Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

KANTO -1- AHMET ADA



Çimen biçme makinesinin sesi yükseldiği zaman
Çimen kokusunun dünyayı tuttuğunu söylediler
Biz onlara yakıp yıktıkları kuleleri gösterdik
Denizin merdivenlerini, balığın ışığını
Denizin anahtarını yitirdiğimizi söyledik
Denizden dağlara doğru yürüdüğümüz zaman
– Yürümesi bile güzel –
Duyduk yenilenlerin yapraklanmış adımlarını
Toprakları gözyaşlarıyla lekeli
Öykülerini dinledik üç deniz üzerinde

“Ama onlar bir türlü anlamıyorlar
Işığa koşan ağaçların da olduğunu”

Göğün boş olduğunu söyledikleri zaman
Biz onlara üç denizi gösterdik
Kesik haykırışlarını duymalarını istedik
Yaz ikindisi kumun ve çakıl taşının
Bize dünyanın ücra bir yalnızlık olduğunu söylediler
Duraçlı yonuları, eski kemerleri,
Sümbül demetlerini gösterdik
Söylemesi bile güzel
Arka bahçeyi gösterdik
Ama bunlar yaz ılgımı dediler
Gelip geçer, asıl olan mutsuzluk

“Ama onlar bir türlü anlamıyorlar
Hüznün de bir ölçü olduğunu”


KANTO-2


Sokakları geçen rüzgârın türküsünden
Denizin kırık yapıtları içinden
Dünyaya baktık. Ey insanoğlu!
Kavrulmuş şehirler şaşırttı bizi
Yıkılmış kalpler şaşırttı bizi
Issız deniz, ölü gölge şaşırttı bizi
Ne sonsuz bir bahçeydi dünya
Ne de bir avuç toz sütunlar altında
Bu yüzden
Bize kalan kuru köklerle
Çok zor yaza tutunmak
Çok zor hiç kimsenin anlamını bilmediği
Yağmurun sesiyle konuşmak

Bir ölü kemiklerini arar toprağın altında
Donuk ışıklar altında gezinir şapkalı biri
Gölgesi kapkara. Bu şehir hangi şehir?
Vakit hangi vakit? Biz buraya
Portakal suyu içmeye gelmiştik
Mısır unuyla yapılmış çörekler almaya
Yanımız sıra gelen üçüncü kişi
(Saçları dağınık parsa benzer yüzü)
Sürekli eksildiğimizi sezmiş biri
Üşüyüp üşüyüp yaza tutunmaya
Çalıştığımızı bilen biri

Kumda büyüyen karpuzları göstermeliyim ona
Su su diyerek toprağın altına uzananları
Sessizliğin gürültüsünü göstermeliyim
Uzayıp giden deniz kıyısında:

“Kim bana benim kim olduğumu söyleyebilir”
“Ölü toprakta çocukluk sevinciyim”
“Bir toz zerresi kirazlara dadanan”
“Kapısı çarpıp duran bağ evinde”
“Benden toprağa gitmekte olanı görüyorum”


KANTO-3

Kayanın sümbülünü leylağını, çılgın aylarını
Mevsimlerin bırakıp gitti. Yeni oldu öleli.
Savsak bir yel esti. Kıyıdaki kulübenin
Oltası yağmurluğu şapkası kedisi
Yalnız kaldılar o günden beri.
Demek severdi denizi
Demek kayanın sümbülünü

Daha dün konuşmadık mıydı
Kışın güneyin serin rüzgârını
Kedilerle köpeklerle koşmadık mıydı
Dağlara doğru. Dağlara doğru frenkinciri,
Pars.
Annem öldü, yelin türküsü kapıdaydı hâlâ
Annem öldü, demirkırı at kapıdaydı hâlâ

Kıyıda durdum bir çiçeğe su verdim
Küçük kulübenin bahçesinde sabah serinliğinde
Bu bahçede kaç kere gezindiğini düşündüm
Çiçeklere su verişimi gözetlediğini düşündüm
Sayısız yaprak arasından.
Kapıda terlikleri. Tahta masada kuru üzüm taneleri.
Kapının eşiğinde tekir kedi.
Ölüm gök gürültüsü buz mavisi
Yokuş yukarı çıkınca köşede pars
Tepede saçını başını yolan ağaçlar:
“Ne yapsam neye baksam uçurum”
“Ölüm hiç işte, demek atları severdi”
“Ölüm hiç işte, demek kedileri severdi”
“Dağlara yamaçlara çıkayım uzun uzun”
“Kendimden çıkayım kapılmadan burgaca”

Burada mı yatarken çıkardığı
Verin bir köşeye gömelim takma dişlerini
–Kimdi o bakan yaprakların arasından?


KANTO-4


-Kazım Koyuncu’ya

Burada oturuyorum düşlediğim yerde
Her gün bile bile denizin kapısını
Açıyorum “Viya” diyerek güzel yüzlü çocuklara
Bir gün boğulacağız denizde
Bir gün bilge bir çıngırak olacak
Şarkılarımız Kevser.
Kevser bu sular bu yıldızlar bu otlar
Kime ceza kime incelik?
Bu dünya tenha bir sazlık
Bu dünya külün narın şarkısı
Gök alıp başını gider, gölgeler uzar
Taşlıklardan süzülür bir üveyik

“Hopa’lı bir çocuktum ipince. Bir köy
Berberinin oğlu.” “Peki kimindi dünya
Zugaşı bere? ” “Gökyüzünün, ince suların..”
“Biz yeryüzüne şarkılar söylemeye geldik.
Teşekkürler dünya..”

Bir gün öylesine uzun uzun baktım
Boşluğuna ses dolu benliğimin. Eyvah!
Ne büyük cezaymış andaç olmak
İçimde kırılan aynaya.

Kimdi boşluğa düşen gölge?
Kimdi dünyayı güzelleştirmek isteyen
Durdurup parmaklarından akan zamanı
Geleceğe başlangıç çizgisi çeken?
Kimdi, kimdi Kevser denizi yanına çeke çeke
Yaza yalnızlık çığlıkları düşüren?
Kimdi kıyıda bekleyenlerin
Gelmediğini söylediği bilge?
Kimdi denizin anahtarını yitiren
Sessizce girip açtığımız kapıdan?

“Her gün yürüyorum dağlarda
boynumdaki çiçeklerle”
“Gölgem her taş dibinde”

KANTO-5

Silifke Caddesi’nde bir yağmur Kevser
Bekledik gözlerimizi kısarak dinmesini
Gözlerimizi kısarak baktık pencereleri açık evlere
Deniz gören balkonlara, balkon çiçeklerine
Mersin ne yapacağını bilmediğinden uykudaydı
Deniz kim bilir kaç bin yıldır oradaydı
Evleri büyük yapmışlardı yüksek mi yüksek
Yağmur dinerse anlaşılırdı denizin orada durduğu
Yağmur dinerse anlaşılırdı varoluşumuz
Saçlarımız tırnaklarımız gözlerimiz anlaşılırdı
Anlaşılırdı peşimiz sıra gelen pars
Sınırsız sözcükler sayılar

“Biz buraya ne zaman gelmiştik?
Uzun süren bir gecenin sonunda mıydı?
“İyi ki geldiniz” diyen olmadı Kevser
“Siz bir başlangıçtınız” diyen olmadı Kevser
Deniz az ötemizdeydi
Yadırgadık insanı yadsıyan kadırgaları

Biz buraya ne yapmaya gelmiştik
Uzun şeyleri konuşmaya gelmiştik
Trenleri otobüsleri yolları denizleri.
Anısı olan her şeyi. Ah işte
Çatılardır hecelediğimiz yalnızlık”

Silifke Caddesi’nden denize doğru
Çatılardan kuşlar havalanmaktaydı, oradaydık,
Oradaydık ey sabahçı kahveleri, ey balıkçılar,
Duyuyorduk denizin iç çekişini
Biliyorduk boşluğa bölündüğümüzü
Biliyorduk tozlu ağaçların
Ve çocukların uykuda olduğunu
Annelerinse kırgınlıklardan hüzne döndüğünü
Hüzün varsa yerleşen bir şey olduğunu

Yağmur dinince oturduk denizin eşiğine
Görünmezi gördük bu da oldu işte

 

KANTO-6

Ağacın parmağı denizi gösterdiğinde
Yeniden yola çıkmalıyız Kevser
Ele geçirmek için yeniden varlığımızı
Kırık taşlar yıkıntılar altında
Çitler gelincikler çiriş otları arasında
Nasılsa ellerimiz hep yanımızda Kevser
Dudaklarımız topraktan tüten buğu
Ruhumuz biçilmiş tarlalar üstünde.
Köpekler ağıl önünde gündoğumuna bakıyor
Çocuklar sekide güneye. Bırak
Peşin sıra gelsin leopar. Ölü
Toprağı diriltmeye gidelim
Gidelim havalar bozmadan

Bizi köksüz bıraktılar, susuz ve uykusuz
Vardığımız her kıyı gölgesiz ölü ağaç
Yok devinen bir su, yaprak hışırtısı.
İthaka nerede Kevser? Geçerek denizleri
Hangi kıyıya geldik kim bilir?

Bize mermer yıkıntıları bırakıp gittiler
Bize bu taşları, bize bu leylakları bıraktılar
Başarabilecek miyiz Kevser
Yeni bir dünya kurmayı yıkıntılardan?
Yaz! Sınırsız isteklerini yanık köklere
Yaz! Sıkıntımızı, yorgunluğumuzu
Geçit vermeyen denizin dalgalarına
Külrengi gündoğumlarına, meşelere,
Çiğ düşen çimenlere. Korkuyu sil gözlerinden.
Yıllara gömülen acıları çevik parıltılara dönüştür
Suyun, ağacın çevik kıpırdanışlarına.
İnsan yeni şeylere uzanırken Kevser
Elleri boş olmalı ve deniz yöremizde
Uçuşmalı

Bizi yılların acılarıyla bırakıp gittiler
Her gölgeye her ağaca ateş ettiler
Ağaçların tozuna, ayçiçeklerine, rüzgâra.
Şimdi bir kök olsa sürecek, süt olsa
Çocuklar çocuklar çocuklar büyüyecek


KANTO-7

Bu uzun uzun şiirler çeşmelerden akan su
Balıkçıların ağı, sandalları, gümüşten balıkları
Balıkçı kahvesinde içilen sigaralar
Öyle kös kös düşünceler. Sonra
Susmalar denize karşı Kevser
Bu şaşkınlık, bu deniz çarpması.
En sonunda buradasın diyorum kendi kendime
Parmağını uzatsan sesini duyarsın
Baksan soluğu buğulanıp kalır denizin

Yaşlandıkça eylülün geçtiğini anlarsın
Yaprakların rengini dağıta dağıta
Hüznü buysa yaşlılığın Kevser
Uzun bir yolun sonundasındır. Öyle
Kısa kalır gecen de gündüzün de

Bu öyle bir derin soluk alıştır ki
Kollayıp deniz kıyısında parsı geçer
Ölümle dirim arasında gölgelerden
Bakarken bakarken öyle derinden
Öyle kendiliğinden hüzündür baktığı

Akşamdır. Suda parıltılar başlar
Yalnızlık bütün maharetini dener
Anılar kalır daracık sokaklarda
Girsen ara sokaklara öpersin
On yedi yaşının alnından

Bu uzun uzun yağmurlar parmaklarıdır
Yaşlılığı bağışlayan Zamanın
Nedensiz yağıyorlar ıssızlığına
Yağmurlardan sonraki sonsuzluğun.
Yine yağacaklar diyorsun
Sen öldükten sonra da tarazlı sulara

Hadi gel kıyıdaki sandallara gidelim
Dilersen konuşalım balıkçılarla balıklardan
Sen turnaları anlat, ben atları.
Ne kalır, ne kalır bir düşün
Sessizce yağan yağmurlardan


KANTO -8

Şimdi yaprak yaprak yırtılan rüzgâr
Ölümün yurdudur. Tutunacak bir dağ
Arar. Yaslı yaz unutulur. Ağustosun
Üçü unutulur. Günün eli yaşayanların
Alnındadır. Yalnızlık Hititli güneşi giyinir

Sabahın serin kanatlı kuşları çığlık
Çığlığa uçar göksel kırlardan
Uçar acılarım. “Kaç gün oldu annem öleli? ”
Dünyalı Nazire, ölü boşluk, kırılan yıldız,
O bitmeyen ölü sessizlik. Kıyısızlıktır
Belki ölüm, yan yana yürüdüğüm

Peki
Yanımda yürüyen parsa ne oldu?
Eşikte buzda karda mı kaldı?
“Ahmet su ver ölüyorum! ”
Ölüm gidilmeyen deniz anne
Ölüm dönülmeyen ülke anne
Hatırlarsın benim yıllar yılı
Elerim ateşte ve buzdadır
Sesim yankılanır boşlukta anne

Oturup konuşuruz anne bilgelerden
Dünyanın yeni aldığı halden. Nasılsa
Vardığım kıyı umutsuz insan. Demek parsı
Kör kuyuda bıraktılar. Demek uzakta
Kavruk kelimelerin altında ölüm

“Yanımda kal! Dünya suda tenha
Kamış. Hatırladıkça iç çeker
Savatlı ay, biber çiçeği, esrik evren
Ve parmak uçlarımdan başlayan
Asmaların esmer sesi Ahmet.”

Yıldızsız geceyi gördüm anne. Su
Çılgınlığı olan hayatı. Gök gürültüsünü
Duydum. Gördüm de yazıyorum boşlukta
Asılı kalan kuşları, çiçekleri. Oturup
Konuşuruz bunları yani çocukluğu
Yani yaşlılığı, yıkım taşlarını, nedense
Bize sıkça uğrayan parsı anne

KANTO-9

Acının yaşı yoktur, biliyorum
Çağımıza özgü acı kökü tattım
Köksüzlükten geliyorum, yitirdim çok eski
Arkadaşlarımı, ölü gölgelerden geliyorum
Ölü taşlardan güneşin kavurduğu

Sonsuz nesnelere dokunuyorum, kısık
Bir sesle ‘ne işe yarar gelenek? ’ diye
Soruyorum. Oraya buraya
Acı kökler bırakıyorlar, köşe
Başlarını tutuyorlar, anlıyorum

Acısından leylak fışkıran biri mi öldü?
Bir martı mı öldü? Ey benim delikanlılığım!
Hüzünler içinden geliyorum, dönencelerden
“Ne iyi olurdu ölünce de okunmak”

Kırık taşlar kuş uçuşları istemiyorum
Uzak durun benden, uzak durun her
Kimseniz! Ben yalın sözcüklerde bulamıyorum
Bulamıyorum sonsuzluk denizini

Beni aramayın ne kırık taşta ne su sesinde
Köksüz bir ağaçtan geliyorum, göveriyorum
Ölü gölgede. Derin sessizlikte tek başıma
Sınırsız sözcükler denizini arıyorum

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

AHMET ADA ŞİİRLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi