Kitaptan hoşlanan, gittiği yere birlikte götüren, onunla olan ülfetini her zaman ve her yerde devam ettiren insanları, hareketlerinden ve tavırlarından tanırsınız. Zaten bunların sayısı, kelaynak kuşları gibi gittikçe azalmaktadır. Dolayısıyla kitap meraklısı olan bu kimselere, - deyim yerindeyse- 'Mutlu Azınlık ' diyebiliriz. Mutlu azınlığın mutluluğunu daha da artıran mekânların kitapçılar, kütüphaneler, müzayedeler olduğunu biliyoruz. Özellikle nadir kitapların açık artırmayla satıldığı müzayedelerde heyecanların doruğa çıktığına, kitap kurtları arasında büyük bir çekişmenin başladığına şahit oluyoruz.
Müzayede salonları sadece heyecanlara değil, enteresan gelişmelere, garip olaylara da sahne olur. Kitap medeniyetinin en parlak döneminin yaşandığı devirlere şöyle bir göz atarsak, böyle enteresan manzaralarla sık sık karşılaşırız. Bırakınız yerli kalem sahiplerini, Avrupalı yazarların bile büyük hayranlıkla anlattıkları ve hakkında ciltler dolusu eserler meydana getirdikleri öyle bir konu vardır ki o da gerek Emeviler zamanında, gerek Abbasiler döneminde, gerekse müteakip asırlarda ortaya çıkan Selçuklular ve Osmanlılar devrinde olanca şaşaasıyla parlayan İslam medeniyetidir.
Hiç şüphesiz böyle bir medeniyetin asıl unsurunu kütüphaneler teşkil ediyordu. Abbasiler zamanında Bağdat'ta kurulan Beytü'l-Hikme (Hikmet Evi)'nden sonra, topraktan fışkıran mantarlar gibi, kütüphanelerin çoğaldığını Sigrid Hunke 'İslam'ın Güneşi Avrupa'nın Üzerinde' adındaki eserinde canlı tablolar hâlinde gözler önüne seriyor. Yine aynı yazar, hem de bir kadın dikkatiyle, Necef gibi küçük bir kasabada bile kırk bin ciltlik bir kütüphanenin bulunduğunu; camilerin, hasta-hanelerin ve daha birçok sosyal kuruluşun kitaplarla donatıldığını, Nâsirüddin- i Tûsi'nin Meraga'daki rasathanesinde dört yüz bin ciltten oluşan muazzam bir koleksiyon meydana getirdiğini, büyük bir hayranlıkla belirtiyor.
İslam dünyasında kitaba gösterilen ilgiyi böyle küçük hacimli birkaç makaleyle anlatmak mümkün değildir. Bu muhteşem tabloyu olanca ihtişamıyla seyretmek isteyenlerin; başta Tahir Harimi Balcıoğlu'nun 'Medeniyet Tarihinde Kütüphaneler' adındaki değerli eseri olmak üzere, konuyla ilgili diğer kaynakları ayrıntılı bir şekilde incelemeleri gerekiyor. Orta Çağ karanlığını aydınlatan kitap medeniyetinin dünyanın dört bucağına yaydığı ışık huzmeleriyle bugün bile aydınlanmak istiyorsanız, Ali Emîrî'nin rehberliğini kabul etmeniz ve ünlü kütüphanesinde, mukaddes tozların kucakladığı kalın ciltlere merhaba demeniz icap ediyor. Allame-i cihan İsmail Saib Hoca'nın peşine takılarak, Beyazıd Devlet Kütüphanesi'ndeki asırlık eserleri temaşa ederseniz, yine aynı muhteşem tabloları seyretmenin hazzıyla gaşyolursunuz.
Ellili, altmışlı ve yetmişli yılların basın hayatında önemli rol oynayan Şevket Rado aynı zamanda büyük bir kitap meraklısıydı. Nitekim gerek bizzat kendisinin çıkardığı dergilerde, gerekse başka yayın organlarında kaleme aldığı yazılardan kitaba olan düşkünlüğünü, nefis koleksiyonlarla içli dışlı bir hayat yaşadığını öğreniyoruz. Birçok ünlü yazarın ölümlerinden sonra, zengin kütüphanelerini vârislerinden satın aldığını ve büyük paralar ödediğini biliyoruz.
Yapı ve Kredi Bankası'nın bugün gerçekleştirdiği kültür hizmetlerinde Şevket Rado'nun büyük pay sahibi olduğunu itiraf etmek gerekir. Adı geçen bankanın kurucusu olan Kazım Taşkent'i kültür hizmetleri için yönlendiren, teşvik ve tavsiyede bulunan da odur. Nitekim kendisiyle yapılan ve Hayat Tarih Mecmuası'nda yayımlanan bir röportajda konuyla ilgili enteresan anekdotlara rastlıyoruz. Bazılarını şöyle sıralayabilirim:
Şevket Rado, bir ara, çoktan meçhul meşhurlar listesindeki yerini alan Efdalüddin Tekiner Bey'in kitaplarının satılacağını duyar. Çoğunu, tarihî eserlerin oluşturduğu böyle zengin bir koleksiyonu topluca alarak bankanın kütüphanesine kazandırmak ister. Kâzım Taşkent teklifi kabul eder ve kitapları almak üzere Şevket Rado'yu görevlendirir.
Şevket Bey, adı geçen zatın Gedikpaşa'daki evine gider, büyük bir heyecanla içeri girer. Merhumun hanımına istenilen parayı ödedikten sonra bu zengin koleksiyonu bankanın kütüphanesine kazandırır. Efdalüddin Bey'in adını da bir plaka üzerine yazdırarak hatırasına gerekli saygıyı gösterir.
Aradan bir müddet geçtikten sonra Said Halim Paşa'nın kitaplarının da açık artırmayla satılacağını duyar. Tabi ki bu haber kendisini son derece heyecanlandırır. Çünkü Said Halim Paşa yakın tarihimizin önemli bir siyasi şahsiyeti olduğu kadar da âlim bir zattır ve kim bilir ne büyük bir kütüphaneye ne zengin bir hazineye sahiptir. Gazetede çıkan ilandan Paşa'nın kitaplarının Ümraniye civarındaki bir çiftlikte satılacağı anlaşılır. Ne kadar kitapçı, koleksiyoncu, komisyoncu varsa hepsi adı geçen çiftliğe üşüşür. Ünlü sahaflardan Nizameddin Bey de oradadır. Ve müzayede görevlisidir. Kitaplar onar, yirmişer paketler halindedir. Son derece kıymetli olan bu eserleri kaçırmamasını Nizameddin Bey, Şevket Bey'e hatırlatır. Müzayede başlayınca heyecan zirveye çıkar. Şevket Bey, bütün katılımcılardan daha çok para verir. Her paket açılışında kitaplar üzerinde kalır. Fakat bu durum orada bulunan esnafı fena hâlde kızdırır. Kitapları ucuza kapatmak için bir nevi aralarında anlaşan sahaf-ı biinsaf takımını hayli öfkelendirir. Homurdanmalar başlar. Tam bu sırada esnaftan iki bıçkın delikanlı Şevket Bey'e musallat olur. Koluna girerler ve sürüklemesine bir ağacın altına götürürler. 'Be adam sen nerden çıktın? Bütün kitapları sen mi alacaksın? Neden bizim ekmeğimize mâni oluyorsun? Böyle devam edersen seni buradan sağ çıkarmayız!' diye tehdit etmeye başlarlar. Tabi Şevket Bey yalnız olduğu ve etrafta da polis bulunmadığı için bu tehditlere boyun eğmek zorunda kalır; minyatürlü eserleri ve son derece değerli yazmaları, kitaba sırf para getiren bir meta gözüyle bakan güruh, oldukça ucuza kapatır. Şevket Bey aldığı matbu kitapları bir kamyona doldurarak bankaya gönderir.
Ve zengin bir kütüphanenin hazin hikâyesi işte böyle sona erer.
Dursun Gürlek, Çınaraltı Sohbetleri, Timaş Yayınları,
İstanbul, 2003