Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş
Rasim Özdenören
Bir gün elimde yabancı bir yazarın bir kitabını gören biri 'Nasıl oluyor da sen hem bu kitapları okuyorsun, hem de dine inanabiliyorsun?' diye sormuştu.
Böyle bir soru sorabilen kimsenin kafasında sanırım kitap okumak sadece bir tek yaklaşımla mümkün olabilirdi; o da, okuduklarını aynıyla benimsemek. Yani insan okuduklarını ayrıca kendi kafasının süzgecinden geçirmeden, onları yeniden bir değerlendirmeye tâbi tutmadan, orada söylenenlere yeni bir anlam vermeden, ne söyleniyorsa onu benimsemek için okurdu. Okumanın anlamını böyle düşündüğü için de benim durumumda, izahını yapamadığı bir garabet buluyordu.
Hemen belirteyim ki, o kimsenin elimde gördüğü kitabın yazarı tanrıtanımaz biriydi. 1960 öncesinde bazı yazılan, bazı romanları Türkçeye aktarılmış, belli bir çevrede de bir hayli etkinlik kazanmıştı. Buna rağmen o yazarın beni ilgilendiren bazı yanları vardı. İkinci Dünya Savaşı'nın yıkımını yaşamış, savaşın acılarına katlanmış o yazar, bugünkü Avrupa uygarlığı üzerine bazı şeyler söylüyordu. Bir anlamda Batı'nın Batı'ya bakışını yansıtıyordu eserlerinde. Konuya yaklaştığı açı her ne kadar öyle kökten bir öz eleştiri niteliği taşımıyorsa da, hatta kendi 'kısır' yaklaşımının da bilincindeyse de, söyledikleri şeyler gene de kendi değer ölçülerinin çerçevesi içinde irdelendiğinde günümüzde 'Batı bunalımı' denilen olgunun bir yanına ışık tutuyordu. Ayrıca onun: Avrupa'ya yeni bir uygarlık seçecek yahut toptan batmayı göze alacak.' deyişi beni ilgilendiriyordu. Bu yazar için günümüzün düşünürlerinden birisi de: 'Bilmeden İslam'ı arayanlardan biri.' diye bir teşhis koymuştu.
Konumuz doğrudan doğruya o yazarla ilgili olmadığı için adını anmaya gerek görmüyorum. O yazarın söylediği şeylerin çoğuna da temelde katılmıyorum. Beni asıl ilgilendiren husus, Avrupa'nın önde gelen düşünürlerinin, günümüz Avrupa uygarlığını nasıl gördükleriydi. Deyim yerindeyse bu hususta asgari bir bilgi sahibi olabilmek adına, Avrupa'nın önem verdiği düşünürlerinin fikirlerini ilk ağızdan dinlemek gerekiyordu. Çünkü bu zümreye giren düşünürler, kendi ülkelerinin durumuna Batılılaşmış doğulular kadar güven beslemiyorlardı.
Gerçi bu adamları büsbütün bazı şematik kalıpların içine sığdırarak okuduğumu söylemem yanlış olur, öyle bir şey demek istemiyorum. Fakat bu çeşit okumaların, apayrı bir düzlemde, benim uygarlık hakkındaki bazı kanaatlerimin pekişmesine, çeşitlenmesine yaradığını söyleyebilirim.
Bütün mesele, okuduğumuz şeye nereden, nasıl yaklaşacağımız hususunda bir bilince sahip olmanızla ilgili. Yakın zamanlarda, gençlerden birisi, kendisine okuyabileceği kitapların bir listesini vermemi istemişti. Düşündüm, taşındım bir tek kitap ismi bile söyleyemedim. Benim okuduğum kitapların adını öğrenmek istedi. O kitaplardan birkaçının adını verdim; fakat onlardan yararlanabilip yararlanmayacağından emin olmadığımı belirttim. O delikanlı beni anladı mı bilmiyorum. Eğer okumanın ne olduğu bilinmezse benim işime yarayan bazı kitaplar, o delikanlıyı korkarım hiç istemediği yerlere götürebilir. Hele kitaplardan bazı pratik reçeteler öğrenmek isteyenler o kitaplardan hiç yararlanamayabilirler. Romanın ne olduğunu bilmeyen birine ben hangi romanı okumasını salık verebilirim? Benim okuduğum kitapların bir kısmı, bir kısım insan için ayartıcı bile olabilir. O bakımdan herkes kendi seçimini kendi üstlenmelidir.
Rasim Özdenören, Ruhun Malzemeleri, Risale Yayınları, 1981