Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
İsmi Mahmud olduğu halde Abdülbâkî imzasını kullanırdı. Babası Fâtih Camii müezzinlerinden Mehmed adında bir zât olup 1566 Haziranında hac farizasını yerine getirirken yolda vefat etmiştir. Bakî gençliğinin ilk yıllarında o zamanlar rağbetde olan saraçlık mesleğine girmişse de yaradılışındaki okuma ve öğrenme arzusu onu medreseye iletti. Uzan zaman Karamânîzâde Mehmed Efendi'den okudu. Ders arkadaşları arasında Nev'î, Edirneli Mecdî, Karamanlı Muhyiddin gibi müstakbel şâir ve âlimler vardı. Bu arada şiirle de uğraşmakla, zamanın edebî şöhretiyle tanışıp onlara nazireler yazarak değerin kabul ettirmekle meşguldü. Zatînin Bâyezid Camii avlusundaki remilci dükkânına sık sık giderek gazellerini onun tenkidine sunuyordu. Onun şiirlerine söylediği nazirelerle hem kendi şiir dilini olgunlaştırıyor, hem de dükkânı zamanın şâirlerinin toplantı yeri olan bu müstesna şâirin takdirini kazanıyordu. Nitekim Zâtî'de onun bir beytini tazmîn ile gazel edip dîvânına koymuş, Bakî gibi bir şâirin şiirin almak ayıb değildir, diyerek yaptığı işi haklı göstermek istemişti. Zatî 9531 1546 yılında vefat ettiği zaman Bakî 20-21 yaşında idi. Hocası Karamânîzâde Mehmed Efendi'ye yazdığı sünbül redifli kasîde ile şiirde kişiliğini iyice kabul ettirmişti. 1552 yılında Süleymâniye Müderrisi olan Kadızâde Şemseddin Ahmed Efendinin derslerine devama başladı. 1555 yılı ramazanında Nahcivan seferinden dönen Kanunî'ye takdîm ettiği kasidede üç yıldır medrese odalarında yattığından ve pâdişâhın emriyle 1 yıl binâ emînliği hizmetinde bulunduğundan söz etmektedir. Bir yandan derslere devam ederken öte yandan, o sırada yapımı sürmekte olan Süleymâniye Külliyesi'nde binâ emini olarak çalışmıştır. 963-1556 yılında Haleb kadılığına tâyin olunan hocasıyla birlikte gitti ve orada kadı nâyibliği yaptı. O sırada hocasına bir râiyye, Haleb Beğlerbeğisi Kubad Paşa'ya hilâl redifli olmak üzere birer kaside sundu. Şâh Abbâs'ın kütübhâne memurluğunu yapmış olan Mecmaü'l-Havâs adlı tezkirenin müellifi Sâdık-i Kitabdâr bir seyahatinde Haleb'de Bâkî'ye rastlamış ve onunla uzun uzun sohbetler etmiş, latîfeleşmiştir. Kadızâde'nin 1569 yılında Haleb kadılığından istifa ile İstanbul'a dönüşünde beraber yola çıktı. Konya'da aynı yılın Mart ayında, kadılık memuriyetini üstünde bulundurduğu Şam'a gitmekte olan Ebüssuûdzâde Mehmed Efendi'ye rastladı. Ona bir nûniyye takdim ederek iltimasını istedi. Mehmed Efendi bir tavsiyenâme ile şâiri babasına gönderdi. Bakî de bir lâmiyye kaside ile Ebüssüûd Efendiye başvurdu. Böylelikle ona dânişmend oldu. Bu sıra sadaret mevkiinde bulunan Rüstem Paşa'nın şeyhi, Baba Efendi diye mâruf Filibeli Şeyh Mahmud Efendi'ye intisâb etmeğe uğraşıyordu. Bu sebeple birkaç kaside de takdîm etti. Rüstem Paşa'nın 1561 yılında ölümü ile yerine geçen Semiz Ali Paşa'ya da iki kaside sundu. Hicrî 971 yılında mülâzim olup aynı yılın Ramazan ayında (Nisan-Mayıs 1564) yirmibeş akça ile medreseye tâyine ferman çıktı. O sırada Rumeli kazaskeri olan Hâmid Efendi Tâyinin kanununa ve usûle uygunluğundan tereddüd edip gereğini yapmakta gecikince, bir dîvânını tertibi ile ilgili olmak üzere türlü vesilelerle Kanunîye kasideler, tahmisler ve nazireler yazmış olan şâiri tanıyan ve takdir eden pâdişâhın yeniden ve kesin fermanı üzerine otuz akça ile Sileveri'de Pîrî Paşa Medresesi'ne tâyine mecbur oldu. Bakî orada çok kalmadı. Birkaç ay sonra, 972 Rebî-ülâhir'inde (1564 Kasım'ında) İstanbul'da Murad Paşa Medresesi'ne maklolundu. Bu tâyinin sağladığı imkândan istifâde ederek Kanunî'nin kendisine gönderdiği şiirlerine onun emri üzerine nazireler yazıyor, ayrıca pâdişâha kasideler takdîm ediyordu. Sultan la aralarındaki bu alâka zekî ve kabiliyetli şâirin yetenekleri pâdişâha göstermesine yardım etti. Bu kabiliyetli şâirden hoşlanan Kanunî ona Keşşaf, Hidâye, Ekmel adlı kitabların nefis birer nüshalarını hediye etti. Bakîde dîvânını pâdişâhın emriyle düzenleyerek ona sundu. Pâdişâhın türlü iltifatı şâiri manen ve maddeten zenginleştiriyordu. Bu münâsebetle 1565 Aralık'ında on akça terakkiye nâyil oldu. Aynı yılın Zilhicce'sinde (Aralık 1566), hacca gitmiş olan babasının ölüm haberini aldı. Bu hâdiseden bir yıl sonra. Kanunî Sultan Süleymanın Zigetvar'dan ölüm haberi geldi. Dâyimâ himayesini gördüğü bu büyük sultâna duyduğu derin samîmi bağlılığı ve onun târihî, siyâsî önemini ifâde eden ünlü mersiyesini yazdı. Mersiyenin sonunda yeni Pâdişâha intisabını da belirtti. Umduğu câziyeyi bulamadığı bir yana, Mahmûd Paşa müderrisliğinden de azledildi. Uzun bir ma'zûllük devresinden 975 Safer'inde (Temmuz-Ağustos 1569) Mahmud paşa müderrisliğine, 979 Rebîülevvel'inde (Ağustos 1571) Eyüb müderissliğine tâyin olundu. Münşeat sahibi Feridun Bey'in vasıtasıyla Sokullu Mehmet Paşa'nın himayesini elde eden şâir, Pâdişâhın husûsî meclisine de girmeğe başladı. Onun birkaç gazelini tahmis, birkaçını da tanzîr etti ve ayrıca üç kaside sundu. Bu çifte münâsebetin meyvelerini de devşirerek 1573 Mayıs'ında Sahn müderrisi oldu. 3. Murad'ın cülusundan sonra da itibarlı durumu devam etti. 1575 Ekim' inde Süleymâniye müderrisliği payesine yükseltildi. Bu makama gelişinden bir ay sonra talihinin burcunda uğursuz bir yıldız göründü. Rivayete göre, Nâmi adlı bir şâirin gazeli mahlas beytindeki ismi Bakî'ye tebdîl ile ona isnâd ettiler, o gazeldeki:
Gınâ sadrındaki mağrur u nâ-âsûde serverden
Fena bezminde hâb-âlâd olan mestânemüz yeğdür
beyitinde şâir, içkiye düşkünlüğü meşhur olan 2. Selîm'i oğlu 3. Murad'a tercîh ettiğini ifâde ediyorlar, dediler. Pâdişâh hiddetlenerek şâiri azletti. Fakat onu himaye edenler pâdişâha, gazelin İstanbullu Nâmi'ye âit olup eski mecmualarda görüldüğünü söyleyerek şâirin bağışlanmasını sağladılar. Gerçekte bu gazel Bakî Divânı'nın birçok yazma nüshalarında bulunduğu gibi, basmalarında da yer almıştır. Gazeli, şâiri kurtarmak gayesiyle Nâmî'ye isnâd etmiş olmaları mümkindir. Bu hâdisenin yatıştırılmasıyla Kasım 1576 yılında Edirne'de Selimiye müderrisliğine, 1579 Mart'ında Mekke kadılığına tâyin oldu. 990 Cemâziyelâhir'inde (Haziran-Temmuz 1582) İstanbul'a geldi. Mekke'de iken terceme ettiği el-i'lâm fi ahvâli beledi'ilâhi'l haram adlı Mekke târihini Pâdişâha takdîm etti. Kasideler, gazeller ve Murâdî mahlâsıyla şiirler yazan Pâdişâhın gazellerine yazdığı nazirelerle hükümdarın alâkasını elde etmeğe başladı. 992 Ramazan'ında (Ekim 1594) Molla Ahmed Efendi yerine İstanbul kadısı oldu ise de aynı yıl içinde azledilerek Üsküdar'da oturması emrolundu. 994 Receb'inde (Haziran-Temmuz 1586) tekrar bu makama getirildi. Bu sırada bâzı kadılar Pâdişâha şâir hakkında şikâyetlerde bulundular. Bakî de Şeyhülislâm Bostanzâde'nin kardeşini kendi yerine getirmek için şikâyetçileri tahrîk ettiğini hakâretâmiz kelimelerle iddia etti. Şeyhülislâm ise bâzı mısrâlarına dayanarak Bakî'ye küfür isnadında bulunup ayrıca rüşvet alıp verdiğini ve iddâ ile azlini sürgün edilmesini, aksi takdirde kendisinin istifa edip başka bir sultânın ülkesine gideceğini söyledi. Bakî Pâdişâhın hocası Sâdeddin Efendi'ye giderek o sırada Rumeli Kazaskeri olan Zekeriyâ Efendi'nin fetva makamına getirilmesini, münâsib görülmediği takdirde kendisinin tâlib olduğunu bildirdi. Pâdişâh, Bostanzâd'nin başka bir sultanın memleketine giderim, sözünden incinip onu azl ile yerine Zekeriyâ Efendi'yi, Rumeli Kazaskerliğine de Bâki’yi tayin etti (Nisan-Mayıs 1592). Aynı yılın Şevvalinde (Temmuz-Ağustos) tekâüd oldu. 3. Mehmed'in 1594 yılında tahta geçişiyle ona kasideler yazmağa başlayarak yeniden bir mevkie getirilmesini istiyordu. Pâdişâh da onu yeniden Rumeli Kazaskerliği makamına getirdi. Fakat tekrar şeyhülislâmlık makamına gelmiş olan Bostanzâde'nin marifetiyle uzaklaştırdı. Pâdişâha kasideler sunarak devamlı recâlarda bulunan şâir, üç yıllık bir bekleyişden sonra 1006 Receb'inde (Ocak 1598) tekrar Rumeli Kazaskeri oldu. Bostanzâde'nin ve Fatiyle kendisinin şeyhülislâm olması lâzım iken, Pâdişâh üzerinde derin nüfuzu olan eski ders arkadaşı Hoca Sâdeddin Efendi bu makama getirildi. Bakîde istifa etti. Hoca Sâdeddin Efendi'nin iki yıl sonra vefâtiyle şeyhülislâm olmak ümîdi yeniden doğdu ise de Sunullah Efendi tâyin olundu. Zâten oldukça ihtiyarlamış olan koca şâirin zayıf ve sinirli bünyesindeki hastalıklar bu hâdiseyle gitgide azdı. 23 Ramazan 1008/7 Nisan 1600 Cuma günü vefat etti. Cenaze namazı Fâtih Camii'nde Sun'ullah Efendi tarafından kıldırılarak Edirne Kapısı dışındaki mezarlığa defnedildi.
Bakî'nin iki erkek çocuğu dünyâya gelmiştir. Bunlardan ilki Şeyhî mahlâsiyle şiirler yazan Şeyh Mehmed müderrislik ve kadılıklarda bulunduktan sonra 1629-30 yılında vefat etmiştir. Abdurrahman da ağabeyi gibi müderrislik ve kadılık mesleklerinde bulunmuş 1636 sonlarında vefat etmiştir. Bunun da Fâizî mahlâsiyle şiirler yazan bir oğlu olup 1665-66 yılında vefat etmiştir.
Aslında hoşsohbet, şakacı, zevkperest bir insan olan Bakînin bulunduğu makamların gerektirdiği ciddiyetle bağdaştırılması mümkün olmayan hareket ve davranışlarda bulunduğu, tesbit edilen nükte ve fıkralarından bellidir. İşgal ettiği kazaskerlik makamlarına ve o kadar şiddetle özlediği halde bir türlü erişemediği şeyhülislâmlığa kendi zamanına kadar gelenlerin birçok telifâtı bulunduğu halde, Bakî’de bu nitelik yoktur. Eserleri, aşağıda belirtildiği üzre, dört tanedir. Onun çok arzu ettiği şeyhülislâmlık makamına eriştirilmeyişinde sanatkâr yaradılışının garib tezahürlerinin etkisi olsa gerektir. Şeyhülislâm Ebüsuûd Efendi'nin de teşvikiyle içki yasağı konulup, Galata önünde şarab yüklü gemiler Kanunînin emri ile yaktırıldığında söylediği gazel ki o zamanda Ebüsuûd'un asistanı idi ve Edirneli şâirlerle kendi nükteperestliği yüzünden başlayan çirkin hicivleşme, tezkirelerde ve mecmualarda görülen nükteleri hiç de bir kazaskere veya şeyhülislâm namzedine yakışır cinsten değildir. Kazaskerliğe kadar yükselip şeyhülislâmlığa bir ayak yaklaşmasında şairliğinin, meclislerde dâima aranan hoşsohbet, nüktedân bir kişi oluşunun da yardımı bulunduğu muhakkaktır. Edirneli şâirlerle arasındaki hicivleşmede onlara aynı kabalıkta davranmadığı kanaati, Bakî'nin tarafını tutmaktan ileri gelmiyorsa, yazdığı cevabî hicivleri görmeden verilmiş bir hüküm olup, doğru değildir.
Bakî, kendi çağında ve sonraki yüzyıllarda gelen sanat ve edebiyat adamlarının çoğunun belirttiği gibi, şiirde söyleyiş tarzında yenilik yapmış, imâle ve zihaf denilen dil kusurlarını asgarîye indirmiştir. Ahmedî’den Bakî'ye kadar gelen şâirler, Türkçeyi aruza uydurmak için yapılan, hecelerde uzatma ve kısaltma şeklinde özetlenebilecek olan bu kusurları belli nisbette gitgite azaltmışlardı. Bakî'nin şiirlerinde bunlar okuyanın dil zevkini incitmeyecek dereceye düşmüştür. Kılâsik nüktenin dayandığı iham, tevriye san'atlarının Bakî'nin şiirinin hâkim unsuru olduğunu iddia eden çağdaşı Ahdî ve ona iştirak eden Kınalızâde Hasan Çelebi hükümlerinde haksız değillerdir. Kendisi nüktedân, hoşsohbet, meclislerde aranan bir kişi olan Bakî’nin üslûbunun karakterine uygunluk göstermesi tabiîdir. Şurası da var ki, Hayalîde, Yahya Bey'de görülen büyük şâirin dîvânında bulunan tevhit, münâcât, na't gibi dinî ve bâzan tasavvufî muhtevâli manzumeler Bakî'nin dîvânında yoktur. Mekke kadılığında bulunmuş bir şâirin bir na't bile yazmamış olması düşündürücüdür. Bu ve hayâtının seyri gösteriyor ki, Bakî bu dünyânın zevklerini terennüm etmiş, şiirini de dünyevî arzularını ifâde ve isteklerini temin yolunda kullanmıştır. Şiirlerin-deki birtakım garib mecazlar, hayâl oyunları, aralarında yetiştiği Zâti, Hayâli Bey, Yahya Bey ve Emri gibi onaltıncı yüzyıl şâirlerinin tâkîb ettiği izleri olarak îzâh edilebilir.
Eserleri:
1. Divân: Bakî, Kanunî Sultan Süleyman'ın emri veya isteğiyle onun sağlığında dîvânını ilk defa tertib etmiştir. Bundan sonra, muhtelif târihlerde yeni şiirleriyle birçok defa yeniden tertib edilmiştir. Yalnız Türkiye kütübhânelerinde ve hususi ellerde şâirin sağlığında yazılmış 10'dan fazla nüshası vardır. Ölümden sonra istinsah edilenlerle dîvânının kitablıklardaki adedi yüzden fazladır. Yalnız bu rakam, zamanın tahribiyle, bilhassa İstanbul yangınlarıyla yitenleri hesaba katmasak bile, onun şiirlerinin sonraki yüzyıllarda hiçbir Osmanlı şâiriyle kıyâs edilmeyecek kadar okunduğunu göstermeye yeterlidir. En son olarak merhum Sadeddin Nüzhet Ergun tarafından 1935 yılında bastırılmıştır. Mecmualarda ve naşirin görmediği nüshalarda bu basımda bulunmayan bir hayli şiir vardır.
2.Fezâyilü'l cihâd: Ahmed bin İbrahim'in Meşâri'ü'l-eşvâk ilâ masâri'ü'l-uşşâk adlı Arapça eserinin tercemesidir. Cihadın faziletlerinden bahs ile Müslümanları cihâda teşvik eden bu eseri Sokullu Mehmed Paşa'nın emriyle 975/1567 yılında Türkçeye çevirmiştir. Kendi el yazısıyla bir nüshası Millet Kütüphanesindedir.
3. Maâlimü'l-yakîn fî sîreti Seyyidü'l-mürselîn: İmâm-ı Kastalânî adıyla şöhret bulan Şibâbü'ddîn Ahmet bin Hatîb el-Kastalânî'nin el-Mevâhibü'l ledünniye bi'lminahi'l Muhamediyye adlı eserinin tercümesidir. Bu eseri de Sokullu Mehmed Paşanın emriyle tercüme etmiş fakat birçok ilâve ve tâdiller yapmıştır. Şâir Nev'î tarafından istinsah edilmiş olan nüshada 987/1579 târihi bulunduğuna göre, tercüme bu târihten önce vâki olmuştur.
4. Fezâyil-i Mekke: Bu eser de Sokullu'nun emriyle şâirin Mekke kadılığı esnasında. Kutbuddin Mehmed bin Ahmed-i Mekkî tarafından yazılmış bulunan el-i'lâmu fî ahvâli beledillâhil haram adlı eserinden terceme edilmiş, 987/1579 târihinde belirtilmiştir. Mekke'nin târihinden ve bilhassa Osmanlı sultanlarının oradaki hayratından bahseder.
5. Hadîs-i Erba'în Tercemesi: Bu eserin varlığından haber veren Nevîzâde Atâyî, Bakî'nin Eyüb müderrisi olduğu sırada Ebû Eyyûb-i Ensâri'den nakledilen hadîslerden kırkını şâirin tercüme ettiğini, eserin türbede bulunup ziyaretçilerin istifâdesine sunulduğunu bildirmektedir.
(Mehmet Çavuşoğlu, Bakî ve Divânından Örnekler, Kitabevi Yay., İst. 2001.)