SULTAN VELED -GAZEL
(XIII ÜNCÜ ASIR)
GAZEL
1. Senün yüzün güneşdür yoksa aydur
Canum aldı gözün dakı ne eydür
2. Binüm iki gözüm bilgil canumsın
Bini cansuz koyasın sen bu keydür
3. Gözümden çıkma kim bu yir senündür
Binüm gözüm sana yahşı sarâydur
4. Ne okdur bu ne okdur değdi sinden
Binüm boyum sünüydi şimdi yaydur
5. Temâşâçün berü gel kim göresin
Nite gözüm yaşı ırmak u çaydur
6. Sinün boyun bu dağdan ağdı geşdi
Cihân imdi yüzünden yaz u yaydur
7. Bugün ışkun odından ıssı alduh
Bize kayu değül ger kar u kaydur
8. Bana her gice sinden yüz bin assı
Binüm her gün işüm sinden kolaydur
9. Veled yohsuldı sensüz bu cihanda
Sini buldı bu kezden beğ ü baydur
vezni:
Mefâîlün Mefâîlün Feûlün
NOT: 1,2,3,5 ve 9.beyitler açıklanmıştır.
GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ
1.Senin yüzün güneş mi yoksa ay mıdır
Canımı aldı gözün, daha ne der
2.Benim iki gözüm, bil ki canımsın
Beni cansız koyasın sen, bu uygun mudur
3.Gözümden çıkma ki bu yer senindir
Benim gözüm sana güzel saraydır
4.Ne oktur bu, ne oktur; değdi senden
Benim boyum mızraktı şimdi yaydır
5.Seyr için beri gel ki göresin
Nasıl gözüm yaşı ırmaktır, çaydır
6.Senin boyun bu dağdan yükseldi, geçti
Dünya şimdi yüzünle bahardır, yazdır
7.Bugün aşkın ateşiyle ısındık
Bize kaygı değil (gelen) tipidir, kardır
8.Bana her gece(nin) senden (gelir) yüz bin yardımı
Benim her gün işim seninle kolaydır
9.Veled yoksuldu sensiz bu dünyada
Seni bulduğundan beri zengindir, beydir
İZAHLAR:
1. Dakı; dahi, daha demektir.
Eydür; demek manasına gelen eytmek mastarının geniş zamanıdır. Bu kelime, itmek şeklinde de kullanılmıştır.
Gerek bu beyitteki, gerek manzumenin diğer beyitlerindeki kelimelerin söylenişlerinde, bugüne göre, bazı farklar vardır: Senin yerine senün, güneştir yerine güneşdür, canımsın yerine canumsın, v. s. denilmesi gibi.
İçinde bulunan kelimeler ve onların çekim şekilleri bakımından olduğu gibi, fonetik bünyesi bakımından da Türkçemizin bugünkü hali, asırlarca devam edip gelen bir yaşamanın, bir tekâmülün neticesini teşkil eden bir oluştur. Bundan dolayı geçmiş asırlara ait olan mahsullerde, bugüne göre, birtakım dil başlıkları bulunması gayet tabiidir.
Yukarıdaki fonetik farklarına ait olmak üzere gösterilen misallerden başka gen bu beyitte, güneşdûr ve aydur kelimem sonunda mi soru edatının kullanılmaması ve sorma manasının sadece yoksa kelimesiyle temin olunması da bu manzumenin yazıldığı devre ait dil hususiyetlerindendir.
2. Bilgil kelimesinin sonundaki gil eki, eski bir emir kipi ekidir ve artık edebî eserlerimizde kullanılmamaktadır.
Koyasın; bırakasın, bırakıp gidesin demektir.
Beytin kafiyesi olan keydür kelimesi, nasıl olur, nice bir bu böyle olacak, bu nasıl iştir manalarına gelir.
Key kelimesi Farsçadır ve sorgu ile hayret bildirmek için kullanılır.
3. Birinci mısrada, çıkma kelimesinden sonra gelen bugün kim şeklinde kullandığımız rabıt (bağlama) edatıdır. Divan Edebiyatı manzumelerinde, ki’nin kim şeklinde kullanılışına daima rast gelinecektir.
Yahşi, güzel demektir. Bu kelime Azerî lehçesinde bugün de kullanılır.
5. Gazeldeki çün edatı içün ün kısaltılmış şeklidir. Temâşâ-çün, temaşa için, seyretmek için demektir
Beru; beri, buraya, bu yana, yakına demektir.
5. Nite; nasıl demektir.
Bu beytin sonunda, Türkçe olan ırmak ve çay kelimelerinin arasındaki ü, Türkçemizde ve diye kullanılan bağlama edatıdır Farsçada, bu edatla birbirine bağlanan iki eş veya yakın manalı yahut eş vazifeli kelimenin teşkil ettiği kelime gurubuna terkibi atfi (bağlama gurubu) denir: dil ü can gibi. Bunlar isim ve sıfat, tamlamaları gibi hakikî birer terkip değildir. Bu kitapta ayrı yazılan bu ü ler sesçe daima birinci kelimenin son harfine bağlıdır ve normal imlâmızda da dilü can suretinde birinci kelimeye bitişik olarak yazılırlar.
İki Türkçe kelime arasında ü nün kullanılışı kendi dilimize göre yanlıştır; nitekim daha sonraki asırların mahsullerinde ü nün bu tarzda kullanılışı gitgide terk olunmuştur.
Çok eski eserlerimizde rast gelinmeyen ve edatı da Arapçadan alınarak Türkçeleştirilmiştir.
9. Bey ve bay kelimeleri arasında ü nün kullanılışı da, bundan önceki beyitteki ırmak u çay da olduğu gibidir. Bay, Farsçada, yoksulun karşılığı olarak, zengin manasında kullanılır: Bây ü gedâ gibi. Bey ise Türkçedir.
Anadolu’da, Divan Edebiyatının ilk mahsullerinden olan bu manzumede, Türkçenin aruz vezninin kalıpları içine sığdırılabilmesi için, birçok kelimelerin sesli harflerinin imâleye tabi tutulduğu, yani icap etmezken, vezin zaruretiyle uzatıldığı görülmektedir.
Filhakika, gerek XI inci asırdan itibaren şark sahasında, gerek XIII üncü asırdan itibaren garp sahasında yazılmağa başlayan aruzlu eserlerimizde bu veznin kullanılışı hayli kusurlu ve acemicedir. Bu eserlerde, Türkçemizin bu nazım sistemine uydurulabilmesi hususundaki sıkıntı açıkça hissedilir. Dilimiz ancak, kendi özlüğüne aykırı düşen yoldaki tekâmülünü adamakıllı inkişaf ettirdikten sonradır ki aruz vezni manzumelerimiz de musikili bir kıymet taşımağa başladı; XVI’ncı asırda Bakî ile başlayıp sonraki asırda Nâilî, Yahya, Neşâtî gibi üstat Divan şairlerinin elinde iğilip bükülebilir, duyguları ve hayalleri ahenkli bir tarzda aksettirebilir bir hale geldi.
İzahlı Divan Şiir Ant., Necmettin Halil Onan