Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

 SABAHATTİN ALİ KİMDİR?

25 Şubat 1907'de Gümülcine / Iğrıdere'de (Eğridere?) doğdu. İlköğrenimini Üsküdar, Çanakkale ve Edremit'te yaptı (1921). Balıkesir ve İstanbul Muallim Mektebi'ni bitirdi(1927) ve ayni yıl Yozgat Cumhuriyet İlkokulu'na öğretmen oldu. Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla 1928'de Almanya'ya gitti, Almanya'da Postdam ve Berlin'de öğrenim gördü. Dönüşünde çeşitli okullarda öğretmenlik, Devlet Konservatuvarı'nda dramaturgluk yaptı. 1930 yılı Martında yurda döndü, Aydın ve Konya'da öğretmenliğini sürdürdü. 1931 yılında bölücü propaganda yaptığı ihbarı üzerine 3 ay tutuklu kaldı. Nazım Hikmet'le tanışarak, onun çalıştığı Resimli Ay'da öykülerini yayımlamaya başladı. Atatürk'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı (1932), bir yıla hüküm giydi, Konya ve Sinop Hapishanelerinde yattı, 1933'te memuriyet kaydı silindi. Cumhuriyet'in onuncu yıl dönümünde çıkarılan afla hapisten çıktı (29 Ekim 1933). Yeniden memur olabilmesi için bağlılığını ispatlaması istendi ve bu amaçla 15 Ocak 1934 tarihli Varlık'ta (13. Sayı) "Benim Aşkım" başlıklı,

 

Sensin kalbim değildir, böyle göğsümde vuran,

Sensin "Ülkü" adıyla beynimde dimdik duran

Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran

 

Seni çıkartsam ömrüm başlamadan bitiyor

Hem bunları ne çıkar anlatsam bir düziye

Hisler kambur oluyor dökülüyor yazıya

Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi'ye

Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.Dörtlüklerini de içeren Atatürk'e övgü şiiri yayımladı ve karşılığında MEB Talim Terbiye Dairesi Mümeyyizliği'ne atanarak işsizlikten kurtuldu (30 Eylül 1934). 1937'deki askerliğini takiben, önce Ankara Musiki Muallim Mektebi Türkçe öğretmenliğine, ardından çevirmen, öğretmen ve dramaturg olarak çalışacağı Devlet Konservatuarına atandı (1938). Çeşitli resmi kurulurlarda 1945 yılına kadar çalıştı. İşsiz kaldığı bir dönemde Aziz Nesin ile birlikte Marko Paşa'yı ve onun devamı olan mizah dergilerini çıkardı. Bu dergilerdeki yazılarında, yayın yoluyla hakaret ettiği savıyla yargılandı ve mahkûm oldu. 1945'de Yeni Dünya gazetesinin, 1946'da Marko Paşa'nın nesrine katildi.

Marko Paşa'daki yazıları yüzünden çeşitli kovuşturmalara uğradı, bunlardan birinden yedi aya hüküm giydi. 1948'de Zincirli Hürriyet' teki bir yazısından dolayı yine hakkında kovuşturma açılınca nakliyeciliğe başlayan Sabahattin Ali, 1 Nisan 1948'de yurt dışına çıkmak için anlaştığı, kendisine kılavuzluk yapan Ali Ertekin tarafından, Bulgaristan sınırı yakınlarında Sazara köyü civarındaki ormanda öldürüldü. Cesedi öldürülüşünden iki buçuk ay sonra (16 Haziran 1948) bulundu.

Bulgaristan'a gizlice giderken öldürülen Sabahattin Ali olayı gündeme bomba gibi düştü. Gazeteler olayla ilgili her gelişmeyi okuyucularına duyuruyorlardı. İşin tuhaf yani gazetelerde benzer haberler yapıyordu. Öldürüldü öldürülmedi tartışmaları sürerken, daha önce Bulgaristan sınırında bulunan bir cesede otopsi yapılması gündeme geldi. Başvuru üzerine ceset mezardan çıkarıldı ve otopsi yapıldı. Ceset tanınmaz haldeydi ama doktorlar üzerindeki kıyafetlerden bu cesedin Sabahattin Ali'ye ait olduğuna kanaat getirdiler. Oysa cesedi bulan çobanlar çok farklı konuşuyorlardı...

Hayatı kadar ölümü de bir başka hikâye olan Sabahattin Ali olayı bir sürü soru işaretleriyle Türkiye'nin tarihine geçerken, öldürülüş davası da bir daha açılmamak üzere öylece kapandı normal olarak...

Şiirler, hikâyeler, romanlar yazdı, çeviriler yaptı. İlk yazıları Balıkesir'de Irmak dergisinde çıktı (1925/26). 1930'lu yıllarda öyküye gerçekçi ve yeni bir soluk getirdi. Öykülerinde, tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlatır. İnsanın zavallılığını ve gücünü aynı sarsılmaz üslupla, zaman zaman masalsı ve destansı bir biçimde yansıtmayı başardı.

ESERLERİ:

 

ŞİİRLERİ:

Dağlar ve Rüzgâr (1934)

Değirmen Dağlar ve Rüzgâr (1965)

Dağlar ve Rüzgâr, Kurbağaların Serenadı, Öteki şiirler (1988) tüm şiirleri

 

ROMAN:

Kuyucaklı Yusuf (1837-1988) İçimizdeki şeytan (1940-1982) Kürk Mantolu Madonna (1943-1988)

 

ÖYKÜ:

Değirmen (1935)

Kağnı (1936-1983)

Ses (1927-1972)

Yeni Dünya (1943-1982)

Sırça Köşk (1980)

OYUN:Esirler (1966) 

 

 

 

 İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR


 

SABAHATTİN ALİ

İyi tanınmamış, yakından müşahede altına alınmamış, hâdiseler karşısında iç ve dış hareketleri tespit ve tahlil edilmemiş şahsiyetlere hulul güçtür. İnsan, bu türlü varlıklar önünde ansızın acemileşir. Hükümlerden çekinir.

Sabahattin Ali’nin portresini yazmak, beni böyle bir hale düşürdü. Çünkü onu yalnız iki kere gördüm. Ancak iki satırlık lâf ettik. Bir adamın hayatını, telakkilerini, temayüllerini, ruhî vaziyetini kestirmek için, elbette bu kadar zaman yetmez.

Ama şurası da unutulmamalıdır ki yazan adam, kendini sahi-felere döken, sırlarını açan bir varlıktır. Bu türlü insanlar, birer müze gibi herkese kapıları açık hüviyetlerdir. Girilir, dolaşılır. Her giren, her dolaşan da kendine göre birtakım fikirler edinir.

İşte ben de onlardan biri olarak bu satırları karalıyorum. Hâmid, ak saçlı başı ve yemyeşil ruhu arasındaki tezadı anlatmak için:

Karlar altında nevbaharım ben! demişti.

Sabahattin Ali, genç yaşında bu mısraın medlûlü olmuştur. Şişkin elmacıklarının pembe baharı üstüne ak saçları dökülür.

Fakat bu dökülüşte o renk tezadını yumuşatan, tabiileştiren öyle bir tatlılık var ki, hiç yadırgamazsınız. Gövdesine göre biraz büyük başı, erimiş kurşun renkli gözleri, çıkık elmacıkları ile şimal Türk’ünü andırır. Konuşmasını daha ahenkli yapan cana yakın peltekliği, en keskin hükümlerini yumuşatır. Öyle ki herhangi bir sohbet sırasında siz, onun, kendi fikirlerinize aykırı sözlerini, sevimsiz ve can sıkıcı bulmazsınız.

Onu ilk defa Ankara’nın bir lokantasında gördüm. Eski arkadaşları, yıllardır birbiriyle karşılaşmamış dostları birleştiren bir masa başında yan yana idik. Edebiyat, sanat, siyaset ve fikirlerin birbirine çarpa çarpa kaynaştığı bu gürültülü ve biraz da sisli ilk görüşmede onu anlayacak ve anlatmaya yarayacak pek az fırsatlar düştü.

Zaten Sabahattin Ali, pek de meclis adamına benzemiyordu. Onda oturduğu sofrayı şenlendiren, girdiği salonu yerinden oynatan neşe kıvılcımları pek dağılmıyor. Yahut belki de bu durgunluğu sırf o akşama mahsus geçici bir şeydi. Kim bilir!

Fakat orada ikinci bir müşahede daha kaydettim ki kendi payıma hayli faydalıdır. Neşriyat kongresinde idi. Sanat eserlerine hükümetin ilk alıcı olması hakkında teklifler yapılıyordu. Sabahattin Ali, söz aldı ve:

- Sanat eseri eğer hakikaten bir kıymetse, yardımı kendi içinde taşır. Devletin alıcı olmasına lüzum yoktur, mânâsına gelen şeyler söyledi.

Bunu bir sanatkâr gururunun ifadesi olarak kabul ettim. Yalnız, bilmem niçin, bazı dudaklarda mânâlı birtakım gülümsemeler belirmişti. Bu küçük hâdise, bence, onun ruhunu aydınlatan bir şimşek çakışıdır. Ben, bu aydınlıkta iki şey gördüm:

1.    Sabahattin Ali, kendi kudretine inanmıştır. Hiçbir değneğe dayanmadan muvaffakiyetin turuna çıkabileceğine kanidir.

2.    Devlet, seçmeye üşenen bir alıcıdır. Karar verilirse, bu iyi, şu kötü demeden alacak ve bu yüzden, gerçek değerlerin hakkı çiğnenecektir.

Bu iki noktanın gerçi ortak tarafları var. Fakat dikkat edE lirse, ince ruh kanallarıyla birbirlerinden ayrıldıkları görülüıi Birincisi mağrur ve tok bir ruhun ifadesi olduğu halde, ikindsi yine bu gururun kokusunu taşımakla beraber menfaatçidirde.

Ben, Sabahattin Ali’nin kendisinden önce eserleriyle tanıştım. Değirmen'i daha kitap olarak çıkmadan da okumuştum.

Bu hikâyelerde her şeyden evvel üslûbun temizliği, görüşün genişliği ve düşünüşün derinliği dikkatimi çekmişti. İlk eserde çok kere yerini yadırgayan hallere rastlanır. Halden anlayanlar, bunları titizliklerinden biraz fedakârlık ederek okurlar. Fakat doğrusunu isterseniz, Değirmen'de bu türlü müsamahalara avuç açan bir hal yoktur.

Bilâkis bir ilk eser için çok olgun bir görünüşü bile var. Hele1 üslûp gerçekten güzel. En çiğ renkler, bu görüş adesesinin arkasında hemen tatlı bir matlık, gözü yormayan bir inci donukluğuna bürünüyorlar. Sanatkâr baktığı yeri bütün hususiyetleri ve hareketleriyle dinamik olarak görüyor. Tasviri, fotoğraf gibi değil, sinematograf makinesi gibidir. Mevzularında da hiç-, bir yabancılık yok. Özenme yok. Genç yaşından umulmaz b|İ derinlikle asla iniyor, cevheri bulup yontuyor.

Hikâyelerinin iskeleti de sağlam. Üslûp, âhenkli ve fıkırtılı' bir adale zinciri halinde bu iskelete örülüyor. Yalnız, bazı noktalarda bir ruh hastalığı geçirir gibidir. Meselâ: Jandarmayı hakiki varlığı içinde görmek istemez. Ona dilerse bir efe pervasızlığı, bir zeybek kanunsuzluğu verir.

Ona devlet kuvvetini, bir demir kafes gibi düşündüren bir iç sıkıntısı sanki hâkimdir. Zaman zaman ruhunda bu kafesin hudut darlığını hissediyor sanırım.

Sabahattin Ali, küçük hikâyelerden sonra roman tecrübeleri de yaptı. Fakat nuvellerindeki kuvveti, bu uzun sahifelerde yaşatamadı. Roman için galiba henüz pek genç. Müşahede ve bilgi dağarcığı, gereği kadar dolu değil. Şu da var ki bir insanda böyle üstün kabiliyetler olduktan sonra, zaman onun yardımcısı halini alır. Günler tecrübe havuzuna damlaya damlaya göl olur, deniz olur, umman olur.

Umarım ki bu genç, kendi kendisini murakabe altına alarak yapacağı tasfiye ile çok geçmeden bize yüksek bir sanatkâr hediye edecektir.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 


 

 SABAHATTİN ALİ HAYATI

(Eğridere -bugün Ardino-Gümülcine/Bulgaristan, 25 Şubat 1907 - Kırklareli, 2 Nisan 1948) Öykücü, romancı.

Asıl adı Sabahattin ALI. Kimi siyasi yazılarında A. Metin adım kullandı. Karadeniz kökenli Cihangirli piyade yüzbaşısı Ali Selahattin Bey ile Hüsniye Hanım'ın oğlu. Müzikçi Filiz Ali kızıdır. İstanbul'da Üsküdar Doğancılardaki Füyüzat-ı Osmaniye Mektebi'nde başladığı öğrenimini Çanakkale ve 1921'de bitirdiği Edremit iptidai mekteplerinde sürdürdü. 1922'de yazıldığı Balıkesir Muallim Mektebi'ndeki öğrenciliği sırasında arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı okul gazetesinde ilk öykü ve şiir denemelerini yayımladı. 1926'da nakledildiği İstanbul Muallim Mektebi'ni 1927'de bitirdi, öğretmen olarak Yozgat Merkez Cumhuriyet İlkokulu'na atandı. 1928'de Milli Eğitim Bakanlığı'nca açılan sınavı kazanarak dil öğrenimi için Almanya'ya gitti; Potsdam ve Berlin'de dil kurslarına devam etti. 1930'da öğrenimini tamamlamadan Türkiye'ye döndükten sonra Almanca öğretmeni olarak Aydın Ortaokulu'na atandı. Komünist etkinliklerde bulunduğu iddiasıyla tutuklandı, Aydın Cezaevi'nde üç ay kadar tutuklu kaldıktan sonra Eylül 1931'de beraat etti. Aynı yıl Konya Ortaokulu Almanca öğretmenliğine atandı. Aralık 1932'de özel bir toplantıda okuduğu "hicviye" nedeniyle tutuklandı, "Gazi'yi ima ve telmihen tahkir ettiği" iddiasıyla yargılandı ve 14 ay hapse mahkûm edildi. Konya ve Mayıs 1933'ten sonra Sinop cezaevlerinde yattı, Cumhuriyetin 10. kuruluş yıldönümü dolayısıyla çıkarılan aftan yararlanarak 29 Ekim 1933'te serbest bırakıldı. Bir süre boşta kaldıktan sonra Maarif Vekili Yusuf Hikmet Bayur ve Hukuk İşleri Müşaviri Hamit Şevket İnce'nin Atatürk'ten izin almalarıyla Mayıs 1934'te geçici olarak Orta Tedrisat Şube Müdürlüğü'ne, ardından Eylül 1934'te asaleten Milli Talim Terbiye'de ikinci mümeyyizliğe atandı. 1935'te, 1932 yazında İstanbul'da tanıştığı Aliye Hanım ile evlendi. Haziran 1935'te Maarif Vekâleti Neşriyat Müdürlüğü kalem şefliğine getirildi, ek olarak Ankara İkinci Ortaokulu'nda Almanca öğretmenliği yaptı. Mayıs 1837'de askere alındı, İstanbul'da yedek subay öğrenciliği sırasında kızı Filiz dünyaya geldi. Askerliğini Eskişehir'de tamamladıktan (1 Mayıs 1938) sonra Aralık 1938'de Türkçe öğretmeni olarak Ankara Musiki Muallim Mektebi'ne, ardından öğretmen Cari Ebert'in asistanı ve dramaturg olarak görev yaptığı Devlet Konservatuvarı'na atandı. Konservatuvar'daki görevine ek olarak Tercüme Bürosu'nda görev aldı. Nisan 1944'te Orkun dergisinde yayımladığı "Başvekil Saraçoğlu Şükrü'ye İkinci Açık Mektup" başlıklı yazısında kendisini komünistlik ve vatan hainliği ile suçlayan Nihal Atsız'a karşı açtığı hakaret davası

Atsız'ın mahkûmiyeti ile sonuçlandı. 1 Aralık 1945'te Cami Baykurt ile birlikte çıkarmaya başladığı Yeni Dünya gazetesi 4 Aralık 1945'teki "Tan Olayı" sırasında basımevinin tahrip edilmesi sonucu beşinci sayısında kapandı. Ardından 11 Aralık 1945'te bakanlık emrine alman Sabahattin Ali Konservatuvar’daki görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

1946'da ailesini Ankara'da bırakarak İstanbul'a gitti, 25 Kasım 1946'da Aziz Nesin'le birlikte haftalık mizah gazetesi Markopaşa'yı çıkarmaya başladı. Sorumlu yazı işleri müdürlüğünü de üstlendiği Markopaşa'da çıkan yazılar dolayısıyla hakkında birçok dava açıldı. Cemil Sait Barlas'ın açtığı hakaret davasından aldığı 4 aylık mahkûmiyetin kesinleşmesi üzerine 16 Mayıs-10 Eylül 1947 arasında hapis yattı. "Adliye Koridorları" adlı yazısı nedeniyle açılan davadan bir süre tutuklu kaldıktan sora beraat etti. Daha sonra bir dostunun kamyonuyla nakliyecilik yapmaya başlayan Sabahattin Ali, bu arada Mehmet Ali Aybar'ın çıkardığı Zincirli Hürriyet'te yayımlanan "Asıl Büyük Tehlike Bugünkü Ehliyetsiz İktidarın Devamıdır" başlıklı yazısı dolayısıyla iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Bulgaristan sınırından yurtdışına çıkmak isterken kendisine kılavuzluk eden Ali Ertekin adlı şahıs tarafından öldürüldü.

Sabahattin Ali edebiyat yaşamına 1925-26’da Irmak (Balıkesir), Çağlayan(Balıkesir), Güneş, Hayat, Servetifünun, Meşale dergilerinde yayımladığı şiir ve öykülerle başladı. Öyküden romana, şiirden oyuna kadar çeşitli edebi türlerde yapıtlar vermesine karşın Sabahattin Ali'nin asıl sanatçı kişiliğinin öykülerinde ortaya çıktığı kabul edilir. Anadolu insanının gerçeğini bütün çıplaklığıyla yansıtan bu öyküler kurgularının sağlamlığı yanında anlatımlarının duruluğuyla da dikkat çekerler. Bu öykülerde Anadolu "Toprak ağasıyla, eşrafıyla; esnafı, tüccarıyla; yöneticisi, jandarması, memuruyla; yoksul köylüsüyle; şarkıcı, oyuncu kızlarıyla; hapishaneleri, hırsızları, su ve toprak kavgaları, hastalıkları, ölümleri, düğünleri, eğlenceleri, kadın oynatmaları, kadın kaçırmaları, şarkılı sazlı kahveleriyle; bir doyumsuzluğun sonucu kadın düşkünlükleri ya da tertemiz sevdalarıyla ve bütün bunları bütünlemek ister gibi birçok hikâyede uzaktan uzaktan görünüp kaybolan 'golf pantolonlu, kasketli, kara gözlüklü, boyunları fotoğraf makineli' köycüler ve bürokrat kalabalığıyla tüm Anadolu köyleri ve kasabaları belli bir tarihsel konum içinde gerçekçi renk ve biçimleriyle silinmez bir biçimde çizilmiştir" (M. H. Doğan). Ş. Kurdakul onun öykücülüğünü "Sabahattin Ali'nin 60'ı aşkın öyküsünde köylü kentli kadınlar, mahpuslar, çocuklar, bürokratlar, kendi niteliklerinin yanı sıra, sınıflı toplumun insanı olmaktan gelen nitelikleriyle birlikte yaşarlar. Issız, kendi durumuna bırakılmış Anadolu'nun yalnız insanları, idare lambalarının soluk ışıkları altında hüzünlü bakışlarıyla insanlığımızı arar gibidir. Sorma aşamasına bile gelememiş bu insanları -birkaç öykü dışında- gerçeği zorlamadan verir Sabahattin Ali" biçiminde değerlendirir.

Sabahattin Ali'nin öyküsü Ömer Seyfettin geleneğini geliştirerek sürdürür. Ekseninde Anadolu insanının yer aldığı bu öyküler belli bir olaya dayanan, belli bir zaman ve mekân içinde geçen, belli bir giriş-gelişme-sonuç çizgisi izleyen klasik bir kuruluşa sahiptir. Ama gerçeği kavrama ve ifade etme biçimindeki farklılık onu Türk öykücülüğünde Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Samim Kocagöz çizgisiyle sürecek yeni bir çığırın başlatıcısı yapar. R. Mutluay'ın deyişiyle "Refik Halit'le Ömer Seyfettin'in ilk örneklerini verdikleri 'Memleket Hikâyeleri' çok bilinçli bir bakışın toplumumuzdaki düzensizlikleri sergileyen eleştirisiyle birleşmiştir." İlk öykü kitabı Değirmen'de gerçekçi öykülerinin yanı sıra 1930'a kadar yazdığı ilk öykülerinin romantik havası gözlenir. Aynı kitapta yer alan ve ilk olarak 1930'da yayımlanan "Bir Gemicinin Hikâyesi" adlı öyküsü, bu hayalci, romantik dönemini noktalar ve gerçekçi, eleştirel bir dönemin başlangıcı olur. Bu değişimde yazarın Anadolu halkı ve gerçekleriyle yüz yüze geldiği taşra ve hapishane yaşamının etkili olduğu söylenebilir. Bundan sonra, M. H. Doğan'ın deyişiyle, "... yakından tanıdığı, sıkı ilişkiler içine girdiği köy ve kasabaları; köy-kent ikiliğini; geri bir ekonomik düzenin ve baskıcı bir yönetimin ürünü yoksunluklar, yoksulluklar içinde ekmek uğruna, su uğruna, toprak uğruna ölen, öldüren, hapislere düşen Anadolu insanını; ağa, eşraf, esnaf, köylü, bürokrat ilişkilerini konu edinecektir."

İlk romanı Kuyucaklı Yusuf, kahramanı Yusuf'un serüveni çevresinde bir Anadolu kasabasında mütegallibe esnaf ve eşrafın hükümet güçleriyle işbirliği halinde yoksul halkı nasıl ezdiğinin öyküsüdür. B. Moran Batılılaşmayı Türk toplumunun ana sorunsalı olarak ele alan daha önceki romanlardan farklı olarak, toplumsal yapının kendisinden kaynaklanan çatışmalara yönelmesi bakımından Kuyucaklı Yusuf u yol açıcı bir yapıt olarak değerlendirir. B. Moran'a göre "Kuyucaklı Yusuf'ta bu yapıya ve düzene karşı çıkış, yazarını, Orhan Kemal'in, Yaşar Kemal'in ve genellikle Anadolu romancılarının öncüsü yapar." Fethi Naci ise Kuyucaklı Yusuf u "... kişilerinin canlılığıyla, ayrıntıları kullanmaktaki ustalığıyla, olay örgüsündeki mükemmellikle, mahalli renkleri vermekteki üstün başarısıyla, sosyal gerçeklikle insani gerçekliği tam bir uyum içinde, dengeli olarak yansıtmasıyla eskimeyecek, tazeliğini sürdürecek bir roman" biçiminde değerlendirir. Kahramanı Ömer'in bireysel çelişkileri ve bunalımları üzerine kurulan ikinci romanı İçimizdeki Şeytan'da Sabahattin Ali, Anadolu'dan İstanbul'a geçer. İkinci Dünya Savaşı öncesi üniversite ve sanat çevrelerini, siyasi yönelişleri, bu çevrelerdeki ahlaki bakımdan yozlaşmış kişilikleri ele alır. Üçüncü romanı Kürk Mantolu Madonna romantik yanı ağır basan bir aşk öyküsüdür. Ankara'da bir memur olarak çalışan, kimsenin önemsemediği, silik bir kişilik olarak görünen 35 yaşlarındaki Raif Efendi'nin seneler önce Berlin'de Maria Puder adlı bir Alman kadınla yaşadığı aşk geriye dönüşlerle verilir.

Sabahattin Ali'nin öykü ve romanlarındaki toplumsallığa karşılık hece vezniyle yazdığı şiirlerinde alabildiğine bir duygusallık egemendir. R. Korkmaz'a göre, "Sabahattin Ali'nin şiirleri genel olarak incelendiğinde karşımıza iç serzenişleri avutmaya, doyurmaya veya dindirmeye çalışan ve bu yüzden de tezatların en uç noktalarına gidip gelen; zaman zaman cesur, kararlı ve kalender ama ekseriya vehimli, aciz, korkak, bedbin ve daha çok melankolik bir 'ben' şairi çıkar."

Sabahattin Ali'nin tek oyunu Esirler 7. yy'da Çin başkentlerinden Si-Gan-Fu'daki esir Türklerin Kürşad’ın önderliğinde ayaklanmalarını ve yenilmelerini konu alır.

Sabahattin Ali Varlık, Tercüme, Yurt ve Dünya, Ulus, Yeni Türk, Zincirli Hürriyet, Tan gibi gazete ve dergilerde edebi ve siyasi yazılar; özellikle 1946-48 arasında Markopaşa ve onun kapatılması üzerine çıkarılan Malumpaşa, Merhumpaşa, Alibaba gibi mizah gazetelerinde hiciv yanı ağır basan mizah yazıları kaleme aldı.

"Kağnı", "Ses" ve "Gramofon Avrat" öyküleri ("Azap Yolu" adıyla; yön. Y. Duru, 1967), Kuyucaklı Yusuf (yön. F. Tunç, 1985), "Gramofon Avrat" adlı öyküsü (aynı adla; yön. Y. Kurçenli, 1987), "Hanende Melek", "Yeni Dünya" ve "Çilli" adlı öyküleri ("Develerin Ölümü" adıyla; yön. İ. Tözüm, 1990), "Haşan Boğuldu" öyküsü (aynı adla; yön. O. Aksoy, 1990) filme alındı.

Yapıtları: 

Şiir: Dağlar ve Rüzgâr, İst.: Türkiye, 1934 ("Kurbağanın Serenadı" ve "Öteki Şiirler'le birlikte, Ank.: Bilgi, 1937); Bütün Şiirleri, (haz. A. Özkırımlı) İst.: Yapı Kredi, 1999.

Öykü: Değirmen, İst.: Remzi, 1935; Kağnı, İst.: Yeni Kitapçı, 1936; Ses, İst.: Yeni Kitapçı, 1937; Yeni Dünya, İst.: Remzi, 1943; Sırça Köşk, İst.: Remzi, 1947.

Roman: Kuyucaklı Yusuf, İst.: Yeni Kitapçı, 1937; İçimizdeki Şeytan, İst.: Remzi, 1940; Kürk Mantolu Madonna, İst.: Remzi, 1943.

Oyun: Esirler (Varlık’ta tefrika, 1936).

Mektup: İki Gözüm Ayşe, (haz. Ayşe Sıtkı-D. Akın) İst.: Ataol, 1991; Hep Genç Kalacağım, (haz. Sevengül Sönmez) İst.: Yapı Kredi 2008.

Yazılar: Markopaşa Yazıları ve Ötekiler, (haz. H. Altınkaynak) İst.: Cem, 1986.

Çeviri: Tarihte Garip Varlıklar (M. Mimmerich), Ank.: Ulus B., 1936; Antigone, (Sophokles), İst.: Maarif Vekilliği, 1941; Minna von Barnhelm (G. E. Lessing), Ank., 1942; Üç Romantik Hikâye ("Duka ile Karısı", E. T. Ame-deus Hofmann; "Peter Sclemihl'in Acâyip Sergüzeşti", Adalbert von Chamisso; "San Domingo'da Bir Nişanlanma", Heinrich von Kleist), Ank.: MEB, 1943; Fontamara (I. Silone), Ank.: Akba, 1943; 1943; Gyges ve Yüzüğü (C. F. Hebbel), Ank.: MEB, 1944.

Kaynaklar: N. Atsız, İçimizdeki Şeytanlar, İst., 1940; K. Bayram, Sabahattin Ali Olayı, Ank., 1978; A. Bezirci, Sabahattin Ali, İst., 1987; R. M. Ertüzün, Sabahattin Ali Olayının Gerçeği (Benim Bildiğim Sabahattin Ali), İst., 1985; M. Kutlu, Sabahattin Ali,İst., 1972; F. A. Laslo-A. Özkırımlı, Sabahattin Ali, İst., 1979; S. Sülker, Sabahattin Ali Dosyası, İst., 1968; R. Korkmaz, Sabahattin Ali: İnsan ve Eser, İst., 1997; Alangu, Hikâye ve Roman; R. Mut-luay, 50 Yılın Türk Edebiyatı, Ank., 1973, s. 419-421,560-565; R. İlgaz, Sarı Yazma, İst., 1976, s. 178-186, 276-281; ay, Yokuş Yukarı, İst., 1987, s. 166-171; Kurdakul, Cumhuriyet II, s. 33-40; Kaplan, Hikâye Tahlilleri (1984), s. 139-143; S. Kutlu, Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Romanları, İst., 1987, s. 235-243; Y. Küçük, Aydın Üzerine Tezler IV, Ank., 1986, s. 135-145; Moran, 14-35; Fethi Naci, Türkiye'de Roman, 499; Önertoy, 45-47,222-223; S. Sertel, Roman Gibi, İst., 1969, s. 132-133, 240-243, 348-350; İ. Tatarlı-R. Mollof, Hüseyin Rahmi'den Fakir Baykurt'a Marksist Açıdan Türk Romanı, İst., 1969, s. 82-103; F. Tevetoğlu, Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ank., 1967, s. 606-623; H. Altınkaynak, "Sabahattin Ali'nin Gazete ve Dergi Yazarlığı", Edebiyat Cephesi, S. 3 (Nisan 1979), s. 8; K. Ateş, "Sabahattin Ali'nin Eserlerinde Hapishane", Yansıma, S. 15 (Mart 1973), s. 181-185; A. Ayda, "Sabahattin Ali", Hisar, S. 148 (Nisan 1976), s. 11-14; Z. Bayar, "Türk Hikâyeciliğinin Büyük Dönemeci: Sabahattin Ali", Yansıma, S. 15 (Mart 1973), s. 172-175; A. Bezirci, "Sabahattin Ali'nin Çocukluk Anıları", Gelecek, S. 6 (Ekim 1971), s. 33-36; ay, "Sabahattin Ali'nin Hikâyelerinde Yapı", Yeni A, S. 12 (Mart 1973), s. 1, 8-9; A. Birki-ye, "Kuyucak'tan Yusuf ve Diğerleri", Yazko Edebiyat,S. 31 (Mayıs 1983), s. 90-96; M. Ergün, "İçimizdeki Şeytan", Yeni Dergi, S. 103 (Nisan 1973), s. 26-36; ay, "Sabahattin Ali'nin Önemi", Yansıma, S. 14 (Nisan 1973), s. 270-278; V. Günyol, "Kıyaslama Yoluyla: Sabahattin Ali'nin Hikâyeciliği ve Romancılığı", Yücel, S. 103 (Mayıs 1945), s. 80-84; S. İleri, "Sabahattin Ali'nin Hikâyeleri", Yeni Dergi, S. 53 (Şubat 1969), s. 142-150; A. Nesin, "Son Anı", Yansıma, S. 15 (Mart 1973), s. 144-146; A. Özkırımlı, "İçimizdeki Şeytan Üzerine", Yazko Edebiyat, S. 4 (Şubat 1981), s. 91-94; D. Özlü, "Sabahattin Ali İçin Bir Önsöz", Yeni Dergi, S. 17 (Şubat 1966), s. 181-184; ay, "Sabahattin Ali İçin", Yeni Dergi, S. 21 (Haziran 1966), s. 482-486; B. Taşan, "Sabahattin Ali Sinop'ta", Soyut, S. 87 (Ocak 1976), s. 44-49; İ. Tatarlı, "Sabahattin Ali ve Batı Edebiyatı", Türkiye Defteri, S. 15 (Şubat 1975), S. 363-370; R. O. Türkkan, "İçimizdeki Şeytan: İyi Bir Kaabiliyet Kötü Bir Fikir Hizmetinde", Bozkurt, S. 3 (Mayıs-Haziran 1940), s. 84-88; M. H. Doğan, "Öykücü Sabahattin Ali", Türk Dili (Türk Öykücülüğü Özel Sayısı) S. 286 (Temmuz 1975), s. 84-93; Özgüç, I, 315; II, 237, 301-302, 373-374.

 

 İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

SON EKLENENLER

Üye Girişi