Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 


SAYFA:4/ 31-40

31-İSTANBUL'UN ÜSTÜNE GÜNEŞ DOĞDU- OKTAY RIFAT HOROZCU

“İstanbul'un üstüne güneş doğdu,
Çıktı silkinerek gecenin içinden,
Kız gibi minareleriyle Süleymaniye,
Sultanahmet, Sultan selim, Fatih camileri.

Türbeler, çeşmeler, sebiller
Aldılar aydınlıkta yerlerini.
Şakımaya başladı bülbül gibi
Bağdat köşkünün çinileri;
Hepsi de alın teri,
Hepsi de el emeği.
Bir yaprak düştü döne döne şadırvana;
Bir kumru su içti şadırvandan.
Üsküdar'ın fakir evleri göründü uzaktan
En arkada Çamlıca tepeleri.”
Oktay Rıfat Horozcu


İSTANBUL ŞARKISI – HÜSREV HATEMİ


Orda, uzaklarda, İstanbul’da,
Herkesin bir sonbahar toplayışı vardır...
Günlerden sonbahar toplayanların ustası;
Orda, Atillâ İlhan’dır.
Burası bir Alman kasabası,
Ve ben ağaçlardan, kuşlardan değil de sonbaharı,
Hayâlimdeki gözlerinden topluyorum.
Batıda da çözüm yolu yok yalnızlığa,
Yalnız şu gerçeği buldum galiba:
Kimi unutmak istesem bir daha,
Bu işe gözlerden başlamalıyım.
Çünkü ne zaman unuttumsa seni,
Gözlerin yeniden çizdi yüzünü.

 
İSTANBUL MEKTUBU – ŞEMSİ BELLİ

Bu şehir bıraktığın gibi Hasan.
Martılar
Yine öyle ürkek,
İnsanlar cesur,
Deniz bâzan yeşil, bâzan kurşunî

Liseli gençlerin selâmı var
Yeni bir çete kurmuşlar soygun için.
Çapkın hırsız emekliye ayrıldı.
Vapurlar naylon külot taşıyor Akdeniz'den.

Torpilsiz evlere baskın berdevam
Formalı öğrenciler yakalanmış geçenlerde
Evli kadınlar yakalanmış.
Yatakhaneye oğlan kapatmış kolejli kızlar
Üç gün misafir kalmış.

Bu şehir bıraktığın gibi Hasan.
Câmilerde yine kandiller yanar Ramazanda.
Duraklar boyunca kuyruk,
Sokaklar boyunca şen-dul.
Ocaklar, bucaklar, kucaklar açılıyor
Yine öylesine güzel İstanbul.

Her şey bıraktığın gibi Hasan
Ada'sı, Moda'sı, Şişli'si
Naylon boynuzlusu, altın dişlisi
Ahmed'i, Mehmed'i
Hâlâ aynı oyunu oynuyorlar
Repertuar değişmedi.

Takvimler değişti ama
Hiçbir şey değişmedi inan.
Eyüp Sultan'da dualar ediliyor
Vampirler kan emiyor çocuklardan.

'Boğaziçi şen gönüller yatağı'
Turistik oteller güzel.
Turistik otellerin odalarında
Et pazarları kurulmuş yine.
Koyun eti, ceylân eti
Öküz eti, manda eti
Yavrukuzu eti var
Müzikle sevişiyor bugünkü İstanbul
Aşkın bereketi var, Hasan!

Başka ne yazayım, yeter bu kadar
İstanbul bıraktığın gibi
Martılar ürkek
İnsanlar cesur.
Deniz bâzan yeşil, bâzan kurşunî


AH İSTANBUL-İLHAMİ ATMACA

Çok gece dayanır kapıma ağlamaklı İstanbul
Unutulmuş kokularıyla gülleri, leylakları
Bir Anadolu türküsü kadar çoğul
Dindirdim içimde nice zehirli çavlanları

Ne sırrına ne bakire ellerine dokundum
Sabık bir şairin esrarıyla direndim yaslara
Rahmetle anacağım aşklarla avundum
Bir yarasa gibi savruldum karanlıklara

Çöker, ruhumun ölçülemez derinliğine
Köpüre köpüre gelen denizlerin büyüsü
Delinmiş gökyüzünün peşinde pervane
Karanlıklara çarpan bir çığlığın türküsü

Ah parçalar, parçalar içimi çalan saz
Ah dökülür ellerim eteğinden tutunca
Ah sızım sızlar içimde naz
Ah İstanbul çığlığın kapımda patlayınca

Nice iniltilerle sokaklara doğuran
Kadınların çocuklarına merhamet
Ah ufkunda çığlıklı martılara karışan
Güzel kızların etlerinde cinayet

Peki har’ın yeter mi ki böyle gür
Köpüre köpüre giden vapurların küpeştelerinde
Nice aşklar kelimelere dökülür
Kırılan bir gül dalı kalır ellerimizde

İstanbul sustun, kıyılarına vuran denizi
Nice ayrılıklara gömdün ulaşılmayan
Şimdi kapımda bir yığın kum tanesi
Beni mecnun gibi çöllere hazırlayan

Ah parçalar, parçalar içimi çalan saz
Ah dökülür kalırım ellerini saklayınca
Ah sızım sızım buharlaşır niyaz
Ah İstanbul çığlığın kapımda patlayınca


35-İSTANBUL DENİLİNCE SORULUR YERYÜZÜ- ARİF AY

Akşam kişneyen bir at İstanbul’da
Baktıkça Sarayburnu’ndan
Okşar yelesini tunusun yeli
Açılır Marmara bir mavi zambak
Bir dağ yansıması Cezayir’den

Akşam yürüyen bir kervan İstanbul’da
Baktıkça Eyüp’ten
Ansızın boşalan yağmur
Yüzündeki telaştan
Anlaşılır bir gezgin kadar yerli
Olamadığınız

Günün iskeleti var ortada
Ne içinizde bir giz
Ne güneşin pasa işleyen yanı
Çözülmeyen bir buzul
Bu bilinçsiz durum
Durmadan inip kalkan balyoz
Ve ezilmişliğiniz

Ağır ağır inen morluk
Bir faslı ananın yüzü sularda
Sığmaz içimin mağaralarına
Çözülüp dağılan güvercinlerden
Eyüp’te bir türbe kalır


BAHAR SARHOŞLUĞU-CAHİT SITKI TARANCI

İlk sevgilimin gülüşüne benzer
Bir Nisan havası değil mi esen?
Zincirlere, kelepçelere inat,
Kanatlarımı açmak zamanıdır;
Allahaısmarladık kaldırımlar.

Giyenler düşünsün dar elbiseyi;
Ölçülü sözü, hesaplı adımı
Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan;
Saltanat sürer gibi uçuyorum,
Erk ağacı gelin olduğu gün.

Hayranım bu şehrin bacalarına.
İrili ufaklı, hep bir ağızdan,
Nasıl derinden gökyüzüne doğru
Bir türkü söylüyorlar öyle sessiz!
Dumanı daim olsun güzel baca!

Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
Yuvası dallara emanet serçe.
Derken camiler üstünde güvercin,
Minareler katında geçiyorum,
Gökyüzü mahallesi İstanbul’un.

Süt beyaz bir martıyım açıklarda.
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere.
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!



BARBAROS MEYDANI-BEHÇET NECATİGİL

Biliyorum ayıp ve mânasız
Ama peşlerinden gidiyorum
Gezmeye çıktıkları vakit
Ana kız.

Utanır da belki
Anasının sırtındaki
Yeldirmeden,
Kız bir adım önde gider
Sezdirmeden.

Beşiktaş’ta Barbaros Meydanı
Sağı anıt, solu türbe
Ortası kare şeklinde,
Parkıdır yoksulların
Bilhassa yaz ayları.

Fidanların, mezarların önünde
Yontulu taşlar çepçevre,
Yer yer banklar konulmuş,
Meydana dolmuş millet
Sıra sıra oturmuş.
Ah genç kız kalbi,
Sıralara bakar elbet.

Meydanın ilerisi deniz kıyısı
Karaya çekilmiş kayıklar
İskele gazinosu yanda
Sulara dökülmüş ışıklar
Üsküdar şu karşısı.

O nemli topraklara
Ana çöker yorgun argın,
Kalmış gözü arkada
Kendi ayakta kızın.


BEYAZIT MEYDANI'NDAKİ ÖLÜ -NAZIM HİKMET RAN
 
Bir ölü yatıyor
      on dokuz yaşında bir delikanlı
      gündüzleri güneşte
      geceleri yıldızların altında
      İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
      ders kitabı bir elinde
      bir elinde başlamadan biten rüyası
      bin dokuz yüz altmış yılı Nisanında
      İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatıyor
      vurdular
      kurşun yarası
      kızıl karanfil gibi açmış alnında
      İstanbul'da, Beyazıt Meydanı'nda.

Bir ölü yatacak
      toprağa şıp şıp damlayacak kanı
      silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
                                            zaptedene kadar
                                                      büyük meydanı.
 

                                                                                Mayıs 1960




BİR GÜN SABAH SABAH-TURGUT UYAR

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, sisler daha kalkmamıştır Haliç ten.
Vapur düdükleri ötmektedir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...

Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.

Şarkılar  söylemişim pencereden.
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca’dan bir sepet elma almışım.

Ver elini Haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafiften soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu.
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...

Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıktır, mahmursundur.
Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.



40-BOĞAZ GEZİNTİSİ-ÖZDEMİR ASAF
 
Ne günlermiş, ne günlermiş
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında.
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında
Ne günlermiş, ne günlermiş
Gelip geçmiş!

Vapurlar değil, Boğaz'dan geçen:
Boğaz'dan yalılar geçiyor.
Toplamış sulardan eteklerini,
Odasına çekilen bir saraylı gibi
Yalılar gelmeyen âlemlerine gidiyor
Bırakıp bu sessiz gecelerini.

Çekip almış kuşların kanadlarından rüzgârını
Asırlık rüyalarında yalılar.
Uykuların mahmurluğu saçaklarını sarmış.
Saz sesleri gelmeyor kıyılarından.
Ne geçen yazlardan haber var,
Ne gelecek baharlardan.
Kim bilir kaç deniz geçmiş uykularından...

Başbaşa kalmış iki Hisar
Beklemekte sönük sahilleri.
Artık eski harpleri anlatır taş duvarlar
Kıyılarından geçen balıklara.
O balıklar ki, dedeleri
Şarkılarla beslenmişti geceleri.
Şimdi sulara düşen çürümüş tahtalar
Dalgalarda son oltanın yemleri..

Bir zamanlar şen yaşamış yalılar
Işıklı bir ziyafet sofrasında.
Renklerini deniz almış götürmüş,
Küllerini alev alıp savurmuş.
Deniz kenarında denizsiz kalmışlar.
Ortaklığı ayrılmış kıt'aların.
Anadolu günden güne Rumeli’ye küsmüş

Bugün biz değiliz bakan yalılara;
Yalılar boynu eğik bize bakıyor.
Biz değiliz sarkan hatıralara
Göğüs gererek dalgalara.
Yalılar bir hayâl için denize sarkıyor
Yalılar bize bakıyor, denize bakıyor.

Ne günlermiş, ne günlermiş
Yıldızlar, mehtab, çamlar altında.
Yıldızlar, mehtab, çamlar altında
Ne günlermiş, ne günlermiş
Geçip gitmiş.

SON EKLENENLER

Üye Girişi