KANTO-10
Kış buğusunun camları terlettiği vakitte
Balıkçıların balıktan eve döndüğü vakitte
Dip dalgaların denizi dövdüğü vakitte
Aradım bulamadım Kevser’i sularda
Sekreter kızların evlerine döndüğü vakitte
Maden işçilerinin maden ocağına indiği vakitte
Trafik ışıklarının söndüğü, suların akmadığı vakitte
Aradım bulamadım çiçek öpüşlü sevgiliyi
Burası Mersin, kimse çeviremez güneşimizi
Kimse alıkoyamaz gülgillerden kendimizi
Bunları diyorum, arka sokaklarda pars dolaşıyor
Önce arka sokakları dolaşıyor sonra
Sonra bahçemize giriyor Kevser – neredesin?
Türkçe sapak, dilim tutuk, sözcükler yırtık
Bekliyorum minibüsler getirmiyor sesini
Tıka basa dolu çarşılardan, ölü sulardan
Akşam şala sarılı inerken bulvarlara
Yarı tenha sokaklarda aradım Kevser’i
Bulamadım, ne yaparım ben şimdi?
Ne yaparım sapı kalınca elimde leylağın?
KANTO-11
Azer Yaran’ın anısına
Gitmiyor sonsuzluk denizi üstünden rüzgâr
Gitmiyor Azer’in çan çiçeklerinden sesi
Demek ölü otları aşarak geliyor
Demek can çekişen taşlardan nefesi
İnmiyor sekili atlar çılgın bulvarlara
Vitrinlerin göz kamaştıran ışıkları yandığında
Kenti bir orman yalnızlığı sardığında
Dünya içinde bir başka dünyayken insan,
Azer Yaran öldü, hadi indirin dolunayı!
Azer Yaran öldü, bu denizin albatrosları nerede?
Azer Yaran öldü, sekili atlar çılgın bulvarlara indi.
Azer Yaran öldü, kalmadı hiç kimse insanın derinliğini ölçecek.
Köpükler içinde uyanmalıyım
Denize gece çiçekleri atmalıyım anısına
Uzun uzun yürümeliyim dünyaya doğru
Başımda akıtmalı fötr bir şapka
Ah ölüm yine ayağıma pranga oldu
Ah ölüm yine bomboş oldu ruhum
Yürüyemiyorum, demek safkan kederim
Yürüyemiyorum, demek gün sağır dilsiz uçurum
KANTO-12
Portakal ağaçlarının dansı döne döne
Toprağın üzerinde denizin yanı başında
Uçup gidiyor Zaman güneşin balçığında
Bastırıyor denizden yükselen buğu özgüvenimi
Ama derinliğini veriyor ruhuma
Bu yaz sabahı bakıyorum dünyanın kıyısından
Mersin İskenderiye Londra Paris
Uyanıyor varoşlarında Mağribi bulutlar
Ama işte tam şurada can sıkıntısı
Hep yanımda anlaşılmaz gözleriyle
Hep yanımda yürüyor kuru otlara basarak
Parmağımı uzatsam dağların ötesinde
Gözne ufak harflerle yazılmış, dağların arasında
Bir türkü ki bağlar kuru otlar arasında
Yürek yıkık Kudüs, yürek kör kuyu
Doluyorum bu sabah boş sarnıçlara
Martı görmemiş bir sokağa giriyorum
Bu lâleler senin için Kevser
Portakal ağaçlarının çiçekleri senin için
İçimde yıkılan kuleler, ormanlar bile
Bu gök kıyıları bu dağlar senin için Kevser
Bu bekleyen bin göz, bu kuş gölgeleri
Yaz yağmurunun yanık yüzü
Bu serin pasajlar senin için
KANTO -13
Kapılar pencereler çatısı dünyanın
Sardunyaları balkonu vardı açık
Koşacak bir bulutu, çatlayacak göğü
Saatleri vardı denize ayarlı anahtarlı
Denizin köpüğü ormanın ateşi şimşeğin mavisi
Akşam akşam gözlerinin karası vardı
Bacakları vardı bacaklarının ısısı
Ormanın içinde silahsız kalmış ordu
Uyanıklık belki yamaçları omuzlarının
Saçlarının göğü denizin üstündeydi
Gecenin ıslaklığı, parsın soluğu üstündeydi
Sonrası bu güzellik çiçekler saksılar boyu
Elleri deniz bahçelerinde şamdanlardı
Görkemli bitkiler vardı iri gözlerinde
Kış günlerinde yağmurdan kuğu
Taşı tekerleyen rüzgârdı olgunluğu
Çayırları vardı ağaçları vardı dünyanın
Yoktu belki bir başka Kevser’i
Biçimini alan koşan ırmağın
Otursa şarkılar söylese açık saçık
Yüzünün yarısı dünyanın kenarıydı
KANTO-14
Bazen daha fazlayım kendime
Ağaçlara kuşlara göre
Dalınca sözcükler denizine
Cebimden her gün nergisler çıkarırım
Upuzun ağaçlardır Zaman, dipte,
Bütün gece daldım sözcükler denizine
Işıktanmış dikey yüzen balık
Suda parıldayan günebakan tarlaları
Düş kuyusu deniz vardı gemiler vardı çiçekli
Bütün gece yağmurun yalımı vardı yüzümde
Bütün gece yağmurun ışığındanmış
Yoksul ağacın yıkanan kolları
Gölgelerden fışkıran ışıktanmış kolları
Ağaca düğümlenmiş suları getirdim
Yer aç bu arılığa, yabanıl suçsuzluğa
Göğün konuşkan madenini getirdim
Keman sesli kenti, ayçiçeği damlı evleri
Parlayan iğneleri, bozuk günleri
Bırakıp geldim acısında tuzu
Deniz bahçeleri getirdim derinlerden
Sokaklar örümcek ağı sular kanlı
Geç mi kaldım geldim işte Kevser
İçimdeki hüzün anıtlarını yatıştırdım
Buğulanıp taşan göğü getirdim
KANTO -19
Dağ ormanının uzun sürer dumanı
Öyledir yüzünde yorgun akan su
Gök bitince arı sular uçar gölgeliklerden
Çayırlar gölgelikler dalgın denizler için su
Bahçe duvarının üstünde şimşeğin kılıcı
İzler bırakır çözülmüş dalgınlıklarında
Yabanıl otlar, kökler büyür gölün kenarında
Duru bir gök ve yaz gölleri için su
Yaz göllerinin serin olduğu söylenir
Çekildik sıcaklardan dağ göllerine
Yanaklarımızı solduran dünyadan kurtulduk
Yanaklarımızı solduran sıkıntılar için su
Yangın yerine döndürdüler dünyayı güller için su
Uzun süre parsı unutturduğu söylenir bize
Ağaç denizleri ile iğreti duruşu insanın
Günlerin zambağı karanlık, tek çiçek yok
Günlerin karanlık zambağı için su
Utançlarımızın örümceği için su
Kış bahçesi bitince iç çekişlerimiz başlar
Düzlükler sahiller konumlandığımız her yer
Acı verir güneşler sabahlar ikindiler
Suyun yüzeyi şimşeğin tadı ısırganın öpüşü
Ağrıyan yanlarımız şakaklarımız için su
KANTO-50
Oturmak için deniz kıyısını seçiyorum
Bugün yağmur yağmıyor nedense
Bir yağsa ferahlayacak içim
Belki kokusunu verecek otlar da
Hiçbiri olmuyor ama, acısıyla kalıyorum
Bileklerini kesen genç kızın
Kim bilir nasıl da umarsız kalmış
Yok anlaşılan denize açılan kapısı
O kadar sıkıldım ki o kadar olur işte
Söyleyin kim hayat verir bize
Bilsem kanat takıp uçacağım
Bulutları değiştiren güneşe
Kıyıda oturmuş bunları düşünüyorum
İstediğimin hiçbiri olmuyor ama
Başkasının acısı kül ediyor ruhumu
Bileğimde sızlıyor dile gelen dünya
İLGİLİ İÇERİK
- << Önceki
- Sonraki