Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

MEVLANA - NEYZEN TEVFİK



Yaş elli beş, boy uzunca imiş biraz kanbur,
Demek ayıp değil amma edepte hayli kusur.

Bir inhina ki sevimli şu devr-i pirîde,
Fena-yı mutlak içinde bir ölmeyen zinde.

Başında bir keçeden takke amma, sivri ucu,
Pek öyle dikkat edilmez, şiarı göz yorucu!

İner o takkenin altından omza dek saçlar,
Kıvırcık uçları, pek çok değilse de ak var.

Kulakların küpesinden yukarsını perçem
Kapatmış, ondaki mana, bir uzlet-i mübhem.

Alın açık gibi amma görünmüyor o kadar,
Ve takye haylice inmiş ki nâsiye pek dar.

Hutüt-ı cephe mukavvesce ince, sık ve derin
Kaşında bir-iki ak var, çatık değil de yakın.

Sakal da nim kıvırcık, uzunca, kır düşmüş,
Dururdu sol kulağında bir ince halka, gümüş.

Bıyıklar ağzını örtmüş, bu bir sükût-ı beliğ,
Firak-ı Şems’i eder sabr-u aşk ile tebliğ,

Ten esmerimsi, yanaklarda saye-i sufret,
Bu gölge zıll-i ledünden hayal-i mahviyyet.

Kaş uçlan kapamış, göz kapaklan mestur,
Bu gölgelikteki kirpiklerin zılâli, fütur,

Nazarlarında tahakküm var amma nâ-mahsus,
Akardı her nigehinden nice cihan-ı şümûs.

Bakışlarında meâni akar, coşar, köpürür,
Bir an-ı lemhada kalbi ebedlere götürür.

Yeşil, pamuklan çıkmış solukça hırkası var,
O vardı sadece sırtında bir de bir şalvar.

Zemini yerden epeyce yukarda bir taş oda,
İçinde musluk, ocak var, tavan, taban tahta.

Bir enli pencere şark-ı şimalîye nazır,
Bina da Devre-i Selçuk’a ait, anlaşılır.

Basit içindeki eşya, pek azdı mefruşat,
Bu hücreden çok uzaktı gam-ı hayat u memat.

Girince pencerenin karşısındaki köşeyi
Tutan bu pîr idi; peşinde vardı neyle meyi.

Önünde rahleye benzer ve oyma bir kiirsi
Derun-ı hücre bütün bir mehabet-i kudsi.

Bu akdesiyyeti i’lâ ederdi Mevlânâ,
Yazan serâiri işte bu nur-ı arz u sema.

Fakat bilir misiniz, bu huzur-ı izzette,
Bu kuşede ve bu ayn-el-yakin hakikatte.

Dikilmiş arşa kadar bir sütun-i itminan,
Bu nur, nur-ı Âli’dir, emanet-i Kur’an.

Ulüm-ı zahire burda güneşte bir yarasa,
Feza-yı lâyetenahiyyet acizden de kısa.

Uyun-ı felsefe âmâ, vukuf-ı fen kötürüm,
Bu yerde ben şunu bildim demek cahîm, uçurum

Serîr-i saltanatı fakr, ihtişamı deha,
Şehi bir aşk-ı müebbed ki hep firak u bükâ.

Seması hfçi-i mutlak, şihâb-ı sâkıbı gam,
Teraneler ile mülhem, yağar hayal-i elem.

Mesîl-i hâme-î mana nedir? Kelam-ı sübût,
Lafızda yer tutabilsin serâir-i lâhut.

Bu dinde dûzah u cennet, azaplar yanıyor,
Bırak hayatı, ölüm, raşelerle kıvranıyor.

Mezarı hufre-i vuslat, taşı hayal-i emel,
Harabe-i şubehâtın içinde yok meş’al.

Bu yerde yok olabilmek kadar bir emr-i asır
Tahayyül eyleyemem ben ki eyleyim tasvir.

Deha-yı harikanın bu, harim-i hikmetidir,
Kader bu hikmete bîganedir, maiyetidir.

Fakat bu hikmete sermayedir vücud-ı adem,
Heman bu yokluğa karşı bütün sücüd-ı kıdem

Bir izdiham-ı müebbed değil, bu sırr-ı vücud,
Bu sırda oldu nümayan hakayık-i rnevcud.

Demek ki kendini bilmekte var imiş hikmet,
Mahabbet ehli olan, kendini bilir elbet.

Bilirse al neyi vakt-i teranedir Neyzen,
Hayat bir dem-i sıhhat, kaçırma fırsatı sen!

Tıp Fakültesi Hastanesi, Haydarpaşa
Cuma sabahı, 16.02.1337

 

İLGİLİ İÇERİK

ŞİİRLER

NEYZEN TEVFİK'İN ŞİİRLERİ...

SON EKLENENLER

Üye Girişi