Kullanıcı Oyu: 1 / 5

Yıldız etkinYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

-SEZAİ KARAKOÇ HAYATI ve ESERLERİ

(d. 22 Ocak 1933 - Ergani, Diyarbakır)

Şair, yazar, düşünür, siyasetçi. Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçen ve 1938 yılında Ergani'de 3 ay ilkokul öncesi ihtiyat sınıfına devam eden Sezai Karakoç, ilkokulu 1944'de Ergani'de bitirdi. Daha sonra Maraş Orta Okuluna parasız yatılı olarak kayıt oldu. 1947'de burayı bitirerek Gaziantep'te yine parasız yatılı lise öğrenimine başladı. Gaziantep Lisesi'nden 1950'de mezun oldu. Felsefe okumak istediği için İstanbul'a gitti. Babasının isteği İlahiyat Fakültesiydi. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girdi. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Şayet sınavı kazanmazsa felsefe tahsili yapacaktı.

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini 1955'te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamladı. Mecburi hizmet sebebiyle Maliye Bakanlığı'nda Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümüne atandı.

Daha sonra Maliye müfettişliği sınavına girdi ve kazanarak ve 11 Ocak 1956'da müfettiş yardımcılığı görevine başlar. 1959 yılında İstanbul'da Gelirler Kontrolörüdür. Bir ara Ankara çağrılıp Yeğenbey Vergi Dairesinde görevlendirilirse de kısa bir müddet sonra yine İstanbul’daki görevine döner. Görevi icabı Anadolu'yu çok gezer ve birçok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960 - 1961 yıllarında yedek subay olarak yaptığı askerlik görevinden sonra İstanbul’daki görevine kaldığı yerden devam etti. 1965'ten 1973'e kadar birçok kez istifa etti. 1973'ten bu yana da hiçbir resmi görev almadı.

İstanbul’da Diriliş Yayınları ve Diriliş Dergisi'ni kurdu. 1990 yılında "Güller Açan Gül Ağacı" Amblemiyle Diriliş Partisi'ni kurdu. Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürüttü. Ancak parti 19 Mart 1997'de 2 genel seçime girmediği için kapatıldı. 2006 yılında kültür bakanlığı özel ödülü ile ödüllendirildi. Bakanlığa, ödülün para kısmının kültür sanat işlerine harcanmasını, diğer kısmınınsa posta ile bildirdiği adrese yollanmasını rica ettiği bir mektup yolladı. 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi'ni kurdu.

 
***************
 

 
SEZAİ KARAKOÇ hayatı ve eserleri

İkinci Yeni'nin diğer kanadını oluşturan Sezai Karakoç (d. 1933) ve ta­kipçileri ise, ikinci Yeniye has dil ve söylem özelliklerini kullanarak İslam dinini esas alan konulara yönelirler.

Şiirlerindeki imge kültürlerini ve dü­şünce tabakalarını İslam estetiği üzerine kurmuşlardır. Bu iki kanat arasında izlek ve imge kültürü bakımdan önemli ayrımlar söz konusudur. Birinciler, materyalist bir dünya görüşüne sahip oldukları için imgeleri daha çok soyut­tan somuta doğru bir değişim sürecini yaşarken; ikincilerde bu değişim, ter­sine bir akışı seyrederek somuttan soyuta doğru bir yolu takip eder.

Sezai Karakoç, bu değişikliğiyle İkinci Yeni şiirinde görülmeyen bütüncül bir tavır alır. Onun şiiri, İslam'ın geleneksel metinlerinde görülen merkez-çevre ilişkisi üzerine kurulmuştur. Her ne kadar ayrışmalı bir yöntem kullanılmışsa da şiirin kenarından bir cazibe alam olan merkeze doğru sürekli bir çekiliş vardır.

İzleksel bakımdan daha çok İslam mitolojisini kucaklayan Sezai Karakoç şi­irinin sağlam bir metafizik zemini vardır. O, şiir dilindeki semboller aracılı­ğıyla geleneği güne ve geleceğe taşımaya çalışır. Böylece şiir coğrafyasında ge­leneği yeniden biçimlendirir ve yorumlar. Onun şiiri, kolektif bilinçdışının izleksel izdüşümü üzerine kurulur; nitekim bir konuşmasında: "Sanat tutu­mum, genel dünya görüşümün bir bölümünden başka bir şey değildir. Onu, bir sesin, yeni bir sesin sırtına yüklemekten ibarettir." (Bilge 1998: 82) diye bu gerçeği ifade eder. Şiiri aşk, hürriyet ve yaşam olgularının mutlak karşısın­daki temel esprisini yakalamaya ve anlatmaya çalışır;'

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen, Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin
Belkis'in
Boşunaydı saklamam öylesine aşikârsın bellisin

 
dizelerinde görüldüğü gibi, asil varlık alanı olarak değerlendirdiği Tanrısal idealizm, onun şiirlerinin yöneldiği en büyük kaynaktır. Bu alan, maddenin üstüne

piramidal biçimde kurulduğu Tanrısal enerjidir. Bunun için nesne karşısında soyut ve derinlikçi bir yaklaşımı vardır. Sezai Karakoç şiirinde, simgenin sözel varlığı hangi renge bürünürse hürünsün, anlam alam aynı kökensel ürpertiyi işaret eder. Şiiri ise, tanrısal olanı soyut düzlemde kavrayarak en güzel ve en ek­siksiz bir biçimde anlatmanın aracıdır. Onun bütün şiirleri, bir büyük şiirin parçasıdır. Bu şiirin önemli bir işlevi de; "İçinden çıktığı kültür ve medeniyeti yaşatmanın yanı sıra doğurganlığım sağlamaktır." (Karataş 1998:135)

Şiir kitapları; Körfez (1959), Şahdamar (1962), Hızırla Kırk Saat (1967), Sesler (1968), Taha'nın Kitabı (1968), Kıyamet Aşısı (1968), Gül Muştusu (1968), Zamana Adanmış Sözler (1970), Leyla ile Mecnun (1981), Mağara ve Işık (1969) adlarını taşır.

(Ramazan Korkmaz - Tarık Özcan CUMHURİYET DÖNEMİ: Şiir 1950 sonrası)

KAPALI ÇARŞI

Kendi yastıklarına gölge salmasın
Çocuklarının öpüşleri onlara anlat
Onlara anlat yağmur karşılıklı yağar
Ruhların içindeki müzikle karşılıklı
Kapalı çarşı içinde bir sigara
Bir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağ
Onlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçer
Kapalı çarşı ve kapalı çarşıyı götüren saat

Bir inci gerdanlık dumanları içinde kapkara
Anlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağ
Senin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklı
Işıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklı
Onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı
Tüyler içinde gelen yenidünya
Bir sandalye kadar hür olduğu gün
Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat

Benim aynamı küçültüp büyülten onlar
Benim aynamı aynalıktan çıkaran
Kapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğe
Neler neler etti anlarsın onlar
Şemsiyeler gibi
Felaketlerin en şakacısına açılıveren onlar
Kendi yastıklarına düşmesin
Dostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlat
Kapalı çarşılar içinde
Aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir
Kapalı çarşı içerisinde
Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri
Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları
Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları

Kapalı çarşıya gittiğin zaman
Bir yangın sonrasının gazetelerini okudun
Bir gazete uzun ve kul olmuş bir gazeteydi kapalı çarşı
Mavi gözlü bir gazete
Kapalı çarşı içinde bulutların en senin olanı
Sen bana kapalı çarşı
Şüphesiz o kadar satılan ve alınanlar var ki
Şüphesiz bir harita kırığı
Bir yapma deniz parçasıyla kapalı kapalı çarşı

Sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanı
Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını onlara anlat

 

KURBAN-SEZAİ KARAKOÇ YAZILARI

Yün yumuşaklığı, yürek yumuşaklığı

Her gün salhanelerde hayvanlar kesilir, ölü hale gelirler. Biz biliriz. Ama bilmiyor gibiyizdir. Daha doğrusu, sanki kasaptan alınan bir kilo et, bir canlıdan, onu ölü haline getirmek bahasına alınmış bir parça değil de, bir kilo şeker, bir kilo sabun gibi bir cansız eşyadır. Bütün yıl böyle gider de, yılda dört gün, kurban bayramı günleri durum değişir birden. Şehir baştanbaşa, her köşeden alev gibi çıkan koyunlarla donanır. Kınalı yünleriyle yollar bir yumuşaklıkla döşenir. Yalnız yün yumuşaklığıyla değil, yürek yumuşaklığıyla da. Sanki yollar yünle kabartılmıştır, yürek de kabarmıştır. Artık et ayrı şey, canlı hayvan ayrı şey değildir. İkisi birleşmiştir.

Şehrin çeliğine kanınızla su vermeğe geldiniz

Ey, dağların nefis ve saf havasında yüze yüze gelişen mübarek yaratıklar, hoş geldiniz. İnsan ihtiraslarının ve şeytan soluklarının köşe taşlarını kararttığı şehre hangi haberi getiriyorsunuz? Meta olarak canlarınızı koyduğunuz ulvî pazar kutlu olsun. Ayrıldığınız kuzulara, bıraktığınız dağlara, arkanızda kalan ovalara ve yollara, gökten ışık insin. Din uğruna canı feda etmenin canlı sembolleri, şehrin çeliğine kanınızla su vermeğe geldiniz.

İşte şehrin her alanında, Kurban Bayramında gördüğümüz kurbanlık hayvanlara içimizden aşağı yukarı böyle söylemeyi geçiririz. Ve işte Kurban Bayramındadır ki, Allahın bir yaratığının günübirlik bir akıntı halinde öbürü yaşasın diye hayatını verdiğini ve buna sessizce katlanacak şekilde ayarlanmış olduğunu görüyor ve anlıyoruz.

Şehri ve bizi zapt eder, feth eder

O gün, kurbanın günüdür. Kanıyla, sallanan gövdesiyle, tuzlu etinin şekersi tadıyla, derisiyle, tüyüyle… Sesiyle… O gün, çubuğuyla, bir kurban adayı hayvana sertçe vuran bir sürücü, alelâde günlere göre, bizde çok daha büyük bir tepki doğurur. İçimiz: “Başımıza vursa daha iyi” der. Acıma duygumuz, keskin bir koku gibi yayılır ortalığa. Kurban, kimseden bir şey istemeden ve her şeyini vererek, şehri ve bizi zapt eder, feth eder.

Her Müslüman denemiştir: Kurbanın eti farklıdır. Adeta, her günkü ete benzemez. “Bu sizin inancınızdır ki, size öyle gösteriyor” diyecekler bize. Doğru. Biz de zaten onu söylüyoruz. Her gün kesildiği halde kılımız bile kıpırdamayan, hatta hiç kesilmiyorlarmışçasına kesilmelerinden habersiz davrandığımız, etleri onlardan değil de bir maden ocağından geliyormuşçasına kayıtsız davrandığımız bu kutlu yaratıkların, yalnız bayram günüdür ki, çektikleri çileyi gösterir bize. Bunun üzerine düşünürsek, bu gündeki bu değişikliği açıklayacak unsurlar arasında belli başlı iki unsurun ağır bastığını görürüz:

1- Kurban kesmenin dinî bir tören olması.

2- Kesilmenin, göz önünde, şehrin içinde, herkesin görebileceği bir biçimde yapılması.

Bu ölüm dirime götürüyor

Yani öbür günlerdeki ölüm de ölümdür ama dışımızda, hatta idraklerimizin dışında bir ölümüdür hayvanın. Alanımıza girdiği zaman, hayvan, artık canlı varlık değil, sadece ettir. Hâlbuki kurban olayında, ölüm artık yalnız kurban edilenin değil, kurban edenin de bir yaşantısıdır. Yani insan da kendi ölümünü bir parça yaşar o anda. Yani, sanki o anda kendisi ölecekken, o hayvancağız, kendisinin yerine ölmekle ödevlendirilmiştir. Hz. İsmail’in yerine koç’un kurban edilmesi gibi. Bu alanda kurban, bir nevi, hayvanın şehidi gibidir.

Kurban kesilirken, bir an için insanın yaşadığına hamdetmemesi elde değildir. Hamd ve şükür, yaşamak gibi zaruret oluyor. O gün havada, elle tutulur bir kurban yeli eser. Artık bu ölüm, öbür günlerdeki hayvan ölümlerine benzemez. Farklı bir ölümdür bu. Ölümün metafizik havası, canlı bir şekilde, her yanımızı ve ölüm olduğu halde, bu ölüm diri bir ölümdür. Hayvanların ölünce toprak haline geleceği ve öteki dünyaya geçmeyeceği, buna karşılık, kurban edilen hayvanların yarın Cennette otlayacağı haberinin hikmetinden biri de bu değil mi? Bir ölüm ölüme götürüyor, bir ölüm dirime götürüyor. Böylece bir bakıma, bir kurban kesilirken, kurban edilen hayvanın hüviyetinde, bütün bir yıl kesilen hayvanlar dirilmiş oluyor.

Ölümden yapılmış canlı bir konuşma

“Bunu gör, buna tahammül et. Ve gerçeği anla. Kurban bir sembüldür. Aslında her gün, senin için, nice varlık kurban olmaktadır. Ama sen de bunun dışında değilsin. Öyleyse neye adandığını araştır ve bil.” Demektir Kurban. Kurban, ölümden yapılmış, böylesine canlı bir konuşmadır.

SEZAİ KARAKOÇ
Dirilişin Çevresinde, S. 11-13

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRLERİ

SEZAİ KARAKOÇ KİMDİR?

VE MONA ROSA, SEZAİ KARAKOÇ'U ANLATTI

SEZAİ KARAKOÇ’A DAİR - ARİF AY


 

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi