Nedim'den seçmeler:
KASİDE'DEN
Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedadır
Bir gevher-i yek-pâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezadır
Altında mı üstünde midir cennet-i a'lâ
El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır
Her bağçesi bir çemenistân-ı letafet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safadır
İnsaf değildir anı dünyâya değişmek
Gül-zârların cennete teşbih hatâdır
Hep halkın etvârı pesendîde vü makbul
Derler ki biraz dilberi bî-mihr ü vefadır
İstanbul'un evsâfını mümkün mü beyân hiç
Maksûd heman Sadrı kerem-kâre senadır
Ey Sadr-ı kerem-kâr ki dergâh-ı refîin
Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır
İdin ola ikbâl ü saadetle mübarek
Günden güne ikbâlin ola gün gibi zahir
Sadrında seni ey leye Hak dâmi ü sabit
Hep âlemin ettikleri şimdi bu duadır
Ey Sadr-ı cihan-hân ede Hak devletin efzûn
Kim devletin erbâb-ı dile Lûtf-ı Hudâdır
Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı devrân
Müstağrak-ı lûtf u kerem ü cûd u atadır
Metin İncelemesi:
Biçim Yönünden:
Biçimi: Nazım.
Nazım biçimi: Kaside.
Nazım birimi : Beyit.
Ölçüsü : Aruz.
Mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün
Türü: Lirik şiir
Konusu: İstanbul kenti, türlü güzellikleriyle anlatılıyor.
Temi : Hayranlık, övgü.
Dil özellikleri:
a) Şiir, Arapça ve Farsça söz ve tamlamalarla yüklüdür, dil ağırdır.
b) Anlatımda söz sanatlarına yer verilmiştir.
c) Söyleyiş yalınlıktan uzak olmakla birlikte, daha önce okuduğumuz kasidelere oranla daha sade bir dil kullanılmıştır.
d) Kimi sözcüklerin başında geçen "bî", Farsça olumsuzluk ekidir.
e)"u,ü", ve anlamında kullanılmıştır.
f)Kenti daha canlı olarak anlatabilmek için sıfatlara çokça yer vermiştir.
Söz Sanatları:
Beyit: 2- İstanbul kenti bir "mücevhere" benzetilmiştir. Benzetme, öğelerden sadece kendisine benzetilen mücevhere yer verildiğinden "açık istiare"dir.
Beyit: 3- İstanbul'un suyu ve havası cennetin suyuna ve havasına benzetilmiştir. Şair, bu yüzden cennetin kentin altında mı üstünde mi olduğunu bilmezlikten geliyor, bu yolla da "tecahül-i arif" sanatı yapıyor.
Beyit: 4- İstanbul'un bahçeleri "güzellik çimenliğine; her yanı, tüm köşeleri de feyz ve eğlence dolu "meclis" e benzetiliyor.
Beyit: 7- "Sadr" sözcüğü, "göğüs, yürek; başkan, önde gelen; sadrazam" anlamlarına gelir. Sözcük, hem sadrazam hem de baş anlamlarında kullanılarak "tevriye" sanatı yapılmıştır.
Beyit: 8- Sadrazamlık makamı dilek kıblesi olarak, düşünülmüş, söz,mecazi anlamda kullanılmıştır.
İçerik Yönünden:
1-Bu İstanbul kenti değer biçilemeyecek kadar eşsizdir,
Onun bir taşına tüm Acem ülkesi feda olsun.
2-O, iki deniz arasında tek parça bir mücevher gibidir,
Dünyayı aydınlatan, ısıtan güneş ile bir tutulsa yeridir.
3. Cennet altında mıdır üstünde inidir?
Gerçekten bu ne haldir, bu ne hoş su ve havadır?
4.Her bahçesi bir güzellik çimenliği gibidir,
Her köşesi insana zevk ve yaşama isteği verir.
5. O'nu dünya ile değişmek insafsızlık olur,
Gülbahçesini cennete benzetmek yanlış olur.
6.Tüm halkının davranışları seçkin ve kibardır,
Yalnız güzelleri biraz vefasızdır derler.
7. İstanbul'un niteliklerini anlatmak hiç mümkün müdür?
Amaç, hemen o cömert sadrazamı övmektir.
8. Ey cömert sadrazam! Senin bulunduğun yüce makam,
Gönül sahiplerinin ümit ve dilek kıblesi gibidir.
9-Bayramın yücelik ve mutluluk içinde geçsin,
Yüce tahtın gün geçtikçe bir güneş gibi aydınlık saçsa
10-Tanrı, senin sadrazamlığını başımızda sürekli kılsın,
Ülkemizde herkesin, duası şimdi budur.
11-Ey dünyanın sahibi! Tanrı, senin devletini yüceltsin!
Çünkü senin devletin gönül dostlarına Tanrı'nın bir bağışıdır.
12-Ey dönemin büyük veziri! özetle diyeceğim şu ki,
Sayende Nedim kulun, senin cömertliğine boğulmuştur.
NEDİM – KASİDE-II
1. Bak Sitanbûl’un şu Sadâbad- nev bünyanına
Âdemin canlar katar âb u hevâsı canına
2. Ey sabâ gördün mü mislin bunca demdir âlemin
Püşt-i pâ urmaktasın İran’ına, Turan’ına.
3. Ey felek insaf, ey mihr-i cihân-ârâ âmân
Bir nazîri var ise söylen konulsun yanına.
4. Ben de bilmem böyle rûh-efzâlığın aslın meğer
Hızr tohm-ı ömr-i câvîd ekti nahlistanına.
5. Hey ne feyz-i cavidandır kim olur serv-i sehi
Sürseler bir katra abın navegin peykanın
6. Hey ne hâlettir ki dûdun sünbül-i sîrâb-eder
Uğrasa bâd-i sabâsı düzahın nirânına
7. Şöyle feyzâfeyzdir çûş ü hurûş-i nevbahâr
Kim erişmiştir telâtum âsmân eyvanına
8. Turfe rengâreng-i âheng eylemiş sahrâyı pür
Kûh ses verdikçe şeydâ bülbülün efgânına
9. Sabr ü tâkatsiz çıkup bir gül dahi peydâ eder
Hande sığmaz goncenin zirâ leb-i handânına
10. Arşedek çıkmakta mânend-i dûâ-yi müstecâb
Uğrayan âb-i musaffa râh-i şâdırvânına
11. Sizde böyle müşg olur mu deyu hâkinden biraz
Ah göndersem sabâ ile Huten hâkânına
12. Cedvel-i sim içre âdem binse bir zevrakçeye
İstese mümkün varılmak cennetin tâ yanına
13. Olsa ger kasrındaki nakş ü nigâra bir şebîh
Anı yazmaz mıydı GaffârÎ Nigâristânına
14. Olsa Kisrâlar zamânında ya Firdevsî anı
Eylemez miydi şeref Şehnâmenin unvânına
15. Gûş kıl ey rûh-i Kisrâ ey revân-i Cem işit
Ben kapılmam ehl-i târîhin sühan sencânına
16. İkinizde olmamış mâlik ana aldım haber
Çerh-i pirin and verdim dinine imânına
17. Dersiniz kim çerh-i pîre yok yere verdin kasem
Kim o bîîmandır anın kim bakar eymâmna
18. Vaktinizde çerh âmennâ ki bîîmân idi
Ehl-i dil makrûn idi endûh-i bîpâyânına
19. Şimdi ammâ ehl-perverdir müselmandır tamâm
Olalı mahkûm Sultân Ahmedin fermanına
Vezni: Failatün - Failatün - Failatün – Failün
Günümüz Türkçesi
1. İstanbul’un şu yeni yapılmış olan Sadabadına bak! Havası insanın canına canlar katıyor.
2. Ey sabah rüzgârı! Bunca zamandır dünyanın İran’ını, Tura’nını dolaşıyorsun; bunun bir benzerini gördün mü?
3. Ey felek! İnsaf et. Ey cihanı süsleyen güneş! Müsaade et de söyleyim: Bu Sadabad’ın bir eşi varsa, söyleyin de yanına konulsun görelim.
4. Ben de böyle cana can katıcılığının aslını, esasını bilemiyorum! Hızır onun bahçelerine korularına ebedî hayat tohumu ekmiş olmasın?..
5. Hey! Onda ne ebedî bir feyiz vardır ki, bir damla suyunu okun temrenine sürseler, o yeşerip dümdüz bir selvi olur.
6. Hey! Ne haldir ki, onun tanyeli, cehennemin ateşine rastgelse, o ateşin dumanını taravetli, taze bir sünbül haline koyar.
7. İlkbaharın neşesi ahengi ve çoşkunluğu öyle taşkın bir feyiz içindedir ki, bu neşe ve ahenk dalgalarının çarpışması gök kubbesine erişmiştir.
8. Dağ, çılgın bülbülün feryadına ses verdikçe, ovayı görülmemiş renkli bir âhenk doldurmuştur
9. Gülüş, koncanın gülen dudağına sığmadığı için, elinde olmadan, bir gül daha meydana getirir.
10. Şadırvanının yoluna uğrıyan tertemiz su, Allah’ça kabul edilen dua gibi, arşa kadar çıkmaktadır.
11. Ah! Sizde böyle misk bulunur mu diye, Huten hakanına, tanyeliyle Sadabad’ın toprağından bir parça yollasam!
12. İnsan "Cedveli sim" içinde bir sandala binse, istediği takdirde, cennetin ta yanına varılabilir.
13. Eğer Sâdâbâd köşkündeki resimlere ve süslere bir benzer olsaydı, Gaffârî onu Nigâristân isimli eserine yazmaz mıydı?
14. Yahut, Kisralar zamanında (böyle bir köşk) olsaydı, Firdevsî onunla Şahname’nin adını şereflendirmez miydi?,
15. Ey Nuşîrevâ’nın rûhu! Ey Cem'in ruhu! Dinleyin: Ben tarihçilerin methiye yazanlarına kapılıp inanmam.
16. İkiniz de ona (onun gibi bir esere)malik olmamışsınız; ihtiyar feleğin dinine, imanına ant vererek, bunu ondan öğrendim.
17. Siz dersiniz ki: "İhtiyar feleğe boş yere ettirdin; çünkü o semâvî dinlerden evvel yaratıldığı için imansızdır, kâfirdir; onun yeminlerine kim bakar? Kim inanır?”
18. Doğru. Sizin zamanınızda felek imansızdı; arifler onun sonsuz mihnetine uğramıştı.
19. Fakat şimdi, Sultan Ahmed’in fermanının hükmü altına gireli beri, eğer sahiplerini korumayı adamakıllı öğrenmiştir Müslümandır (imana gelmiştir).
İzahlar:
Yukarıya aldığımızp arça, Nedîmin III üncü Ahmet hakkında yazdığı bir kasidenin nesîbidir. 19. numaralı beyit, bu nesipten asıl maksada, yani methe atlamağa vesile olan girîz beyti veya girizgâhtır. Bundan sonra padişahın methi başlar.
Nedim, kasidelerinin bilhassa nesiplerinde muvaffakiyet göstermiştir; bu kasidenin de nesîbi ve hele maksada girmeğe yol açan 15, 16, 17, 18, ve 19 uncu beyitleri pek zarif ve hünerlidir.
1. Sâdâbâd, malûm olduğu veçhile, Osmanlı imparatorluğu zamanında, İstanbul'da Haliç’in sonundaki Kâğıthane deresi boyunda vücuda getirilmiş olan seyir ve eğlence yerinin adıdır. Burası XVI asırdan beri İstanbul’un bir gezinti ve eğlence yeri olarak tanılıyor idiyse de bilhassa XVIII inci asırda, yeni yapılan bahçeleriyle ve kanallarıyle büyük bir güzellik ve şöhret kazanmıştır. Bundan dolayı, Nedim, oraya Sâdâbâd-i nev-bünyan diyor.
Nev-bünyân: (f. St.) Yeni yapılmış; yeni yapılı.
Sa'dâbât-i nev-bünyân: (f. s. t.) Yeniy apılmış olan Sadabat.
Sitanbûl, İstanbul'un eski bir nazım kullanışına göre aldığı şekildir.
2. Mislin; mislini. eşini demektir.
Farsçada püşt, arka ve pâ, ayak demek olup püşt ü pâ dolaşmak manasında kullanılmış bir tabirdir.
3. Cihân-ârâ: (f. St.) Cihanı süsleyen.
Mihr-i cihân-ârâ: (f. s. t.) Ciham süsleyen güneş.
Söylen, söyleyin demektir.
İnsâf kelimesinin sâf hecesini, vezinde bir kapalı bir açık uzatarak okumak lâzımdır.
4. Rûh-efzâ : (f. St.) Ruh artıran: cana can katan.
Rûh efzâlığın aslın, ruh efzalığının aslını demektir.
Ömr-i câvîd : (f. s. t.) Ebedî hayat
Tohm-i ömr-i câvîd : (f. is. t,) Ebedî hayat tohumu.
Hızır, âbıhayâtı bulup içerek ebedî hayata nail olduğu için Sadabadın bağına, bahçesine edebî hayat tohumu ekmiş oluyor.
Hızr kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
5. Feyz-i câvidân : (f. s. t.) Ebedî feyiz; devamlı bereket.
Serv-i sehî : (f. s. t.) Düz selvi.
Âbın : abını, yani suyunu demektir.
Eskiden oklar sert ağaçlardan yapılırdı; selvi de sert bir ağaç olduğu için ok yapmağa yarardı. Nedim burada bir mübalâğa ile İstanbul’un feyizli suyunun bir damlası okun temrenine bile sürülse, onun derhal boy atıp uzun bir selvi haline geleceğini söylüyor.
6. Dûdun; dûdunu, yani dumamm demektir.
Sîr-âb : (f. St.) Suya kanmış; taravetli, taze.
Sünbül-i sîrâb : (f. s. t.) Taze, taravetli sümbül.
Bâd-i sabâ : (f. is. t.) Tanyeli.
Duman ile sünbül arasındaki münasebet, dumamn da kıvrım kıvrım yükselmesine ve renginin mor sümbüle benzemesindedir.
7. Cûş ü hurûş-i nevbahâr : (f. is. t.) İlkbaharın neşesi ve ahengi. Cûş ü hurûş; coşkunluk, neşe ve çağıltı, ahenk demektir.
Çok feyizli, feyizle dopdolu manasına gelen Feyzâfeyz kelimesinin sonundaki feyz hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır.
8. Rengâreng-i âheng : (f. is. t.) Ahengin bin bir türlü renkleri. Çok renkli manasında bir sıfat olan rengârenk kelimesi burada türlü türlü renkler, bin bir türlü renklilik gibi bir isim olarak kullanılmıştır.
Reng, âheng gibi Farsça kelimelerin sonundaki “g” harfi bizim dilimizde “k” olarak söylenir ve yazılır.
Pür eylemek, doldurmak demektir.
Dağ manasına gelen Farsça kûh kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
9. Leb-i handân (f. s. t.) Gülen dudak.
Bu beyitte Divan edebiyatının en zarif hüsnü tâlillerinden biri vardır: Baharda güllerin açılması gibi tabii bir hadiseye, kâinatın şevk ve neşesinden doğan kahkahanın koncanın dudağına sığmaması yolunda bir sebep gösteriliyor. Hiç açılmamış koncanın kapalı bir ağıza, açılmış gülün de gülen bir ağza benzetildiği malûmdur.
10. Duâ-yi müstecâb : (f. s. t.) Kabul edilen dua.
Mânend-i duâ-yi müstecâb: Kabul edilen duamn eşi, benzeri; kabul edilen dua gibi.
Âb-i musaffâ : (f. s. t.) Tasfiyee dilmiş, temizlenmişs u; saf su.
Râh-i şâdırvân : (f. is. t.) Şadırvanın yolu.
11.Huten Şarkî Türkistanda misk âhûlanyle meşhur bir yerdir. Nedîm,bu beytiyle üstün Sâdâbâd’ın toprağını bile oranın miskinden üstün tutuyor.
Deyû diye kelimesinin eski bir kullanılış şeklidir.
İkinci mısraın başındaki âh kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır.
12.Cedvel-i sîm : (f. is. t.) Gümüş kanal. O devirde açılan kanallardan birinin adıdır.
13.Gaffârî, İran şairlerinden biri; Nigâristan da onun birçok hikâyeleri ihtiva eden muhazarat kitabıdır. Bu eser Altıparmak Mehmet Efendi tarafından Türkçeye de çevrilmiştir
14. Kisra asıl eski İran şahlarından Nûşîrevân’ın unvanı Sâsâniyân sülâlesinin bütün hükümdarlarına verilen unvan olmuştur.
Firdevsî, meşhur İran şairidir ki İran’ın milli destanı olan Şehnâme onun eseridir.
15. Gûş kılmak, yahut gûşetmek : İşitmek, dinlemek demektir.
Rûh-i Kisrâ : (f. is. t.) Kisrâ’nın (Nuşireuanınr)ruhu.
Revân-i Cem : (f. is. t.) Cemin ruhu.
Ehl-i târîh : (f. is. t.) Tarih sahipleri, tarihçiler.
Sühan-senc : (f. St.) Söz tartan; şair; methiye yazan.
Sühan-sencân, Sühan sencin Farsça çoğuludur.
Birinci mısraın başındaki gûş kelimesini, vezinde bir kapalı bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumakl âzımdır.
16, Çerh-i pir : (f. s. t.) İhtiyar felek.
Bu beyitteki and kelimesinin, Türkçe olduğu halde bir yabancı kelime ahengiyle-vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak icap etmektedir.
18. Arapça olan âmennâ; inandık demek olup, diyecek yok, doğru gibi tasdik makamında kullanılır bir kelimedir.
Ehl-i dil : (f. is. t.) Gönül ehli: ârifler; dünyada akıldan ve kitap bilgisinden ziyada aşka değer verip hakikate o yoldan varanlar; kendi gönül âlemlerinin haz ve zevkleri içinde yaşayanlar.
Endûh-i bîpâyân : (f. s. t.) Sonsuz keder.
Birinci mısradaki Çerh kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette okumak lâzımdır.
19. Ehl-perver : (f. St.) Ehlini yetiştiren; değer sahiplerini koruyan.
Bu beyitte ehl-perver kelimesinin ehl hecesiyle mahkûm kelimesinin kûm hecesini, vezinde birer kapalı ve birer açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır
İZAHLI DİVAN ŞİİR ANT N.H.ONAN