Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

                                             TAŞ

        İkindiye doğruydu.       

Burnunun dikine giderken ayağı bir taşa çarptı.

Tuhaf sendeledi. Sonra dönüp öfkeyle taşa baktı. Şöyle, tuğla iriliğinde, yayvanca, bildiğimiz taştı işte.       

Nedense, bırakıp gitmeğe içi elvermedi.       

Durdu. Taşın yanında uzunca eyleşip düşündü. Şu taşı alsam mı ki? Sonra da ince eleyip sık dokumaya boş verip uzandı. Yarısı toprağa gömük duran taşı kavrayıp zahmetsizce söktü.       

Şimdi, Oktay’ın bir taşı vardı.       

Vardı da, alt yanı az rutubetli ve çamurumsu duruyordu. İlk rastladığı çeşmede üşenmeyi bir yana atıp yıkadı. Taş yıkandıkça güzelleşti, temizlendi, sanki de şeffaflaştı.       

 “Niye yıkadım acaba?”      

İlk sorusu buydu. Kendi kendine tuhaf sualler sormaya meraklıydı Oktay. Taş saydamlaşıp şirinleşiverince bu sorular da çoğalacaktı. İnsan, kendisine sormalıydı, kendine bazı şeyleri danışmalıydı. Kendi tavrını, ölçülerini, hüküm ve tasarılarını, arada vakitler bulup-buluşturup yine özüne vurmalıydı.         

Meraklandı bir iyice.         

Bulduğu bir taş idi. Her yerde rastlanan, bildiğimiz, hiçbir farklı yanı olmayan basbayağı taş.         

 Ama gene de meraklandı Oktay.        

Haksız değildi ki. Bir kere taş onundu. Bu taş hakkında her şeyi hür olarak düşünebilirdi, iyi gibi veya kötücene.         

Şimdi, diye geçirdi aklından. Hem gidiyor hem mırıldanıyordu… Belediye otobüslerinin kornalarını, seyyar satıcıların bağırışlarını duyması mümkün değildi. Parka doğru uzandı ayakları.”Varıp bir kanepeye veya çimene oturup şu taş için bazı yeni projeler, planlar kurmalıyım” dedi.          

İkindiye doğruydu.          

Bekli de o yüzden park tenha bile sayılabilirdi. Sağ elindeki taşı öbür eline aktardı. Taş az biraz sıcaklık kazanmıştı. Parmaklarının yarı ısısı taştaydı. Taşa kendinden bir şey eklemişti Oktay. Bu sefer “Acaba?” diye ürperdi…”Bu taştan da bana bir şeyler eklenmiş olamaz mı?”          

“Atsam mı ki?”          

“Yooo” dedi içindeki ses,”Atmak yok.”           

Oktay uyumlu biriydi, herkesle ve kendisiyle. Hatta çevresi, mahallesi ve kasabasıyla. Sonra taşla, toprakla. Gökyüzüyle, bulutlarla hem de.           

Taşı atmadı, tutup bir kanepeye oturdu. Kucağında taş ile öylecene, gideni geleni seyretti. Bu taş bir işe yaramalıydı. Bir yerlerde bu taşa ihtiyaç olabilirdi. Ama kim bilir hangi şehrin hangi evinde? Hangi güler yüzlü babanın, hayır dualı annenin yanına yakışırdı?           

Bir kere bu taşla kuş vurulmazdı, ama pekâlâ bir pencerenin tam ortasına gönderildiğinde ne kadar cam varsa indirebilirdi.           

Bu taş kafa da yarabilirdi.          

Sonra, poyrazın eğrittiği boynu bükük bir çiçeğin dipceğizine dayanıp çiçeği doğrultabilirdi.         

Başka işlere de yarayabilirdi.”Taş” deyip geçmek iyi değildi. Bir okula, hapishaneye, camiye, hükümet konağına temel olabilirdi.         

Kaldırıma, yol kenarına, duvara koyabilirdiniz.         

Bu taşın, düşmanı heybetiyle caydıran bir kalenin, iki yüzyıl evvel en üst burcunun en ast mazgalı olmuşluğu yok mudur sözgelimi? Bu taş taa oralardan yıllar yılı soğuk, rüzgârlı, çiçek açmış, don tutmuş ufuklara bıkmadan ve cesurca bakmış olamaz mı?        

Bu taşa yıkılmış bir medresenin merdivenlerinde, sılayı özlemiş bir Mehmetçiğin siperinde ”vazife görmüş” diyemez miyiz?       

Oktay sımsıcak güldü.       

Bazı okullardan öğrenciler dağılıyordu galiba. Akça pakça çığlıkları, koşuşup durmaları, çanta çantaya minik kavgaları da yanlarında taşıyarak.       

“İnsan aklı da taşa benziyor.”        

En son böyle geçirdi zihninden. Oktaydı bu. Her şeyi bir çırpıda düşünebilirdi.        

Sahi, insan aklı-fikri de şu taş gibi. Belki de farksız, iyiye de kötüye de yönelebilir, insan aklı da cam çerçeve kıramaz, kafa yaramaz mı?         

Hapishane, eczane yapımına, kanalizasyon temeline münasip akıl-fikir yok mudur? Kaldırım olmaya uygun, abide dikmeye elverişli, gökdelenlere yakışan?       

 Sahi?       

Oktay burada durdu.       

İyi de, bu taşı ne yapmalı? Kucağından indirdi taşı. Kanepenin ayaklarından birine dayadı. Bu taş yerini bulmalı. Şuracıkta dursun. Birgen biri kalkıp çivi çakacak taş arayabilir. Bir kamyon şoförü, muavinine kar-kıyamette şöyle bağırabilir:       

—Rızaa! Çabuk bir taş bulup tekerin ardına koy.        

Bak bakalım şu parkta var mı?       

İşte o saat orada olmalı insan.       

Kanepenin arka ayağına dayalı duran taşı görüverince kim bilir nasıl sevinirdi yırtık gömlekli muavin Rıza. Gözleri çil güler ve pohladığı ellerini karın az sonra örteceği taşa uzatırdı.        Taş nasıl şaşırırdı ama?       

Oktay kanepeden kalktı. Ardına bakmadan yürüdü.       

Vakit ikindiyi az geçiyordu. 

SON EKLENENLER

Üye Girişi