Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

RECÂİZÂDE EKREM- HAKKI SÜHA GEZGİN

Türk edebiyatında derin iz bırakmış şahsiyetlerden biri de Recâizâde Mahmud Ekrem Bey’dir.

Uzun bir boy, son derece zarif bir kılık. Kumral sakalına kibar gülüşünden ince bir ışık dökülüyor sanırsınız. Gözlerinde tatlı bir mahzunluk sezilir. Uzun ve ıstıraplı bir ömrün izi, bu gözlere çökmüştür.

Bir çiçek nasıl kokusundan habersiz yaşarsa, Mahmud Ekrem de, müstesna kibarlığını öyle taşırdı. Çağdaşlarının en ileri gelenleri ona:

- Üstâd! derlerdi.

Evet, amma bu üstâd sözüne sakın bugünkü mânâsını vermeyiniz. Şimdi Bâbıâli üstâd oldu. Azizim, monşer tâbirleri unutulalı beri artık herkes üstâd lafını kullanıyor.

Ekrem Bey’in üstâdlığı böyle değil.

Ekrem ki asrımızda üstâd-ı muktedâdır

Ders olmasın mı ondan bir söz olunca sâdır

beytini bu unvanın beratı gibi kabul edebiliriz. Zemzeme'lerin asıl sahibi, etrafına feyiz saçmış, nur ve irfan sâkiliği etmiş, bilgi ve ruh sunarak gerçekten üstâd olmuştu.

Bir kıtasıyla kendi doğum tarihini tarihin alnına yazmıştır:

İki yıl evvel eğer gelse idim dünyaya,

Yine etseydi bana Ekrem ’i mahlas eb ve ced;

Elften kat’ı nazar mevlidimin tarihi 

Mahlasımdan bilinirdi bi-hesâb-ı ebced

Ekrem ebcet hesabıyla 261 eder. Elf de bin, 1261, iki yıl sonra doğduğuna göre 1263’te dünyaya geldiği anlaşılır.

0 niçin üstâddır? Şunun içindir ki Recâizâde ile yepyeni bir sanat inanışı ve bir bediiyat ölçüsü meydana gelmiştir.

Gerek Zemzeme'lerin mukaddemelerinde, gerekse Menemenli Tahir’in Elhan'ı için yazdığı “Takdir-i Elhan”da, o zamana kadar hiç bilinmeyen bir sanat ve estetik bayrağı açılmıştı. Kendisinin hem Mülkiye, hem Galatasaray Sultanisi’nde muallim oluşu, memleket gençliğini de onun kuvvetli avuçlarına vermiş ve bir yanda kâğıtla mürekkebi işlerken, bir yandan da canlı eserler yetiştirmişti.

Ekrem’in üstâdlığı işte böyle büyük bir gerçektir. Kendisi:

Tefekkürü severim mahrem-i melâlimdir

der. Bu, onda düşünmeye meyyal bir ruhun varlığını gösterir. Başka bir şiirinde de:

Diküp nezzaremi bir necm-i pertev-efşâne 

Düşünceyi severim muttasıl hamuşâne

beytini okuyoruz.

Düşünmek beyin ikliminde bir sondajdır. Fikir artezyenini fışkırtan burgu ondan yapılır.

Recâizâde’nin düşünmeyi sevmesinden, düşünüşe meyyal bir ruh taşımasından ne doğdu? Onda nasıl bir derin tefekkür âlemiyle karşılaşırız? Düşünce Ekrem’e hangi felsefî ufkun genişliğini vermiştir? Eserlerinde böyle derinliklerin, yüksek sezişlerin uğultulu dalgalanışı görülür mü? Buna kısaca:

- Hayır! diyeceğiz.

Çünkü düşünce onda fikirden çok hissi işleyen bir şair dalgınlığıdır. Düşünmeyi daha ziyade tahayyül yerlerinde kullanmıştır sanıyorum.

Zaten eserlerini toplu bir bakışla müşahede altına aldığımız zaman, kitap hükümlerinin çoğuna ortak olamayız.

Çok ince, pek hassas, gayet rakik diye sıfatlandırılan Ekrem Bey’de ne baş döndüren bir yükseklik, ne ruhlara ürpermeler veren bir derinlik vardır. Şair, kendini gönül fırtınaları, ruh cehennemleri içine atacak felâketlere uğradı. Onun babalık ıstırabını, balığın karnındaki Yunus ve Eyüb peygamberler bile çekmemiştir.

Evet amma, bütün bu iç mahşeri, içinden kasırga uğultuları, kartal çığrışları, zelzele deprenişleri gelen bir eser doğurmadı.

Âh Pirâye ’min işte bu yerdir medfeni

mısraında bakıyoruz, bir ölüm haberinin acılığı bile yok.

Hâmid bir “Makber”den koca bir mahşer çıkarmıştı. Re-câizâde, bir mahşerden bir mezar bile yaratamadı. İnsanlar, birtakım kabiliyetlerini birlikte getirirler. Beynin çapı, bazu gibi halterle değişmiyor. Şahin de, serçe de kuştur. Amma birbirinden ne kadar başka şartlarla yaratılmışlardır.

Onun için derinlik ve yükseklik herkese nasip olmaz. Ekrem Bey zaten bu türlü kabiliyetler, üstünlüklerle edebiyat tarihimize girmedi. O, büyük şair sıfatıyla anılmıyor. Fakat sanatın damga değiştirmesinde en büyük şeref payı onundur.

Divan tarzının estetiğini o yıktı. Hem kendisi de gazelle başladığı halde.

Nağme-i Seher, Zemzeme'ler eski yolda yazılmış şeylerdir. Fakat bu şekil eskiliği içinde uyanık ve yeni bir ruh da sezilir. Bu yüzden değil midir ki, hasımları ona:

Değil muvâfık-ı âdâb Nefha-i Seher’in

Nedir bu Zemzeme? Zaptet dehânın ey bülbül!

beytiyle saldırmışlardı.

Muvafık-ı âdâb olamazdı. Çünkü Ekrem zaten o âdâbın muvafık olmadığına inanmış bir adamdı.

Kudemâdan Birkaç Şair'de Recâizâde’yi tezkire ile edebiyat tarihi arasına -bir tredünyon gibi- girmiş görüyoruz.

Talim-i Edebiyat, kendi sanat telakkisinin bir mektep kitabı halini alışıdır.

Bununla Türkiye’ye Eugene Veron, Rémy de Gourmont, Charles Lalo estetiği, yeni çağdaş ve ileri bediiyat girdi. Gençlik bu eserin tuttuğu ışıkla yaşayan gerçeği, ilim ve sanat hakikatlerini gördü.

Ekrem, işte bunun için üstâddır. Zevkimizde, telakkilerimizde uyandırdığı yenilik adına bugün onu sevip sayıyoruz.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi