareketleri, Millî Mecmua, Resimli Ay, Dârülbedâyi, Şehir Tiyatrosu, Türk Tiyatrosu, Varlık, Hisar gibi çok sayıda gazete ve dergide yazan Ozansoy’un bu süreli yayınlarda 1500’den fazla makalesi ve kitaplarına girmemiş 300’den fazla şiiri vardır. Yayımlanmış on bir şiir kitabı, yedi tiyatrosu, iki romanı ve dört hâtıra kitabından başlıcaları şunlardır:

Şiir: Cenk Duyguları (1918), Efsâneler (1919), Bulutlara Yakın (1921), Gülistanlar Harabeler (1922), Paravan (1929), Balkonda Saatler (1931), Sulara Dalan Gözler (1938), Hep Onun İçin (1962), Sonsuz Gecelerin Ötesinde (İstanbul 1964).

Tiyatro: Baykuş (1917), İlk Şair (1923), Sönen Kandiller (İstanbul 1926), Nedim (İstanbul 1932), On Yılın Destanı (1933), Hayalet (1936), Bir Dolaptır Dönüyor (İstanbul 1958). Roman: Sulara Giden Köprü (1939), Aşıklar Yolunun Yolcuları (1939).

Hâtıra: Edebiyatçılar Geçiyor (1939), Dârülbedâyi Devrinin Eski Günlerinde (1964), Eski İstanbul Ramazanları (İstanbul 1968), Edebiyatçılar Çevremde (Ankara 1970).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, s. 518; Hikmet Feridun [Es], Bugün de Diyorlar ki, İstanbul 1932, s. 91-96; Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, Ankara 1958, s. 719; a.mlf., Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Ankara 1982, s. 168; Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, İstanbul 1978, s. 205; Metin Kayahan Özgül, Halit Fahri Ozansoy, Ankara 1986; Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1992, XII, 343-346; Abdullah Acehan, Halit Fahri Ozansoy: Hayatı, Eserleri, Sanatı, Ankara 2001; İsmail Parlatır, “Ozansoy, Hâlid Fahri”, TA, XXVI, 217-218; “Ozansoy, Halit Fahri”, TDEA, VII, 166-168.

İsmail Parlatır, TDV, cilt: 34; sayfa: 19

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

HALİT FAHRİ OZANSOY ŞİİRLERİ

 


HALİT FAHRİ OZANSOY EDEBİ HAYATI VE KİŞİLİĞİ
 
İlk şiirleri lisede öğrenciyken Rübap (1912) ve Şebal (1912-1913) dergilerinde yayımlanır. 1914-1918 yılları arasında adını aruz ölçüsü ile yazdığı Fecr-i Ati ve Servet-i Funun çizgisindeki şiirleriyle duyurur. 1917-1918, H. Fahri’nin hece veznine geçiş ve Cenk Duyguları’nı neşrettiği yıllardır. Bu yıllardaki şiirlerinde Mehmet Emin ve Ziya Gökalp’ın tesirleri altındadır. Şair bu yılar arasında Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp gibi Türkçülerin tesir ve teşvikleri ile heceli şiire yönelmiştir.
 
 1918 de Ziya Gökalp’in tesirinde heceye yönelmiş kimi zaman hece kimi zamanda aruz ile şiirler yazmayı sürdürmüştür. 1919 yılında tekrar aruza dönmüş fakat 1920 den sonraki şiirlerini zaman zaman aruz ölçüsü ile yazmış olsa da hece ile yazmaya başlamış.  "Aruza Veda" şiiriyle bu kalıbı bırakarak şiirlerini “Yeni Mecmua" da yayınlamaya başlayarak  "Hecenin Beş Şairi" arasında yer almıştır. Nedim adında 18 sayı süren haftalık bir dergi çıkarmış, Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Selahattin Enis gibi şair ve yazarların ilk yazıları bu dergide yayımlanmıştır. Sonraki şiirleri en çok Hayat, Ayda Bir, Serveti Fünun-Uyanış (derginin yazı işleri müdürlüğünü de yapmıştır.), Çınaraltı, Varlık, Hisar dergilerinde yayımlanmıştır.
 
Şiirlerinde maziye bağlılık ve gençlik hatıraları,  aşk, ölüm, hüzün, melankoli konularını işleyen bir şairdir.  Ferdi konular işleyen Halit Fahri, “tedirgin ve karamsar ruh halinin şairi” olarak tanınacak kadar bedbin bir şairdir. Aşk şiirlerinde ayrılık hüznünü dile getiren şiirler yazmış, ölüm temasını sık sık ele almıştır.  Ölüm konusu tiyatro eseri olan Baykuş’ta da işlenmiştir. “ Şiirlerinde egzotik sahnelere, masal âlemlerine de “yer verdiği görülmektedir. Eşini kaybettikten sonraki şiirlerinde karamsarlık ve hüzün gitgide yoğunlaşır.
“Halit Fahrinin özellikle ilk piyeslerinde, kişisel duygular, milli ve yerli hayatın gözleme dayanan canlı izlenenlerinin yanında. Ilımlı bir egzotizmin kokusu da sezilir.”

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

HALİT FAHRİ OZANSOY ŞİİRLERİ


HALİT FAHRİ OZANSOY - EDEBİ PORTRELER

Uzun, esmer bir yüz; dar bir alın ve bundan sonra nerede biteceği pek de kestirilemeyen bir saç tufanı. Kimi sağa, kimi sola yatmış kır dalgalar, tepede ibikleşen tutamlar halinde bir saç tufanı. Zaten o, biraz da kıl kurbanıdır. Birbirini ite kaka fışkırmış sert kaşlar, gözlerinin üstünde tela yastıkları andırır. Fizan horozları gibi, başını silkmeden, azıcık havaya kaldırmadan etrafını göremez.

Bereket usturaya, jilete... Yoksa kulaklarının içinden gözlerinin altına kadar, müthiş bir sakal istilâsına da uğrayacaktı.

Yaş onu şişmanlatmadı. Hâlâ tığ gibidir. Burun kanatlarından inen derin çizgiler, Halit’in ağzına acı bir şey yalamış halini verir. İnce boynu, daracık göğsü, hayran ve masum bakışlarıyla pek cana yakındır.

İlk görüşte belki kolay ısınamazsınız. Fakat gitgide sizi sarar, hoşlanmanız artar ve nihayet onu sevmede karar kılarsınız:

Ben Halit’i kırk kişi ile Hind’i geçtikleri, Mâverayı Çine vararak zengin bir altın ve fildişi ganimetine erdikleri günde tanıdım. Bu zaferin destanı:
Topladık yollarda altın fildişi
Hind’i geçtik üç yüz altmış beş gece;
Elde paslanmış kılıçlar, gizlice
Maverâ-yı Çin’e girdik kırk kişi!
diye başlıyordu.
Fakat hâlâ, o kılıçların neden paslı olduğuna bir türlü akıl erdiremedim. İşleyen demirin ışıldadığına bakılırsa, bu kahramanlar, kılıçlarını hiç kullanmamışlardı demek.
Şehrazad’ı sanatına fağfur bir mihrap yapmış, ruhunda esrarlı dünyalara hasret çeken kamaşmalar duymuştu.

Mısraları bin renk, bin koku, bin türlü ipek parıltısı taşıyan kervanlar, çölde yüzer gibi yürüyen develer, hortumları havalanmış azgın filler, tılsımlı geçitler, loş mabedler, uğuldayan ormanlarla doluyordu. Engin ve zengin bir masal âlemi içinde yaşıyor, ilhamlarını hep bu menşur duvarlı hayal dünyasından alıyordu.
Şahabeddin Süleyman’a uyarak bir de edebî mektep kurmak istediler. Bir ara Nâyîler firmasıyla göründüler.

Fakat yalnız yazmıyorlar, aynı zamanda okuyorlardı. Çok geçmeden anladılar ki edebî mektep denilen şey tesis edilmez, teessüs eder. Bu idrâk, Nâyîleri dâvâcı olmaktan kurtardı.
Halit Fahri, rûhen eski geçmişlerin, esrarlı âlemlerin, masal ve esatir dünyasının fosforlu aydınlıkları, mozayik pırıltıları, yıldız avizeleri içinde yaşamakla beraber, şekilde çok ileri bir merhale idi.

Tunç gibi gergin sesli şiirler yazıyor, aruzu ram etmenin yolunu buluyordu.
İşte bu sıralarda onunla yakın arkadaş olduk. İkimizi de Muğla Sultanisi’ne tayin etmişlerdi. Yabancı bir muhitte daha çok yaklaştık. Oda arkadaşlığı ettik.

Halit baba olmuş bir çocuktu. Geceleri pamuk fitilli bir zeytinyağı kandili önünde okur yazardık. Güzel günler geçirdik.

Ben o zamanlarda ney’e yeni heveslenmiştim. İlk ıskalaların kulak kamaştıran berbat ıslıklarını zavallı dostum dinledi durdu. Şimdi ne zaman bir parçayı kendime beğendirsem hep Halit’i hatırlar, kendimde ona borçlu gibi bir hal sezerim.

Muğla arkadaşlığı İstanbul’da da devam etti. Fakat büyük şehirlerin dağıtıcı genişliği içinde artık eskisi kadar sık ve sürekli görüşemiyoruz. Vapura koşarken köprü üstünde, birbirini yalayarak geçen tramvay pencerelerinde ara sıra şöyle bir karşılaşıyoruz. Şimşek aydınlıkları içinde yüzlerimizi, gülümseyişlerimizi ancak seçebiliyoruz.
Bence Halit Fahri’nin ilk sanat zaferi Baykuş piyesidir.

İlk oynandığı vakit pek dikkati çekmedi. Fakat mütareke felâketinin çöktüğü günlerde tekrarlandığı gece, ortalık alkıştan yıkılıyordu. Bunun ruhî sebepleri üstünde durmaya portrenin dar sınırları yer vermez. Fakat şu kadarını söyleyeyim ki temaşa eserleri, kendisine arz edilen cemiyetin bulunduğu ruhi vaziyetlerden çok şey kazanıp kaybederler. Nitekim Baykuş, mesut ve mağrur bir Türkiye’de hiçbir iz bırakmadığı halde, ufkuna uğursuzluğun çöktüğü bir vatanda tam bir makes bulmuştu.
Omuzlarında hocalık gibi ağır hayat yükü taşıyan şair, imrenilecek bir arı çalışkanlığıyla yirmi beş seneden beri durmadan didiniyor.

İlk şiirlerinden sonra, Sönmüş Kandiller, Paravan, Nedim, Baykuş gibi eserleri sıra ile verdi. Tercümeler yaptı, yıllardır Servet-i Fünun'u idare ediyor.

Cılız yapısından umulmaz bir tahammülle, övülmeye lâyık bir sebatla mübarek bir tarla gibi verdikçe verdi.

Aruzla başlamıştı. Aruza ruhunun, sanatının sesini katmış, kendine mahsus sağlam bir ahenk yaratmıştı.

Millî Cereyan’a karşı da kayıtsız kalmadı. Muzaffer aruz sazını bırakarak, hecenin henüz tonunu bulmamış ürkek tellerini dile getirmekten çekinmedi.
Aruza Veda’ isimli şiirinde, bu ayrılışın ne tatlı bir hüznü yaşar. İlk gençliğinin ilk elemlerini, ilk sevginin ilk zevklerini terennüm eden bu âleti:
Şahane geldiğin gibi şahane git yine!
 
diye teşyi etti. Son zamanlarda bir roman tecrübesine de girişmişti. Fakat bu eserini okumaya imkân bulamadığım için ondan bahsedemeyeceğim. Halit Fahri, alkıştan utanan eski adsız kahramanlarımız gibidir. Loş köşesinde gösterişsiz çalışıyor. Bu emek belki yarınki şöhretinin fatihi olacaktır.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

HALİT FAHRİ OZANSOY ŞİİRLERİ


BEŞİNCİ ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE HALİT FAHRİ OZANSOY:


ÖLÜ DENİZDE TAHTA PARÇALARI
GİBİ KIPIRTISIZDI ŞİİRİ

23 şubatta beşinci yılı doluyor ölümünün. Seksen yaş yaşadı (1891 - 1971). Lise öğretmenliği 1916’da başlamış, yaş haddine kadar kırk yıl sürmüş, fakat yazarlığı yirmisinden ömrünün sonuna altmış yılı kucaklamıştı. İçi neyse dışı da o, dürüst bir adamdı: Ne politika oyunlarına girmiş, ne yüksek mevkilere göz dikmiş, öğretmenlik ve edebiyat nesine yetmiyordu, onlarla yetinmişti.

Bezirganlar, şaklabanlar, hulûskârlar arasında, altmış yıl, elindeki kalemi ne siyasete kaydırdı, ne şarlatanlıklara buladı, ne de kişisel artık çıkarlar peşinde kirlere beledi. Temiz kalpli, dürüst, vefalı idi Halit Fahri: Edebiyatı, ikballere atlama tahtası diye kullanmadı, ona içtenlikle bağlandı.

Edebiyat tarihimize Beş Hececiler (veya: Hecenin Beş Şairi) diye geçmiş gruptandı Halit Fahri Ozansoy. Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek ve Faruk Nafiz Çamlıbel'di Beş Hececilerim diğer dört şairi. Arkadaşlıkları nereye kadardı, yahut şöyle diyelim. Halit Fahri’nin onlara gösterdiği vefayı, onlar Halit Fahri’ye gösterdiler mi?

Beş şair beşi de Tanrı’nın rahmetine göçtükleri için bu soru hiçbirine sorulamaz, ama kolayca verilebilir cevabı: Halit Fahri, kendi arkadaşlarınca pek önemsenmedi. Hepsinden daha verimli, daha çalışkan (11 şiir kitabı, 8 oyun, 2 roman, 50 kadar çeviri vb.) olduğundan mıdır nedir, kenarda köşede bırakılmak istendi. Hayır, onların dergilerinde, onlarla birlikte göründü çoğu zaman, ama fazla iyi niyetli oluşu, içlerinden bazılarının dekbazlıklarını görmesine engel oldu. Ya da gördü ve anladı da rindiiği, çelebiliği, bu kusurları açıkça yüze vurmaktan onu alıkoydu.

Beş Hececiler deyince, elbet, en güçlü şair olarak Faruk Nafiz hatırlanır, destânî şiirde korsan hikâyeleriyle Enis Behiç akla gelir, ama edebiyatın hemen her türünde verdiği eserlerin çokluğu düşünülürse, Halit Fahri’nin edebiyata bağlılığı, ötekilerin bağlılığından şüphesiz daha ilerdedir.

Şiire aruzla başlamış, ilk şiirleri lisede öğrenciyken Rübâb ve Şehbal dergilerinde çıkmıştı (1912 - 1913). Ömer Seyfettin, Balkan Savaşı’nda Yanya kuşatmasında Yunanlılara esir düşmüş, bir yıl sonra İstanbul’a gelince de (1913), ordudan büsbütün ayrılarak Kabataş Erkek Lisesi’ne edebiyat öğretmeni atanmıştı. Halit Fahri’yie tanışması, ikisinin de üstelik aynı dalda öğretmen oluşları dolayısıyladır. Genç Kalemler dergisindeki (1911) '‘Milli Edebiyat” ve “Yeni Lisan" akımları, Ziya Gökalp'in de İstanbul’da oluşu sonucu, başlıca bu iki öncü tarafından, sözlü - yazılı, çevreye yayılıyordu. Beş şairin aruzdan heceye geçmeleri, böylece, Ziya Gökalp’in (Yusuf Ziya, Enis Behiç: 1914) ve Ömer Seyfettin’in (Halit Fahri, Orhan Seyfi: 1916) uyarma ve telkinleriyle olmuştu. Faruk Nafiz, onlara daha sonra katıldı (1918).

Türk Yurdu dergisinde va Yeni Mecmua’da beşli koro, tutturduğu hece şarkılarını uzun süre şakıyamadı. İmparatorluğun Mondros Mütarekesi hazırlıkları arasında Yeni Mecmua kapanınca, Yusuf Ziya “Şair” (aralık 1918 - mart 1919), Halit Fahri ise "Nedim” (ocak - mayıs 1919) dergilerini çıkardılar. Koroda ülkü birliği bozulmuş, “Şairi" heceyi tutmaya devam etmiş, “Nedim” dergisi aruza dönmüştü. Bir de “Büyük Mecmua” çıkıyordu (ilk sayı: 6 mart 1919). Faruk Nafiz aruz işlerini “Nedim” dergisine, hece şiirlerini de “Büyük Mecmua”ya veriyordu. Zamanla hepsi aruz - hece farkı gözetmeksizin her iki vezinle de yazar oldular, hele ömürlerinin sonlarında hemen yalnız aruzlar yazdılar. Beş Hececiler’in vezinde iş birliği şöyle böyle beş yıl sürdü.

Halit Fahri de “Aruza Vedâ" şiirini yazmıştı ama, aruzdan kopmamış, manzum sekiz oyunu içinde, gene en ünlüsü “Baykuş” (1916) ta, yani aruzla olanında göstermişti ustalığını.

Başka bir alandadır Halit Fahri’nin kalıcı, yaşayan tarafı: anılarındadır. Şair, dost yüreğini, arkadaş canlılığını, vefasını, içtenliğini, üç kitapta derlediği anılarında belli eder: “Edebiyatçılar Geçiyor” (1938), “Edebiyatçılar Geçiyor”(1967, ikinci bölüm ilk kitapta yoktur), “Edebiyatçılar Çevremde” (1970). Bu üç kitap, Tanzimat ve İkinci Meşrutiyet’ten Cumhuriyet dönemi edebiyatçılarına kadar, yüzlerce ünlüyle ilgili acı - tatlı anılarla birer edebiyat şöleni, birer geçit törenidir. Halit Fahri’nin bu anılarla edebiyat tarihimize katkıları, başka hiç bir yazarda bulamadığımız genişlik ve zenginliktedir. Arkadaşı Yusuf Ziya Ortaç, ne “Portreler” (1960), ne de “Bizim Yokuş” (1966) kitaplarında onun adını anmazken, Halit Fahri, bağışlayan, hoşgören inceliğiyle, Yusuf Ziya’dan da, ne hınç, ne küçümseme, sevgilerle dolu, uzun uzun söz eder.

Çarpan, duraklatan bir şair olamadı Halit Fahri. Yaşantılarından bir iksîr, bir zehir çıkaramadı, özel, özgün bir dünya yaratamadı. Egzotik düşler, melankoli ve hüzün saatleri, içlenmeler, aşk ve ölüm temaları; ölü bir denizde tahta parçaları gibi kıpırtısız göründü, kayboldu şiirlerinde. Şair oğlu Gavsi Ozansoy’un ve eşinin arkasına kalmaları bile, ona, hattâ, etkileyici - derin bir yalnızlık şiiri yazdıramadı. Ama Servetifünun dergisini yönettiği yıllarda (1926 - 1942), sonradan birer şöhret olan yetenekli gençleri, arkadaşlarında görülmeyen bir sezgiyle seçip destekleyerek ve şiirlerine aktaramadığı canlı cevheri anılarına koyarak, Halit Fahri, edebiyata borcunu fazlasıyla ödedi.

BEHÇET NECATİGİL
Taha Toros Arşivi, 001514913006

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

HALİT FAHRİ OZANSOY ŞİİRLERİ

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi