Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

1.

Umutlar denizinin ortasında bir adaya doğarız. Yakamızı bırakmayan bir hisle yaşar gideriz: Bir şey eksik. Ama ne? Bir tamamlanmamışlık hissiyle yaşarız. Bizi ne tamamlayacak?

Ne olursa her şey tamam olacak, eksiğimiz gediğimiz kalmayacak. İpin iki ucu birbirine bağlanacak. Şimdi ile geçmiş, şimdi ile gelecek birbirine bağlanacak. Sonra.. sonra bir daire kuracağız. Adadan umutlar denizine dalar dalar çıkarız. Hep eksik olan şeyi bulup çıkarmak için. Sonra.. her dalıştan vurgun yiyerek çıkarız.


Önce ipin bir ucu çocukluktur diğer ucu büyüme umutlarıdır. İpin diğer ucunu yakalamak için gece gündüz düşler kurarız. Ah bir şu okulu bitirsek. Sınavların telaşı bitse. İstediğimiz liseyi bir kazansak her şey tamam olacaktır. Kazanamayan, ipin ucunu kaçırdığını düşünür. İstediği liseyi kazanan içinse ipin ucu bu sefer üniversite olur. İpin iki ucu yine bir araya gelememiştir.

Lisedeyken iyi bir üniversite kazanınca her şey tamam olacak zannederiz. Her şey tamam olmaz. Hep bir eksiklik duygusu. Sanki hiç bitmeyen bir sonbaharın ortasındaymış gibi. Ne zaman geziye çıksak, vedalaşmak için sanki.

Arzularımız, isteklerimiz kadar umut da bizi bırakmaz. İyi bir işimiz olursa hayat tamamlanacaktır sanki. İyi bir gelirimiz olursa tüm isteklerimizi karşılayacağımız düşüyle düşer kalkarız. Hep bir boşluğu doldurmakla geçecektir hayat. Bu yüzden yorucu olacaktır. İnsan yüreğinin ölümsüz arzuları doymayacaktır. Ne çok şey isteğimizi gördükçe şaşkınlaşırız. Ne çok arzu, tabii ki ne çok da acı. Parçalanan, kopan yaşamın sancısı. Şimdiye ne geçmişi ne geleceği bağlayabiliriz. Ne de geçmişi geleceğe.

Belki de daha aşkın yaşantılara ihtiyacımız var diye düşünmeye başlarız. Sevmek ve sevilmek, en anlamlı, en derin aşkı bulmak. Severiz, âşık oluruz. O da bizi severse hayat tamamlanacaktır. Ruh ikizi düşüncesinin çıkış noktası bu olsa gerek. Severiz ve çok seviliriz. Âşık oluruz, âşık olunuruz. Adımıza şiirler bile yazılır. Birilerinin adına şiirler bile yazarız. Neredeyse şair olacağızdır. Bilmeyiz ki şairlerin sonsuz derin kalpleri en eksik kalplerdir. En saf haliyle sevilsek de hâlâ bir tuhaflık vardır. Hâlâ hayat eksiktir. Birlikteyken dahi özlediğimizi fark ederiz şaşkınlıkla. En çok birlikteyken korkuya kapılırız. Bu dünyada birleşen, ayrılabilir de. İlkbaharın sonbaharı vardır. Gündüzün gecesi. Aydınlığın karanlığı. Hayatın önünde ölüm dikilir. Bağlanmanın önünde ayrılık. Koca bir dağ gibi dikilir. Sevdiğimiz dağlar bu sefer bizi ayırır.

İpin iki ucu birbirine bağlanmalıdır. Bu bizim olmazsa olmazımızdır. Ufukta bir umut belirir. Evlenirsek tamamlanacak, eksiğimiz giderilecektir. Bize ait bir ev, bize ait bir yaşantı yegâne kurtuluşumuzdur. Dört duvara bakakalırız. Bir şey eksiktir ama ne? Yakınlarımız bu evde eksik olan şey çocuk derler. Çocuksuz ev olur mu? Umutlanırız. İpin diğer ucu bulunmuştur. Birinci çocuğumuz olur. Niye hâlâ bir şeyler eksik? İkinci çocuk bizi kesin tamamlayacaktır. Hele ikinci çocuk oğlan olursa. Hâlâ bir şeyler eksiktir.

Eksik olan şey kendimize bir türlü zaman bulamayışımızdır. Emekli olunca eksik gedik kalmayacaktır. Büyük bir boşluğun içinde buluruz kendimizi. Belki de bir deniz kenarında, ormanın içinde bir köyde ya da bir dağın eteklerinde temiz havada tertemiz pınarlar arasında yaşarsak her şey tamam olacaktır. Sonra?

Sonra, ölürüz. Hâlâ bir şeyler eksiktir.. Bu dünyada ipin iki ucunu birbirine bağlayamamış, iki yakamızı bir araya getirememişizdir. Çünkü...

19 Şubat 2010, Cuma

***************************

Tamamlanmamışlık Hissi - 2

"Hah, tamam oldu"yu bu dünyada unutmalı insan. Unutmalıyız. Bunun için erken. Daha vakit gelmedi. Henüz bu gezegenin misafirleriyiz.

Tamam, aziz birer misafiriz. Ama misafiriz. Her gün dolar boşalır bir misafirhane burası. Her daim tebeddül eder, halden hale çevrilir. Nasıl "tamam, oldu işte" diyebiliriz? Tamam dediğimiz anda kaçar gider elimizden. Havayı elimizle tutamazsak bu dünyayı da tutamayız. Giden gelmez, gelen gider. Kim misafirlikte rahat rahat oturabilir. "Tamam, oldu işte" diyebilir? Misafir demek hep bir yanı eksik demektir.

Burada, bu dünyadaki hayatımızda hep bir eksiklik hissederiz çünkü burada sadece numuneler vardır. Asıllar bir "diyar-ı aher"de bizi bekler. Gözlerini açıp bizi bekler. Bizi ister, bizi talep eder. Kâinatın değerli varlığını bekler. Tüm asıl sanatlar, nimetler bizi bekler. Sonsuza dek bizim tarafımızdan temaşa edilmek için. Sonsuza dek bizim tanıklığımız için.

Nasıl "hah tamam, oldu, tüm eksikliklerimiz yok oldu" diyebiliriz ki! "Kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur." (Ra'd: 28) O'nun dışındaki tüm anmalar kalplerimizi kasvete boğar. Burası bir imtihan yeridir. Bir tecrübe yeridir. Bir hizmet yeridir ancak. Şiddetle sınanırız. Sınav anında kim mutlak huzuru yakalayabilir? Evet, kalbimiz, ruhumuz ve vicdanımız vardır. Bizi her daim O'na sevk eden. Ama nefis ve şeytan da vardır. Üstelik "nefis ise şeytanı her vakit dinler".

Nasıl ipin iki ucunu bir araya getirebiliriz ki? Her daim önümüze yollar açılır. Hayırla şer, iyilikle kötülük, benlikle Hüda arasında seçimler yapmak zorunda olduğumuz bir hayatta nasıl "hah tamam, oldu, her şey tamamlandı, eksik gedik kalmadı" diyebiliriz! Bir ömür boyu, "emanet-i kübra"yı taşırız. O'na teslim etmemiz gereken büyük bir emanet varken, nasıl rahat edebiliriz!

Önümüz hep yoldur, katbekat açılan. Her yolun başka bir yola kavuştuğu bir yolculuksa dünya hayatı, hep bir şeyler eksiktir. Yolculuk demek, eksik olanın peşinde olmak demektir. Dünyada hakikatle aramızda perdeler vardır. Aşmamız gereken yollar vardır. Açmamız gereken örtüler vardır.

Dünyada kesret vardır. Dikkatimizi dağıtan. Nazarımızı O'ndan kendine celbetmeye çalışan. Dalgınlıklarımız vardır. Unutkanlıklarımız. Gafletimiz vardır. Kendimizi, bir nefse sahip olduğumuzu unuttuğumuz bir hayatın içinde nasıl tamamlanmışlık hissiyle dolarız ki? Bu hissi yakaladığımız kısa kısa anlar, kısa kısa yaşantılar vardır ancak. Bir an yakalarız. O'nu andığımız zaman kalbimiz nurla dolar. O'nun isimlerinin tecellisinin nuruyla. Nasıl bunu kesintisiz kılabiliriz ki? Gece ve gündüz gibi akar hayatlarımız. Kalbimiz, vicdanımızla nefsimiz ve benliğimiz arasında salınır dururuz. Biz buyuz. Biz hayatı en zor yaşayan varlıklarız. Biz kendine verilenlerle şaşkınlaşan varlıklarız. Ne yapacağını bilemeyen.

Nasıl olur da "tamamlandık" diyebiliriz. Deriz demesine de anlık parıldamalar gibi gelir geçer bu anlar. Biz arayışı, imtihanı ölene dek süren varlıklarız. "Hah tamam, olduk" dediğimiz yerde biz biz olur muyuz ki? Bizi O'na çeken, O'nu cazip hale getiren, O'na ihtiyaç duyuran, O'nsuzluğu cehenneme dönüştüren bu eksiklik hissimizdir. O'nsuzluğun bu dünyadaki cehennemi bizim cennetimizdir. Bizi sonsuz yaşama götürecek olan bu eksiklik hissidir. Bir türlü tamamlanamayan yanımızdır. En değerli yanımız budur aslında.

Dünya geçiciyse, devamsızsa, bîkararsa, kendi başına bir anlamı yoksa, bekasız ve nakıssa, nasıl olur da her şeyin tam olduğu hissini yaşayabiliriz? Biz ancak daimi, zevalin ve ayrılığın olmadığı, bir diyar-ı âherde tamamlanırız. Orada her şeyin asılları vardır artık. Suretler ve numunelerle değil, kalbimiz ancak asıllarla kesintisiz itminanı yakalar. Kalbimizle aramıza girecek bir şeytan yoktur artık. Ne vehim vardır ne vesvese. Sonsuz hakikatin perdesiz tecellisi vardır. Mutlak şekilde O'na teslim olmuş, terbiye olmuş bir nefsimiz vardır. Artık eksiğimiz gediğimiz yoktur.

Ve orada bu dünyada nefsimizde taşıdığımız hiçbir süfli duygu yoktur. Ne kin vardır, ne öfke, ne kızgınlık, ne kıskançlık, ne haset. Zaman zaman bu duygulara kıyısından köşesinden bulaştığımız bu hayatta nasıl olur da bir yanımız hep eksik kalmaz. Ama bu kötü değildir, şer değildir; bu hayat böyledir, biz böyleyiz.

İpin bir ucu bu dünya ise diğer ucu öte dünyadır, cennettir, ebedi olan diyardır. "Biz onları içlerinde kalmış olabilecek nahoş duygu ve düşüncelerden arındıracağız ve böylece birbirleriyle kardeş olarak mutluluk tahtları üzerinde karşılıklı oturacaklardır." (Hicr: 47)

İşte, iki yakamız ancak cennetin kapısında bir araya gelir, ipin iki ucu orada bağlanır. Sonsuza dek, hiç kopmamak üzere.

26 Şubat 2010, Cuma

Mustafa Ulusoy

 

 

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi