Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HALİDE EDİP ADIVAR KİMDİR?

Halide Edib Adıvar (1882-1964), eserlerinde 20. yüzyılın başındaki Türk toplumunu 

kadın ve medeniyet konuları etrafında ele alır. Toplumumuzun en önemli sorunu Doğu-Batı veya eski-yeni çatışmasıdır.

Sinekti Bakkal, Sonsuz Panayır ve Tatarcık romanlarında karşımıza çıkan bu çatışmada sürekli bir sentezden yana tavır koymaktadır. Ne Batıyı, ne de Doğuyu kendi başına ye­terli bulmaktadır. Doğu-Batı çatışması karşısındaki tavrı için İnci Enginün şu tespiti yapmaktadır:

"Bütünüyle ne doğu kötü, ne de batı iyidir. Her iki dünyada da bütün zaman için­de aranan müsbet kıymetler vardır ve bunlar zannedildiği gibi birbirine düşman da değildirler. Doğu kendi eksikliklerini tamamlamak için batıya, batı kendi noksanlıklarını kapatmak için doğuya gitmeli, birbirini öldürmeden bir terkip kurabilmelidirler. Mazide Osmanlı İmparatorluğu bu terkibin ideal örneğiydi. Gelecekte de Türkiye ve Hindistan'ın bu terkibi yapmaları beklenir." (1978:476)

Halide Edib, özellikle ilk romanlarında kadının Osmanlı toplumu içerisin­deki yerini belirlemeye çalışır. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise toplumsal bir görev yüklenerek insanlarımızı kurtuluş mücadelesi'ni desteklemeye çağırır, savaş yıllarının çeşitli problemlerini dile getirir.

Halide Edip Adıvar'ın romanlarındaki temel konulardan biri de kadındır. Yazar, kadını toplumun temeli olarak görmektedir. Bu nedenle de, özellikle toplumsal yönü ağır basan romanlarında kadının rolünü artırmaktadır. İlk romanlarında aşkın bir parçası olarak karşımıza çıkan kadın, özellikle 1930 sonrası romanlarında toplumla ilişkisi bakımından ele alınmaktadır. Halide Edib'in aradığı kadın tipi, tıpkı Doğu-Batı çatışması karşısında takındığı ta­vır gibidir. Ona göre ideal kadın "doğulu kadının şefkat ve sevgisi ile batılı ka­dının kendine güvenini bir araya getirerek toplumsal hayatta kimliğini kaybetmeden yerini al"andır. (Bekiroğlu 1999: 64).

Halk ve halk kültürü konusu da Halide Edip"in romanlarının vazgeçilmez konu­lan arasındadır. Yazar, halka yönelmeyi ve halk kültüründen yararlanmayı yüksek zümreye de önerir bir tarzda karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan başka din konusu­nun da, toplumsal etkisi bakımından ele alınıp irdelendiğini görmekteyiz.

Ateşten Gömlek (1932), Kurtuluş Savaşı'nın destanı niteliğindedir. İzmir'in işgalinden sonra İstanbul’a gelen Ayşe ve İzmir uğruna mücadele için onun çevresinde kenetlenen gençlerin heyecanları ve etkinlikleri hikâyeleştirilmiştir. Halide Edib, Milli Mücadele'nin doğuşunu ve kurtuluşu sembol nite­liğindeki Ayşe'nin yaşadıkları çevresinde anlatmaktadır.

Vatansever bir kadının yaşadıkları çevresinde kurtuluş mücadelesini anlat­ma Vurun Kahpeye'de (1926), Aliye çevresinde gelişir. Bir Batı Anadolu kasa­basına öğretmen gönderilen Aliye, bir taraftan Milli Mücadele'yi temsil eden Tosun Beyle nişanlanır diğer taraftan Yunan ordusuyla işbirliği yapan Hacı Fettah ve Hüseyin ile mücadele eder. Aliye'nin linç edilmesiyle sona eren ro­manda, tıpkı Yo ban'da olduğu gibi Kurtuluş Savaşı'nın hangi zor şartlarda başlatıldığını sezdirme düşüncesi bulunmaktadır.

Halide Edib, Kalb Ağrısı (1924) ve devamı Zeyno'nun Oğlu (1928) romanla­rında, dikkatini Milli Mücadeleden kadınların duygu dünyasına çevirir. Zeyno'nun aşk acısıyla başlayıp evliliğe ve Diyarbakır'a kadar giden serüvenini dile getiren bu romanlarda; duygusal dram ile kadının toplum içerisindeki yeri birlikte irdelenmiştir.

Sinekli Bakkal (1936) 1935'te The Clown and His Daughter (Soytarı ve Kızı) adıyla Londra'da İngilizce, bir yıl sonra da Sinekli Bakkal adıyla Türkçe yayım­lanır. (Enginün 2002: 254)- 1942 yılında CHP roman yarışmasında birinci olur. Sinekli Bakkal, tıpkı Yakup Kadri'nin Hep O Şarkısı gibi, yazarın hayatıyla karşılaştırdığımız zaman geçmiş dönemleri konu alan, geçmişin güzellikleri­ni yeniden gözlemleyen ve değerlendiren bir romandır. İnci Enginün bu tav­rı, yaşanılan hayatta geçmişin değerlerine özlem duymak şeklinde yorumla­maktadır (2002: 254).

Romandaki vak'a II. Abdülhamit devrinde geçmektedir. Daha doğrusu 1908 öncesi dönemden toplumsal bir kesit konu edilmektedir. İstanbul'un aynı adı taşıyan bir mahallesinde yaşanan olayları konu almaktadır. Roman; Rabia, Rabia'nın babası Karagöz oyuncusu (Kız) Tevfik, Mevlevi dervişi Vehbi Dede, İtalyan piyanist Peregrini üzerine kurulmuştur. Bu kişilerin kendi aralarında­ki ilişkiler, ele alman zamandaki şartlar ile birlikte romanı yönlendirmektedir. Bunlardan başka Cüce Rakım, Rabia'nın annesi Emine, Jön Türk Hilmi, tu­lumbacılar, bağnaz imam romanın diğer kişileri; sevilen bir sokağın insan kadrosu ve özellikleri romanın temelini oluşturmaktadır. Rabia, bu sokakta üç katlı bir evde doğar. Türlü acılar yaşamış olan Emine ve Kız Tevfik'in çocuğu­dur. Annesi aşırı dindardır, babası ise hayatı bir oyun sahnesinden ibaret san­maktadır. Rabia, çocukluk dönemini çeşitli yasaklarla geçirir. Bir müddet son­ra Zaptiye Nazırı Selim Paşa'nın karısı Saliha Hanım, Rabia'nın sesinin güzel­liğini fark eder. Bundan sonra Rabia'nın hayatına iki insan girer: Doğu mistisizmini temsil eden Vehbi Dede ve batı düşüncesini temsil eden Peregri­ni. Rabia'da Vehbi Dede ile birlikte katı din düşüncesinin yerini hoşgörü alma­ya başlar. Ancak Halide Edib'in Rabia'dan beklediği Peregrini ile oluşturacağı sentezdir. Bu sentez de iki farklı düşüncenin de barınağı durumundaki Selim Paşa Konağında gerçekleşir. Bu arada hem Rabia'nın hem de Peregrini'nin kendi değerleri ve düşünce sistemlerinin dışına çıkarak birbirlerine yakınlaş­maları Doğu ve Batı düşüncesinin birleşmesi bakımından dikkate değer.

Romanın birinci dereceden kahramanı olan Rabia, manevi değerleri yücel­ten ve temsil eden kişi rolündedir. Kız Tevfik geleneksel tiyatro oyunculuğuna yaratıcılığı ekleyen, istemeden politikaya bulaşan ve Jön Türkleri ele verme­mekteki fedakârlığıyla dikkati çeken bir kahramandır Sakıncalı, yasaklı ve sürgündür, İtalyan Peregrini, Batı akılcılığının temsilcisi durumundadır. Ka­tı ve kuru akılcılıktan bıkmış ve kaçmıştır. Bunalımının çözümünü Doğu in­sanının temiz sevgisinde aramaktadır.

Halide Edib, Sinekli Bakkal romanında Doğu ile Batı arasındaki birleşimi Rabia ile Peregrini aşkı çevresinde irdelemektedir. Batıyı temsil eden Pereg­rini ile mistik Doğuyu temsil eden Rabia'mn evlendirilmesi de bu birleşimi bir bakıma sağlamaktadır.

Halide Edib, sokağı ve romanındaki bütün kişileri bu sentez amacı için kul­lanmaktadır. Ama bunda ne kadar başarılı olduğu tartışmalıdır:

 

"Aslında Halide Edip bu romanda Türk - İslâm değerlerinin yaşadığı, Batılılaş­manın bulaşmadığı bu sokağı idealize ederek, geleneklere bağlılığın getirdiği huzuru anlatmak istemiştir. Camii sadece şehrin siluetini süsleyen, yaşlıların ve güvercinlerin rahat nefes alabildiği, şadırvan ise ulvî sesleri anımsatan bir unsu­ra; musiki ruhu coşturan tınılara, kandil geceleri, gökyüzünde birer yıldız gibi asılan mahyalara indirgendiğinde artık yeni bir sokaktan, yeni bir hayattan söz edilmelidir. Zaten, romandaki mekânlar ve bireyler hep bu amaca yöneliktir." (Sakar 2002, s.575).

 

Denilebilir ki Sinekli Bakkal romanında olaylar Halide Edib'in zihnindeki bir görüşü dile getirmek için tertiplenmiş ve doğulu kadın ile batılı erkek ya­zarın tezi gereği seviştirilip evlendirilmişlerdir. Birinci kısımda olay örgüsü­nün tabii gelişimi, farklı dünya görüşlerine sahip kişiler arasındaki çatışma­dan doğan gerilim ve dramatik sahneler-, ikinci kısımda yerlerini, zorlama iz­lenimi veren bir ilişkiye ve saray çevresinin tanıtılmasına bırakmışlardır.

Selim İleri ise bu sentez düşüncesinin aksine Sinekli Bakkal'ın "gerçekte, Osmanlı İmparatorluğu'nda artık gücünü, egemenliğini yitirmiş doğu despot­luğuna karşı batı emperyalizminin nasıl yerleştiğini, kendiliğinden simgele"diğini (1978: 58) söyler.

Halide Edib Adıvar'ın roman çizgisi içerisinde farklı bir yere sahip olan Yolpalas Cinayetinde (1987) zengin ve fakir kitle arasındaki uçuruma da dik­kat çekilir. Zengin kitlenin fakir kitleyi nasıl sömürdüğü romana has kurgu içerisinde vurgulanır. Bu romanda polisiye ve dedektif roman türüne has bir yapının bulunduğunu da söyleyebiliriz.

Tatarcık'ta (1989) ise dağınık hayatlar, farklı yetişme tarzlarının bireyleri karşı karşıya getirilir. Sinekli Bakkal'da geçmişe olumsuz bakmayan, bazı de­ğerlerini benimseyip bugüne taşıyan ve bunları Batı kültürüyle harmanlayabilmenin örneklerini sergileyen, Halide Edip Adıvar; bu romanın devamı mahiyetinde Tatarcık'ı yazmıştır, Cumhuriyet döneminin gençlerini yansıttı­ğı romanında eski-yeni, aydın-halk, gelenek-modernizm çatışmalarını fark­lı roman kişileri çevresinde ele almaktadır.

Sonsuz Panayır'da. (1946) II. Dünya Savaşı yıllarının İstanbul'u konu alınır. "Klasik anlamda bir başkahraman ve vak'a taşımayan roman, tıpkı panayırlardaki gibi bir vahdet duygusundan yoksundur. Her kısmın kendine ait bir bütün olarak sergilendiği eserde sosyal hiciv güçlüdür. Sosyal anlamda biçim­lenen mesajda, asalak tiplerin toplumdan temizlenmesi gerekliliği ile idealiz­mi kuvvetli olan ve bunu aksiyon sahasına taşıyabilen gençlerin varlık kıyme­ti vurgulanmıştır." (Bekiroğlu 1999: 78-79).

Halide Edib Adıvar'ın bundan sonra yayımlanan romanları, onun sanatına önemli katkı sağlayan eserler değildirler. Halide Edib Adıvar'ın Sonsuz Pana­yır'dan sonra yayımlanan romanları tefrika veya yayın yoluyla okuyucuyla ilk tanışma sırası şöyledir: Akile Hanım Sokağı (1957), Kerim Usta'nın Oğlu (1958), Sevda Sokağı Komedyası (1959), Çaresaz (1961), Hayat Parçaları (1963).

 Kaynak: Yakup Çelik, Cumhuriyet Dönemi Roman, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Türk Edebiyat Tarihi, sayfa:215-275, cilt:4  

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi