Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

  TEVFİK FİKRET

Cenab, ondan bahsederken “esmerin dûnunda bir renk!” demişti. “Bazularını görenler Fikret’i pehlivan, ellerine bakanlar prens sanırlardı!” hükmü de onundur.

Bütün bir ömrü birlikte geçirmenin verdiği derin salâhiyetle konuşan Cenab, o makalesinde Fikret’i ne güzel anlatır. Yalnız bence bu yazının bir tek kusuru var: Sevgisi. Seven adam, çok yakından baktığı için iyi göremez. Yahut gördüm sandığı şey hakikat değildir.

Cenab bunu Fikret’in öldüğü hafta içinde yazmıştı. Ölüm sevdiklerimizin güzelliğini arttıran bir duvaktır. İnce buruşuklukları, derindeki pürüzleri örtüp silen bir duvak.

Bugün resimlerine bakanlar, o ufuk gibi geniş alnın arkasındaki âlemi göremezler. Objektif, yalnız sığları zapt eden bir âlettir. Fikret’i ancak bir büyük fırça dâhisinin renk mahşeri anlatabilir.

Servet-i Fünun’un bu seçme şairi, memleket münevverlerini ikiye bölmüştür.

Büyük bir kalabalık ona taşkın bir sevgiyle bağlanıp övdü. Bazıları da başka başka bahanelerle sövdüler. Yukarıda sevenlerin çok yakından baktıkları için iyi göremediklerini söylemiştim. Sevmeyenler de çok uzaktan seyrettikleri için göremediler.

Şahsiyeti etrafında bu kadar çok konuşulmuş bir sanatkârın hâlâ bulutlu ve sisli bir varlık olarak kalışı gerçekten acıdır.

Fakat bu eksikliği biraz da tabiî görmek gerek. Tarihe mal olan adamlar, zaman ve mesafe eleklerinden süzülmeden bitaraf tetkiklere, tereddütsüz ve objektif hükümlere eremezler.

Ben onu tanımadım. Konuşmadım; ama eserleriyle tâ küçük yaşımdan beri haşir neşir olmuşumdur. Ömrünü inceden inceye araştırdım. Eserleriyle bu hayat akışı arasındaki münasebetleri belirtmeye çalıştım.

Yeni Mecmua'nın sayılı sahifeleri bunların hepsine elbette yetmez. Zaten bu portreler, bilmeyenlere bir şey öğretmek için değil, bilenlere yardım için yapılıyor. Hükümlerimi delillerin darasından çıkararak sunuyorum.

Şimdiye kadar ona dair yazılanların hepsini okudum. Birinin eksik bıraktıklarını ötekinin fazlasından telâfiye uğraştım. En son mürşidim de kendi eserleri oldu.

İlk etraflı tetkiki, 1918 Eylülünde Tevfik Fikret ve Ahlâkı adlı risale ile Köprülü Fuat yaptı. En sonuncusu da Aynîzâde’nin eseridir. Arada makaleler, hitabeler, nutuklar falan da var.

Yalnız dediğim gibi, bunların hepsinde serinkanlı İlmî bir inceleyişten ziyade gönül aynasında seyredilmiş Fikret’ler yaşamaktadır.

Bunlar, Müntehabat-ı Tercümanı Hakikat, Mirsad, Malûmat' da görülen Fikret’le, Rübab-ı Şikeste şairi ve Halûk’un Defteri’nin sahibi Fikret arasındaki ayrı simalara, bambaşka şahsiyetlere hiç dokunmamışlardır.

Bence en doğru tasnif şudur:

1.    “Sabah Ezanında” manzumesinin sahibi Kadırgalı Fikret,

2.    Mekteb-i Sultanî yetiştirmesi Fikret,

3.    Bize Amentü’ler yazan mason Fikret.

Eserlerinde bu üç varlığın da izlerine ayrı ayrı rastlanır.

Birinci ve ikinci başlıklar ki sosyalist Fikret’in bir adım sonra, vatandan hudutları kaldırdığını görürüz.

Ne yazık ki elimizde bu ruh ve fikir istihalelerinin maddî delilleri yok. Bu geçit ve geçişlerin mimarîsini, hayatına bakarak biz yapmak zorundayız.

Çok ehemmiyetli bulduğum bir nokta da ondaki ceddanî tesirlerdir. Fikret’in annesi babası hakkında pek az şey biliyoruz. Şu sakızlı kız rivayeti ne dereceye kadar doğrudur?

Sanatkârımızın mahremiyetine girenler, onun yaşayışı ile birlikte bu işi de belirtmeliydiler. Fikret’i kaplayıcı bir gözle görebilmek için bunlara muhtacız.

Sevenler ona birçok sıfatlar verdiler. Hattâ bizzat kendisinin istemediklerini de: Büyük şair, büyük mütefekkir, büyük mürebbi, büyük vatanperver... büyük ahlâkçı...

Büyük şairin hududu nedir? Galiba biz bunu pek de bilerek kullanmıyoruz. Büyüklük, Fikret’in şairliğinde değil, şiirde yaptığı inkılâptadır. Çünkü Servet-i Fünun’cular içinde meselâ Hüseyin Siret, daha lirik ve daha şair bir sîmadır.

Mütefekkir Fikret? Ben onda böyle bir ilim adamı tanımıyorum. Mürebbi Fikret için çok şey dinledim. Talebeliğini edenlerle görüştüm. Müessir bir adam olduğunu söylediler. Fakat mürebbilik, hayatın birkaç senelik emeğiyle ödenecek, kazanılacak unvanlardan değildir. Bu kadar basiti ise, Fikret gibi bir adama yamadan başka hiçbir kıymet veremez. Ahlâkçı Fikret? Eğer ahlâklı Fikret yerinde kullanılıyorsa bir şey diyemem. Yok eğer hususi ahlâk sahibi, ahlâkta sistem kurmuş bir adam denilmek isteniyorsa, bu da kabul edilemez. Çünkü ortada böyle bir şey yoktur.

Büyük vatanpervere gelince:

Fikret dünyayı vatan, insanlığı millet bilen bir adamdı. Vatanı olmayanın vatanperver olmasını akıl alır mı? O “Amentü”yü yazdığı vakit Bulgar topları Çatalca önlerinde patlıyor, koca Rumeli kan ve ateş içinde yüzüyordu. Avrupa, kollarını bağlamış bu cehenneme bakıyor. Türk vatanından yükselen çığlıkları duyuyor, fakat tınmıyordu.

İnsanlıktan iğrenmek için başka örneğe, ayrı sebebe lüzum olmadığı günlerde Fikret bu gaflete kapılmıştı. Eserleri arasında “Hasan’ın Gazası”, “Kenan”, “Millet Şarkısı” gibi şiirler var diye onu büyük vatanperver sayamayız. Çünkü Balkan faciası onu hissiz bırakmış, sokaklara dökülen yaralılar, muhacir kafileleri, ona bir damla mürekkep harcatmamış, bir tek mısra yazdıramamıştı.

Hâlbuki bunların karşısında coşmak için bir şairin vatanperver olmasına da hacet yoktu. Her kanayan yara, onların kalemlerini kana boyar.

Yazmadı! Çünkü küskündü. Millete küsülür mü, demeyin. O, bunu yaptı. Darülfünun profesörlüğünü istemeyişi, Robert Kolej’e yaslanışı da yine bu küskünlük yüzündendir.

Mücerret konuşanlar, derler ki Fikret, çok ahlâklı olduğu için herkesi kusurlu görüp iğrenirdi. Bu medh midir, alkış mıdır? Yoksa korkunç bir zem midir?

Ben şunu biliyorum ki Fikret mesut bir şair, talihsiz bir baba ve bedbaht bir aile reisi idi. Memleket felâketlere uğradığı zaman Halûk burada yoktu. Dünyanın en büyük zaferini kazandığımız günlerde yine onu burada göremedik. Türkiye bambaşka bir ülke oldu, bizimle eller övündü. O yine yok. Yine yok. Orhan Seyfi’nin dediği gibi müze yapılan Âşiyan’ın kapısına “Buraya herkes girebilir, yalnız Halûk’a yasaktır!” levhasını aşmalıyız.

Ve Fikret’e dair kıymet hükümleri verirken boş heyecanlara kapılmayalım. Taşımadığı değerler bağışlamayalım. İstemediği sıfatlar takmayalım. Çünkü bunlarla en çok yine onu incitmiş oluruz.

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi