Kahvehanelerin 1550!li yıllarda açıldığını nakledilir. Bunlar, ilk defa Tahtakale'de açılmış. Çünkü burası hem alışveriş merkezi hem de limana yakınmış. Yorulanlar ve birisini beklemek durumunda olanlar için düşünülmüş. Çok geçmeden İstanbul'un bütün mahallelerine serpilen bu kahvehaneler çevredeki sakinlerin dertlerinin konuşulduğu mekânlara dönüşmüş. Hastalardan söz edilir; dul kadınların, fakirlerin ihtiyaçları dile getirilir; kimin, ne verdiği belli olmayacak tarzda yardımlar toplanırmış.
Zamanla esnaf, yeniçeri, tulumbacı, meddah kahvehaneleri gibi farklı gruplara ayrı kahvehaneler çıkmış.
Yıllar geçince kahvehanelerin bazılarının kıraathaneleşmiş. Bir masanın kenarında Mevlânâ'nın Mesnevisi, Yunus Emre'nin Divan'ı. Taberi Tarihi gibi kitaplar, dergi ve gazeteler bulunurmuş. Bunları okuma
bilenler okur, bilmeyenler dinlermiş. Edep erkân öğrenilen, kültür taşıyan, hatta kültür oluşturan mekânlar haline gelmişler. Edebiyatçıların, gazetecilerin buluşma yerleri olan bu kahvelerde olaylar değerlendirilir, fikrî sohbetler yapılırmış. Söz konusu mahaller için Sait Faik şöyle diyor:
"Kıraathaneye gitmemiş bir üniversitelinin tahsilini yarım sayarım. Bu dekansız, doçent-siz, bütçesiz, fakültesiz, tamamen muhtar üniversitelerin tavla şakırtıları arasında; gören göz, işiten bir kulak bir memleketin nabzını tutabilir."
Peyami Safa ise kahvehaneyi tüm boyutlarıyla ele alıyor;
Gerçekten o devirde kahve, akademinin, meslek cemiyetinin, kulübün, salonun, fikir ve sanat meclisinin bütün vazifelerini küçük tahta masaların etrafında elinden geldiği kadar yapıyordu. O zaman anladım ki biz kahve milletiyiz. Kahve, bütün millî ve dinî şuuru pişiren, ibriğinde kolektif vicdanı demlendiren, tezgâhın dibinde halkı ve münevveri birbirine kenetleyen, iptidai olduğu için basit, fakat ananesi olduğu için derin ve canlı, tek ve tam cemiyet mihrakıdır."
—Araştırmacı Cem Sökmen, eski İstanbul kahvelerini anlattığı kitabında kahvehanelerin tarihî setrini dikkatlerimize sunuyor. Bir zaman kahveler dedikodu ve zaman öldürme yerleri değil, insan yetişen mekânlar da olmuş. Demek mesele güzel insanlar yetiştirmekte. Çünkü güzel insanlar girdikleri mekânları da güzelleştiriyorlar.
Zafer Dergisi, Nisan 2012, sayı:24
Bir kitap bir aynadır, Ona bir eşek bakacak olursa karşısında elbette bir evliya görmez.
— Goergo C. Lichtenberg
Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir. Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder,aşağı çekersin omuzların titrer. Ama yine de,neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker,rahat bir uyku uyumayı başarır...
—Can Dündar