Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Okumayı seviyor musunuz? Aman Allah’ım! Bu kadar kitabın hepsini okudunuz mu? Ne talihli insansınız ki bu hayret dolu ifadelerle karşılaşabiliyorsunuz! Bir dostum soh­betinde, kelimelerin büyülü rüyasını anlatırken kendinden geç­miş; “Ben şaşarım bu insanlara ki fani sevgililere aşık oluyorlar, onlara sevda şarkıları söylüyorlar da şu kitaplara bir buse bile atmıyorlar.” demişti. Katılmamanın imkânı var mı? Doğru söylüyordu. Zaten sevdanın ve aşkın platonikleş­tiği bir asırda, siz onlara “Leyla ile Mecnun”u, “Ferhat ile Şirin”i bülbül ile gülü anlatsanız, beyhude yorulursunuz.

Kitap bana yâr idi; Leylâ’dan da öte canandan da yakın. Aşk, aşığa ne anlatıyorsa, kitap da bana onu anlatıyordu hep. Kitap okuma işi, sevda çiçeğini yetiştiren yüreklerin, o engin sıcaklığı gibi sarar ruhumu. Okumanın, kitapla hem­dem olmanın mâi hülyasında, kelimelere yüklenen her mâ­nanın sihirli rüyasını görürüm. Kim demiş “okuma zevktir”, hayır eksik söylemiş; okuma zevke köle olmaktır. Dimağa atılan “cümle terkibinin” insan ruhunda meydana getirdiği sezişlerdir okumak. Efsanelerin sinesinden çıkan, buğulu bakışlara, su perilerine, kanatlı atlara, köpükten saraylara, mitolojinin hangi okumalarında rastlamazsınız ki. . .

Herkül’ün Hera’yla olan kavgası, Keloğlan’ın mübarek anası, Kırgız’ın Manas’ı, Erge­nekon’un, Athena’nın… velha­sıl “hangi geçmiş zaman masalı” hayallerimizi süslemedi? Bin bir Gece masallarının, masal kahramanları uykularımız­dan önce okunur, onların gizemli dünyası hayallerimizde şekillenirdi. Kısık fitilli, ağır gaz yağı kokulu lambaların etra­fında büyüyen gölgeler, bizi hangi “dev” vehmine götürmedi ki... Okumaya başlamadan önce keş­fedilmesi gereken ruh derinlikleri vardı. Keşfe çıkan her okuyucu, kendi perispi­re­yine “masalımsı” bir dünya kabullendirirdi. Okumalar ah okumalar! Gece yarılarına kadar süren okumalar. Sonra hayalimizi peşinde koşturan asırlık okumalar. Ben her za­man iddia etmişimdir ki; -bunu bilim adamları da söylüyor- uzun okumalar 0-6 yaş arasındaki küçük insan yavrusuna bir disiplin içinde verilmelidir; ancak böyle olduğu zaman okuma işi bir alışkanlık haline gelmiş olur. Devam zincirinin kopmaması ise ona bahçe olan toprağın sürekli sulanıp, beslenmesiyle mümkündür.

Okumada, kitapları keşfetmede nasıl bir yol takip etmeli? Okumanın sınırları nedir? Nereye kadar sürecek bu koşu? İnsanın “mükemmel varlık” oluşundaki sır onun sürekli ken­dini yenileyen bir varlık oluşundan kaynaklanır. Mükemmel olmak, zatında insanı sürekli kendine çeker. Ben bu okuma macerasının ölünceye kadar olacağını zannetmiyorum. Ölümden öte, “insan ruhunun” bir yerlerde kendisine veri­len mükemmellik sırrını çözmek, ya da bu aşk ile sermest olmak için yine okumaya devam edeceğini düşünüyorum. Mekân farklı olsa da boyut değiştirmiş nice kitaplar kendile­rine uzanacak elleri beklemektedir.

Kitap keşfi bir o kadar zor, bir o kadar da kolay bir zanaat­tır. Meselâ ben, kitap seçerken zorlanırım. Bütün kitapların güzelliğine, onların, sevgililer gibi yâr olduğuna olan inancım, hangi birini tercih edeceğimde karasızlığa yol açar. Ama, siz de olsanız aynı tedirginliği yaşarsınız. Bir sosyoloji kitabı bütün işvesiyle size göz kırpıyor, yaklaşıyor, alıp elinize okuyorsunuz. Yeni çıkan roman, klâsiklere meydan okur bir tavrıyla rafın en önünde sizi karşılıyor. Ne de olsa en çok okunan ve satılan bir kitap, hem de afişleri var, bak hem de camda asılı. Nasıl karşı koyar, “Bu romanı alıp okuyayım.” demezsiniz. Şiir kitapları­nın ışıltılı kıyafetlerinin altında içinizi çeken bir aşk mısraını görüp de aman sende diyebilir misiniz? Hemen koşar sarar sarmalar, şiirselliğin verdiği ritim ile onlarla dans ederim. Hele felsefe kitaplarını, bütün bilgeliği ile ağır tonajlı ciltlerini her­kese göstermez; oldukça temkinli adımlarla yaklaşmak gerek onlara. Ak sakallarını rafların alt kısımlarına indiren bu kitap­lar, sizlere “Ontoloji”nin, “Epistemoloji”nin , en kompleks mevzularını sunarlar. Hadi gel de hayır de bakayım. Ya o tasavvuf neşvesini veren kitaplar, hepsi birer Mevlevî şeyhi gibi “hoş gör ya hu” diyerek; “Gel ne olursan ol yine gel…” gitmemenin, oturup yerde kalmanın bir anlamı var mı ki? Zaten duramazsınız, semâ ederek o kitapların yaprakları ara­sında hakikat nuruyla, “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun.” der ve kendinizden geçersiniz. Ama ne Mevlevî ne de şeyh olursunuz; yalnız bir lezzeti kaşık kaşık ağzınıza götürür­ken “su” deyip yakarırsınız. Kim yetişir size, “Fuzûlî” desem nasıl bakarsınız ben bilemem; ama “Su Kasidesi” benim çat­lamış dudaklarıma bir zemzem gibi gelir. Ne kadar da zormuş kitap seçmek değil mi? Sizin istediğiniz gibi tasnif yapamadım. Şunu okuyun, şu iyidir; şunu okumayın, şu kötüdür diyeme­dim. Hepsi, beni farklı mekânlara uçuran birer kanattı. On­larla uçtum. Okyanusları, Çin’i Maçin’i onlarla aştım. Evrenin ötesini, gezegenlerin keşfini onlarla yaptım. Daha ne diyeyim; işte en büyük kitap. Sırları ifşâ eden, bilinmezleri aralayan “okuma”yı bir serlevha yapan, kimliğimize bir nüve şeklinde koyulan, ışığa koşan kelebekler misali, kendisine koşturan ve bütün kitapların atası olan işte o Kitap. “Oku, Yaratan Rabbinin adıyla” (Kur’ân-ı Kerim)

Kitap samimiyettir, riya onun semtine uğrayamaz. O in­sanlarla konuşur ve onlara samimiyetinin zirvesini yaşatır. Nice dost zannettiğim âdemoğulları asıl kitaptan haberleri olmalarına rağmen; kitabın esatiri keyfiyetini yakalayamamış unutulup gitmişlerdir. Siz unutulan bir kitap gördünüz mü? Ben hiç görmedim.

İnsan yeryüzü cennetini kitaplarla süsleyecek, kitapsız hiçbir yer kalmayacaktır. Böylece eşhaslar kitap sayfalarında temessül edecek, kitap okuyan insanlarla; hayat bir kez daha “kitabî” yorumlanacaktır.

“Oku… ” (Alak-Kur’an)

“ Her toplum bir kitaba dayanır. Senin kitabın hangisi?”

(Cemil Meriç)

“Allah’ım bana çiçek dolu bir bahçe ile, kitap dolu bir saray nasip et.”

(Çiçero)

SON EKLENENLER

Üye Girişi