Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

Herhalde artık yavaş yavaş yaşlanıyorum. Çün­kü bazen durup dururken sinirleniyorum. He­men parlayıp, bağırıp çağırıyorum. Hani huy­suz ihtiyar derler ya, galiba, korkarım öyle olmaya baş­ladım. Son günlerde beni en çok kızdıran konulardan bir tanesi de, Türkçenin yanlış kullanılması. Hele bir ke­lime var ki, duyar duymaz zıvanadan çıkıyorum. Hâlbuki alt tarafı basit bir kelime, ne var bu kadar kızacak, tepki gösterecek? Ama ne zaman onu duyarsam bana bir hâl oluyor. Ne mi o kelime? "Bye bye" (bay bay)...

Gençlerimizin Türkçeyi ne kadar az bildi­ğinin, kelime hazinelerinin ne kadar sığ olduğunun ve ne kadar dış kültür tesirine açık ya­şadıklarının en önemli göstergelerinden biri iş­te bu "bye bye".

Eski kültürümüzde selamlaşma, hâl hatır sorma ve vedalaşma son derece ince ayrıntılarına kadar belirlenmiş, her biri ayrı mânâya gelen hikmet dolu sözlerle yapılırdı.

Belki bunları yazmak bile ayıp. Malum—u ilâm denilen cinsten bir sütün işgali; ama okuyucularım kusura bakmasınlar, onları tenzih ederek bazı cahiller için yazmak zorundayım.

Selam. küçükten büyüğe verilir. Halini, bü­yük küçüğe sorar. Küçük büyüğe hatır sorar­ken "Allah ömürler versin" der. Tasavvufta ise şeyh hatır sorunca, "aşk u niyaz eyleriz" denir. Küçüğe selâm, büyüğe saygı, hürmet gönderilir. Bü­yükler küçüklerin gözlerinden öper, küçükler büyükle­rin ellerinden. Şimdi kim kime saygı, selâm göndere-:ek karıştı. Hele bir de özellikle telefonda öpüşme mu­habbeti var ki, aman Ya Rabbi! Kim kimi nasıl, nere­linden öpüyor, bilene aşk olsun... Konuşmada küçük büyüğe "arz eder". Büyüğün sözlerine "buyurduğunuz gibi” denir. Sizden çok küçük olmadığı halde, tevazu gereği "efendim arz etmiştim" diye cümleye başlayan birine hemen "estağfurullah di­ye cevap verilir, eski insanlar kendilerinden "bendeniz", "kulunuz", "fakir", "abd—ı aciz" gibi kelimelerle bahsederler. Büyüğe "bir emriniz var mı?" diye soru-ur, cevap olarak da "estağfurullah ricam olur" denilir, yolda bir iş yapan görüldüğünde "kolay gelsin", yemek yiyene "bereketli olsun", balıkçıya "rast gele", ab­dest alana "hayrını gör", namaz kılmış olana "Allah ka­bul etsin" şeklinde hitap edilir.

Bir eve girerken destur alınır. Bir yere girildiğinde kalkılırken mutlaka izin istenir. Çünkü gelmek irâdet, gitmek icazettir. Müsâadeyi devletleri isteyip kalkılır ve cevaben "estağfurullah, ayağınıza sağlık, yine bekleriz" şeklinde mukabele edilir. Yemekte ev sahibine söylenen "ellerinize salık, kesenize bereket, Allah ziyade etsin" gibi sözlere, "beğendiyseniz bir daha yapalım, beğenmediyseniz beğendirene kadar yapalım" sözleri ile karşılık verilir

Efendim, en kızdıklarımdan birisi de vefat eden bir Müslüman'ın ardın­dan "toprağı bol olsun" denmesidir. Bu tabir sadece gayr—i müslimlere aittir, bir Müslüman'a öldü bile denmez. Onun hakkında "Hakk'a yürüdü, rahmete er­di, sizlere ömür, irtihal etti, göçtü"; gö­mülünce de "sırlandı" tabirleri kullanılır. Hele bir de "Hayy'dan gelip 'ya gitti" sözü var ki onu anlayan neredeyse hiç kalmadı.

Yemeğe çağrılan birisi "fakirha­neyi, bendehaneyi teşrif ediniz, bera­ber çorba içelim, lokma yiyelim" diye davet edilir. Bu davete "estağfurullah, devlethanenize gelmekten şeref duyarım" şeklindeki sözlerle icabet edilir.

Gündelik yaşantıdan konuşurken ateş, mum, elek­trik söndürülme tabiri kullanılmaz. Ocak sönmesi deyi­minden dolayı, söndür yerine "dinlendir" denir. Yak­mak tabiri de kullanılmaz; çünkü ateş "uyandırılır". Ka­pı ise kapatılmaz, "örtülür".

Ayıp bir şeyden bahsedilirken "hâşâ huzurdan", "sözüm meclisten dışarı", yenen bir şeyden bahsedilirken "ayıptır söylemesi", hasta olunduğunda da "üzerinize afiyet üşütmüşüm" şeklinde söze başlanır. Hamama gittim yerine ise, "sıcağa gittim", banyo ve tıraş sonrası da "sıhhatler olsun" denir.

 Şimdi gelelim en önemlisine! Şu zıpçıktı, nevzuhur "bye bye'' kelimesine, bunun yerine önce "Allahaıs­marladık, Allah'a emanet olunuz, sağlıcakla kalınız, hosçakalınız" söylenebilir. Cevaben de "yolunuz açık olsun, güle güle, selametle, uğurlar olsun" şeklinde karşılık verilebilir. Özellikle İstanbul Türkçesinde "devletle" şeklinde yolcu edilip, kapıda gidenin arkasından "hayırlara karşı" denir.

Tasavvuf ehlinin ise, şeyhe vedalaşırken "fakiri gö­nülden çıkarmayınız" sözüne, şeyh de "gönüldesi­niz efendim, gönülden çıkarmayız" şeklinde cevap verir.

Böyle edep, erkân bilenlere "çelebi adam, Efendi adam" denir. Tersi olanlardan da "yol yordam bilmez nadanın biri" şeklinde bahsedilir.

Hâlbuki şimdi konuşma "selâm" diye başlıyor, "var ya...", "kesinlikle", "yaa", "yemin ederim", "olay", "see you" (görüşürüz), "take care of you" (kendine iyi bak). "O.K." (oldu) kelimeleriyle devam edip, "bye bye"la bi­tiyor. Yahut kısaca "hadi byef deniliyor, işte o nokta­da bendeniz kopuyor, huysuz bir ihtiyar oluyorum!

MERAKLISINA NOT

Eskiden bye bye yerine "bonjotır", "bonsoîr", "merci" gibi Fransızca kelimeler kullanılırdı. Öyle konuşanlara da mon cher (monşer) denirdi.

HURDA TEFERRUAT

Abdülhamit döneminin meşhur vezirlerin­den Sadrazam Küçük Sait Paşa, konuştuğu söze son derece dikkat edermiş. Bir gün İbnülemin (Mahmut Kemal İnal), merhumla otururlarken; İbnülemin, Paşa'nın is­kemlesinin altında bir fare görmüş ve Paşa'yı uyararak, "Paşam ayağınızın altında bir sıçan var." demiş. Meğer Sait Paşa fareden çok korkarmış. Onu duyunca hemen fırlayıp büyük bir telaş­la iskemlenin üstüne çıkmış; fakat bir taraftan da korkuyla "Ona sıçan demezler fare fare." diye bağırıp tashih ediyormuş. Gördünüz mü, eski adamı?

 

Haluk Dursun

SON EKLENENLER

Üye Girişi