Yeryüzünde 2796 dil konuşulduğu bildirilmektedir. Türk dili "Altay Dilleri" arasında yer almaktadır. Dünya dilleri arasında Türk dili kadar geniş alana yayılmış başka bir dil yoktur. Bugün Rusya'da Türk dilini kullananlar Slav dillerini kullananlardan sonra ikinci sırayı almaktadır.
Büyük milletlerin büyük dilleri olur. Türkler imparatorluklar ve devletler kurup yerleşmeye başladıktan sonra çevrelerindeki komşu milletlerin dilleri ile kelime alış verişinde bulunmaya başlamıştır.
Goethe'nin dediği gibi, "Bir dilin kudreti kendisine yabancı kelimeleri atmasından değil, onları yutup sindirmesinde kendini gösterir." Zaman gelmiş artık "kent'in Sanskritçe, "köşe"nin Farsça, "hikâye”nin Arapça, "örnek" kelimesinin Ermenice, "kaldırım" ve efendi" kelimelerinin Rumca olduğunu bilen değil, hayal eden bile kalmamıştır. Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami gibi fikir ve kalem adamları bu sadeleştirme akımının başını çekmişlerdir.
Türkçede "tasfiyeciliğin" ilk temsilcilerinin Şemsettin Sami, Ahmet Mithat Efendi, Emrullah Efendi, Tepedelenli Kamil ve arkadaşlarının olduğu görülmektedir. Bu akımın mensupları Tanzimatçıların "en sade Osmanlıca" anlayışına karşı çıkarak "Türkçülük" görüşünü benimsemişlerdir. Bu hareket dildeki bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılmasını benimsiyordu.
Dikkat edilmesi gereken husus bu hareketlerin amacı yani "tasfiyeciliğin amacı" dili kurtarma gayretinden ibaretti, ideolojik bir maksadı yoktu. Nesiller arası bir kavga aracı durumuna gelmemişti.
Cumhuriyet döneminde dil hareketleri başlıca üç dönemde mütalaa edilir.
Atatürk, dil inkılâbında çalışmak üzere Yahya Kemal Beyatlı'yı davet eder. Türk dilinin büyük ustalarından "Türkçe ağzımda annemin sütü gibidir" diyen, son devrin en büyük şairi sayabileceğimiz Yahya Kemal bu davete şu sözler ile karşılık vermiştir: "Lütfen Paşa Hazretlerine arz ediniz, benim yaşayan Türkçeye karşı bir vehmim vardır. Benim dilde ilmim yoktur, yalnız böyle bir vehmim vardır. Ben bu vehimle baş başa kalmak istiyorum. Beni affetsinler."
Tasfiyecilik denemesinin çıkmaza girdiğini ve fayda yerine büyük zararlar getirdiğini gören dahi kurtarıcı, dilimizi de bir defa daha kurtarmıştır. Genel toplantıda Atatürk ile Yahya Kemal Beyatlı’yı beraber görüyoruz. Atatürk, şairden birkaç şiirini okumasını ister ve şiirleri dinledikten sonra: "Beyler.... işte hakiki ve güzel Türkçe budur. Yahya Kemal Bey hatırlıyor musunuz? Sizi dil çalışmalarına davet ettiğim zaman 'Benim dilde ilmim değil vehmim vardır, müsaade edin ben vehmimle başbaşa kalayım.' demiştiniz. Şimdi hep birlikte anlıyoruz ki, dil davasında siz haklı çıktınız." der. Yahya Kemal Bey'in cevabı "Paşam, size karşı haklı çıkmak çok tehlikeli değil mi?" olmuş. Büyük Atatürk bu sözlerdeki nükteyi de çok iyi anlayarak konuşmasına şöyle devam etmiştir: "Hayır... Asla... Çünkü bu aynı zamanda bizim millete ve tarihe karşı haklı çıkmamız demektir, sizin o zamanki vehminiz bizi bugün mes'ud ediyor... Görüyorsunuz ya Yahya Kemal Bey'in vehmi sizin ilminizi mağlup etti." Bu sözler ile çevresindekilere, tasfiyecilik gayretlerini ilim kisvesi altında yutturmaya çalışanlara ne güzel bir cevap ve derin bir istihza vardır.
Orwell (1983) "Dil, düşüncenin aletidir. Dil ile düşünürüz. Bir insanın diline hâkim olan, onun düşüncesine de hâkim olacaktır." diyor. Devamla yeni dilin amacının düşünce alanını daraltmak olduğunu belirterek, "Sizin gibiler yeni kelimeler türettiğinizi sanıyorsunuz. Değil, hâlbuki kelimeleri kaldırıyoruz biz. Her gün yüzlerce kelimeyi dilden atıp yok ediyoruz." diyor. Yeni dilin düşünce alanını genişletmek değil, daraltmak amacıyla geliştirilmiş bir dil olduğunu ileri sürüyor. Bilmem bu düşüncelere katılmamak mümkün müdür?
60'lı yıllara kadar dil hareketle şiddetini kaybetmişti. 60'lı yıllarca tekrar başlayan dil hareketleri Atatürk devrindeki Türk dilini sadeleştirme gayret ve hedefleri ile ilgi değildir. Bu seferki amaç dilin sadeleştirilmesi değil, kültür devrimdir.
Bu tasfiyeciliğin temel felsefe: Türk Dili Dergisi'nin 334. sayısındaki şu açıklama ile özetlenebilir "Türkçeyi özleştirme, düşünsel ve sözlüksel düzeyde kalan bir olgu değildir... Özleştirmecilik genelde düşünsel ve duygusal bir değişimin dile yansımasıdır. Şöyle özetlene bilir: Dilimizin söz varlığını değiştirme yoluyla, toplumumuzun düşünsel ve duygusal evrelerini değiştirmektir. Bu etkileşim, dahi doğrusu bütünleşme bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayırt edilemez."
Bu sefer dilimizde yapılmak istenen tahribat başlıca üç koldan hedefine ulaşmaya çalışıyor.
1- Yeni ve uydurma kelimeler Türkçe diye kabul ettirilmeye çalışılıyor ve dayatılıyor. Böylece nesillerin anlaşma imkânı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
2- Birbirine zıt bir kaç kavramın bir kelime ile ifade edilmesi; tıpkı akıl hastalarının portmanto kelime icad etmeleri gibi bir kelime ile birden çok mana ifade edilmeye çalışılıyor. Bunun sonucunda da dilimizin, ifade gücünün zayıflatılması amaçlanıyor.
3- Türkçenin ahenginin ve musikisinin bozulmasıdır.
* Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi.
Kaynaklar:
Eren, H: Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Yayım, Milliyet Yayınlan, 1992.
Songar, A: Dil ve Düşünce, İstanbul, 1986.
Not: Karikatür, Bocurgat'tan alınmıştır.