Hikâye, "Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması; gerçek veya tasarlanmış olayları anlatan düz yazı türü, öykü; yalın bir olayın çevresinde kişilerin ilişkilerini anlatma esasına dayanan edebî türü, öykü; yalın bir olayın çevresinde kişilerin ilişkilerini anlatma esasına dayanan edebî tür." Azerbaycan Türkçesinde "hekâya", Başkurt Türkçesin-de "hikâya", Kazak Türkçesinde "hikaya", Kırgızcada "angeme, ikaya", Özbekçede "hikâya", Tatar Türkçesinde "hikaya", Türkmen Türkçesinde "hekaya", Uygur Türkçesinde "hikaya" olarak adlandırılması kelimenin bütün Türk şivelerinde ortak bir kullanıma sahip olduğunu göstermektedir. Ancak Türk halk hikâyelerinde devirlere ve yörelere göre farklı adlar da verilmiştir: Dede Korkut'ta "boy", XVI.-XVIII. yüzyıllarda "hikâye", Azerbaycan Türkçesinde "hekât", günümüzde Doğu Anadolu Bölgesi 'nde ve Azerbaycan'da "nağıl" bunlardan bazılarıdır. Ayrıca kısa halk hikâyelerinde "kıssa", serkûşte" (sergüzeşt), türküsüz hikâyelere de "kara hikâye" denilmektedir. Dünya edebiyatında ilk edebî örneklerin mitolojik eserler olduğu savunulmakla beraber, birçok milletin edebiyatının destanlarla başladığı bilinmektedir. Halka hikâyeleri, destan döneminin sonunda ortaya çıkmış eserlerdir. Halk hikâyelerinde tarihî olayların daha az olması, nazım-nesir karışık bir yapının bulunması, zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, olaylar ve kişiler bakımından gerçeğe daha yakın olması bunları destanlardan ayıran en önemli özelliklerdir. Bu durumdan hareketle halk hikâyeleri destanla roman arasındaki geçiş döneminde ortaya çıkan "epicoromanes que" ürünler olarak adlandırılabilir. Halk hikâyeleri gerek konu bakımından gerekse şekil bakımından hem epik eserlerin özelliklerini taşımakta hem de modern romandaki tip ve olayları içermektedir.
Türk edebiyatında destandan halk hikâyeciliğine geçiş dönemi ürünü sayılan Dede Korkut hikâyeleri, Türk halk hikâyelerinin en eski örneği sayılmaktadır. İslâmiyet’ten önceki Türk edebiyatında adından sık sık söz edilen "ozan"ın yerini XV. yüzyıldan itibaren "âşık" adı verilen halk sanatçıları almaya başlamıştır. Bunun sonucu kahramanlık konuları yanında aşk konuları da anlatılmaya başlanmıştır. Ancak en önemli konuları kahramanlığın oluşturduğu destanlardaki dışa dönük mücadele, konusu aşk ağırlıklı olan halk hikâyelerinde toplumun kendisine, yani içe yönelmiştir. Böylece padişahlık-kulluk, zenginlik-fakirlik, muslini-gayrimüslim gibi sosyal farklılaşmalar halk hikâyelerinin konularını oluşturan önemli faktörler olmuş, destanlardaki "alp tipi" de yerini yavaş yavaş halk hikâyeler indeki "âşık" tipine bırakmıştı. Halk hikâyelerinde de başlangıçta destanlarda görüldüğü gibi kahramanlık konuları, ardından kahramanlık-aşk ve daha sonra da sadece aşk konuları işlenmiştir. Günümüzde ise daha çok realist (gerçekçi) halk hikâyelerine doğru bir gelişme görülmektedir.
Türk halk hikâyelerinde, hikâye kahramanı günlük hayatta zor rastlanabilecek idealist bir kişiliğe sahiptir. Hikâye kahramanının bu özelliği, halk hikâyelerinin konularını güzellik duygusundan ve yüceltilmiş düşüncelerden almasını sağlar. Hikâyeci olaylara akıl ve mantığıyla bir çözüm bulamayınca hayal ve sembollerden faydalanır. Bunun sonucu zaman ve mekân (yer) kavramlarının sınırları belli olmaktan çıkar. Böylece hikâye kahramanı normal bir insanın yapabilecekler yanında, arzu ettiklerini de gerçekleştirebilecek özelliklere sahip olur. Kendi içinde tutarlı olmak şartıyla halk hikâyelerinde her çeşit olay yer alabilir.
Destandan masal ve efsaneye, bilmece ve atasözlerinden halk şiirinin bütün şekillerine halk hikâyelerinde rastlamak mümkündür. Ancak halk hikâyeleri kendisine has özellikleriyle, başta masal ve efsane olmak üzere, bütün bu halk edebiyatı ürünlerinden ayrılır. Halk hikâyeleri, kendisine en yakın tür kabul edilen masallardan bile önemli farklarla ayrılır. Masallar mensur ve yoğun bir anlatıma sahip olduğu hâlde, halk hikâyeleri nazım-nesir karışık ve uzun bir yapıya sahiptir. Masallar daha çok, başta büyükanneler olmak üzere, kadınlar tarafından bilhassa çocuklara anlatıldığı hâlde, halk hikâyeleri usta anlatıcı kabul edilen âşıklar tarafından her sınıftan ve yaştan insana anlatılır. Hikâye anlatıcılarının, yani âşıkların usta-çırak geleneği içinde yetiştikleri göz önüne alındığında, belli bir eğitim aldıkları söylenebilir. Aşıkların ayrıca bu hikâyelerin yayılmasına, varyantlarının oluşmasına, yeni ilâvelerle gelişip zenginleşmesine katkıda bulundukları; ancak otantik yapılarının bozulmasına da sebep oldukları bilinmektedir. Halk hikâyelerinin yayılıp tanınmasında XV. yüzyıldan itibaren özellikle büyük şehirlerde rastlanan meddahların da önemli bir rolü olmuştur.
Halk hikâyeleri sözlü ve yazılı anlatımda bazı şekil ve üslûp farklılıkları gösterir. Sözlü anlatımda anlatıcı daha rahat olduğundan anlatımda genellikle daha uzun ve konuşma üslûbundadır. Hikâyeyi anlatan âşık, dinleyicinin dikkatini canlı tutmak için, zaman zaman dinleyicilerle şakalaşır. Yazıya geçirilen hikâyelerin ise anlatımı daha düzgün ve daha kısadır.
(Nurettin ALBAYRAK, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, LM Yay., İst. 2004.)