Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

Bu Konuyu Facebook Profilinde Paylaş

İnsanın çok defa kendisi için tuttuğu günlük ve hatırat gibi, bir yakınına yazdığı mektuplar da bir açıdan aynı kategori içinde kabul edilebilecek metinlerdir. Bunların ortak hususiyetleri mahremiyet­leridir. Günlük ve hatıratın bu bakımdan daha da mahrem yazılar olmasına mukabil mektubun kaleme alındığı sırada bile, sınırlı da olsa, en az bir veya birkaç kişinin okuyacağı düşünülmüş demektir. Bu özellikleri dikkate alındığında günlüğü, hatıratı ve mektupları edebî birer metin olarak telakki etmemek gerekir. Çünkü ne olursa olsun edebî metinlerin az veya çok bir okuyucusu vardır ve o oku­yucular dikkate alınarak kurmacaya gidilmiş, kelime seçiminde, cümlelerde, kompozisyonda itina edilerek bir üslûp oluşturmaya dikkat edilmiştir. Hâlbuki şu bahsettiğim metinlerde kendi yalnız­lığının çerçevesinde oluşun yahut çok dar bir dost/muhatap çevre­sinde bulunuşun rahatlığı, tabiiliği, fakat belki buna bağlı olarak düzensizliği ve itinasızlığı da vardır.

O halde hatırat, günlük ve mektup birer edebî tür değildir. Doğru. Nitekim mektup bahsinde bizden daha erken uyanmış, öne­mini kavramı ve bir yığın mektubun kitap hâline getirilmiş olduğu Batı’da onaltıncı yüzyıldan beri bununla ilgili pek çok yayın yapıl­mış olduğu hâlde, bunların edebî bir tür olarak telakkisi onsekizinci yüzyıldan daha sonralarına rastlar. O zaman bile şüpheli bir ara-tür olarak kaldığını zannediyorum. Çünkü bunların edebî birer metin sayılabilmelerinin şartı, tıpkı öteki edebî türlerde olduğu gibi, daha kaleme alınırken yayımlanma arzusunun, kararının bulunmasıdır. Yoksa herhangi bir insanın, hatta bir edebiyatçının bile, ölümünden sonra “evrâk-ı metrukesi” arasında bulunmuş günlük, hatırat, aldığı-yazdığı mektuplar edebî türe girmez. Ancak yayımlanması için yazılmış hatırat ve günlükler gibi açık mektup, okuyucuya mektup da bu maksatla kaleme alınmışsa edebî bir tür olabilir. Tabii edebî eser olmanın başka şartlarına da sahip ise.

Birçok hatıratın bazan siyasî bazan da hayattaki kişileri veya yakınlarını rencîde edeceği endişesinden geç yayımlanabildiği veya hiç yayımlanmadığı bilinmektedir. Mektupların da hiç şüphesiz böyle özel engel sınırları vardır. Henüz yakınlarda okuduğum Ali Ekrem’in Rıza Tevfik’e gönderdiği bir mektubunda “Artık mektu­bumda şahsiyyat da bulunur, ehass-ı hususiyat (özellerin en özeli) da! Siz kendinize lazım olan mebahisi alırsınız, benim coşkunlukla­rımı da bittabi mektubumda medfun (gömülü) bırakırsınız” demiş.[1] Ama görüldüğü gibi Ali Ekrem’in şahsiyyat dedikleri, özelin özeli dedikleri çok özel bilgiler, hattâ sövmeler bile medfun kalmamış, işte böyle, bir süre sonra yayımlanıvermiştir. Özel mektup ve hatı­raları bile daha özel bir dikkatle yazmak gerektiğine bu hadise bir ibret dersi olmalıdır.

Mektuplaşmanın insanlık tarihinde, tablet üzerlerine yazılanla­rından başlayarak çok eski bir veri var. Edebî bir tür olarak düşünül­mesinin ise daha yakın yüzyıllarda bahis konusu olduğunu söyledim ve bunun için de bazı şartların gerektiğini belirttim. Bu şartların başında, öteki türlerde olduğu gibi yazarının bir edebî eser ortaya koyma gayreti, arzusu olmalıdır. Osmanlı basınında “muhâberât-ı aleniyye” diye başlayıp yakın zamanlarda da tek tük görünen açık mektupların, alelâde mektuptan, daha doğrusu asıl mektuptan farklı olması tabiidir. Bir defa selâm faslı pek yoktur, dedikodu ve mahrem fısıltılar hiç yoktur. Belli bir veya birkaç fikir etrafında kendine göre planı olan bir yazı olması gerekir. Ama böyle bir yazıya da mektup demek mümkün müdür, şüpheliyim. Ataç’ın “Okuruma Mektuplar”ı acaba ne dereceye kadar mektup sayılabilir? Bence bu gibi şeyler mektup şeklinde yazılmış deneme ve tenkit yazıları olmalıdır. Ama mektup diye bir edebî türden bahsedilecekse onlar işte bu sonuncu örneklerdir. Yani her sanat eseri gibi az çok sun’ilik taşır. Fakat gelgelelim Batı’da, Tanzimat’tan sonra bizde de mektubat, muhaberat adıyla yayımlanan, son yıllarda örnekleri büyük bir süratle artan mektupların hemen hepsi “edebî tür” denilemeyecek “özel” mektuplardır.

Şu “edebî tür” olup olmamaları dışında, işin başka bir ciheti mektupların edebî bir değer taşıyıp taşımadıklarıdır. Bu da ayrı bir konudur. Açık mektup, yani “tür” tarifine girip de edebî olmayan, olamayan, siyasî makale seviyesinde yahut alelâde bilgiler ihtiva eden mektuplar olduğu gibi, bu türe girmeyeceğini ileri sürdüğü­müz özel mektupların bazılarının da edebî değer taşıyacağını nasıl reddedebiliriz? Sanatkârların, sanatkâr ruhlu insanların, her biri birer lirik şiir değerinde olan nice aşk mektupları, dost mektupları vardır.

Görüldüğü gibi mektup meselesi epey karışık. Bütün zenginli­ğine rağmen net bir edebî tür olamıyor. İşi biraz daha karıştırmak için manzum mektupların, mektup gibi yazılmış şiirlerin, mektup hâlinde yazılmış roman, hikâye hatta seyahat yazılarının varlığın­dan bahsedersek mektubun bütün öteki edebî türlerle nasıl içiçe geçmiş olduğunu görürüz. Bu durumda mektubun türden çok bir ifade vasıtası, tekniği olduğu şeklinde düşünülmesi daha doğru olacaktır. Bu değer yargısını kabul ettiğimiz takdirde, kurmaca olmayan, yani gerçek mektuplar, aralarında çok güzel üslûpla, lirik bir şiir diliyle yazılanlar ve tatlı tatlı okunanlar da dâhil olmak üzere bütün gerçek mektuplar bence netice olarak belge değerindedirler. Tarihî, siyasî, askeri, dinî ve tasavvufî, fikrî ve felsefi nihayet edebî konularda dönemlerine, kişilere, kişiler arasındaki ilişkilere, sanat eserlerinin arka plânında, okuyucunun çok defa bilemediği genèse meselesine yani eserin tekevvünü: oluşumu safhalarına ışık tutabilen vazgeçilmez kaynaklardır. Mektupların verdiği bilgiler her zaman doğru mudur? Veya mektup yazarı doğru telakki ederek yazmışsa bile objektif midir? Hiç şüphesiz bunlar tahkike muhtaçtır. Bilgi olarak faydalandığımız bütün diğer kaynaklar gibi. Mektubu okuduğumuz zaman ilk vereceğimiz ihtiyatlı değer yargısı şöyle olacaktır: Mektubu yazan kişinin filanca hakkındaki kanaati şudur yahut şu eserini şu tarihte, şu şartlarda vücuda getirdiğini söylüyor. Bu kadarının bile, gerektiğinde önemli bir bilgi olduğu, monografi araştırıcıları tarafından iyi bilinir.

*

Yıllardan beri varlığını işittiğimiz, sezdiğimiz hattâ bildiği­miz Tevfik Fikret dosyası İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı’nın himmetiyle ilk defa gün ışığına çıkıyor. Dostlarından, okuyucularından, öğrencilerinden gelen mektuplarla birkaç resmî evrak ve başka bir veya birkaç kaynaktan dosyaya girmiş olduğu anlaşılan bizzat Fikret’in yazdığı onbir mektup bu külliyatın ilk kitabını teşkil ediyor.

Şinasi’nin çalışmaları esas alındığında 140. yılına girdiğimiz yenileşme devri edebiyatımızın en önemli merhalelerinden olan Edebiyat-ı Cedîde, 1896-1901 yılları arasında kısa fakat yoğun edebî hadiselerin yaşandığı bir dönemdir. Etrafında toplandıkla­rı derginin adı dolayısıyla Servet-i Fünûn Edebiyatı da denilen bu topluluğun, edebiyat tarihlerine göre sürükleyici ismi Tevfik Fikret’tir. Şahsiyeti, şiiri ve fikirleri üzerinde epey çalışma bulunan Fikret’in çeşitli yönlerini aydınlatabilecek sayıda mektubu maale­sef bulunmamaktadır. Elinizdeki kitapta Fikret’e yazılmış mektup sayısı kadar, hiç şüphesiz daha da fazla sayıda, Fikret’in yazdıkları da olmalıydı. Onun, değişik araştırmalarda kullanılmış otuz kadar mektubu veya mektup denilemeyecek kadar kısa pusulaları bilin­mektedir. Bunlardan büyük bir kısmı da eksik olarak veya alıntı parçalar hâlinde yayımlanmıştır. Bu kitapta yer alan onbir mektup ise ilk defa gün ışığına çıkmaktadır.

Fikret’inkiler dışında asıl büyük yekûnu teşkil edenler arasında Edebiyat-ı Cedîde mensuplarının Tevfik Fikret’e yazdığı mektuplar devrin olayları, edebî düşünceleri, kişilerin heves ve kaprisleriyle araştırıcı ve monografi yazarları için önemli bilgileri ihtiva etmek­tedir. Bunlar arasında Cenap Şahabeddin’in on, Süleyman paşazade Sami (Süleyman Nesib) Bey’in beş, Safvet Nezihî’nin bir, Ahmed Hikmet’in dört, Ali Ekrem’in beş, Celâl Sâhir’in iki, Halid Ziya’nın üç mektubuna mukabil, belki pek umulmayacak başka bir şairin, Süleyman Nazif’in tam yirmi iki mektubu bulunmaktadır. Diğer mektuplar arasında Şehzade Ömer Faruk ve Nihad Efendilerin, şair Nigâr Hanım’ın oğulları Salih Feridun ve Salih Nigâr Kerâmet’in, eski Nafia nazırlarından Zihni Paşa’nın torunu Neyyir’in, eski baro reislerinden Lütfi Fikri’nin kardeşi Fikripaşazade Münci Fikri’nin mektupları bulunmaktadır. Üçüncü kategoride öğrenci ve okuyucu­larından gelen mektuplar sıralanmaktadır.

Gerek mektup sahiplerinin şahsiyetleri, gerekse mektuplarda bahis konusu olan hadiselerin tam bir açıklığa kavuşması, bilgi ve himmet sahibi araştırıcıların ilgilerini beklemektedir. Eski Osmanlı el yazıları ile meşgul olanların iyi bildikleri gibi hemen her şah­sın birbirinden farklı kaligrafik özellikler taşıyan yazılarını doğru olarak okumak göz ve zihni yoran bir mesaiyi gerektirmektedir. Yalnız bir şahsa ait el yazılarının okunması, bir süre sonra kazanılan mümarese ile nisbeten kolaylaşmakla beraber böyle elli civarında, her biri birbirinden ayrı düzgün, bozuk, işlek, itinalı, savruk yazı çeşidinin altından çıkabilmek çetin bir iştir. Genç öğretim üyeleri arkadaşlarımız titiz bir çalışmayla bu güç işi başarmışlar, olabildiği kadar hatasız ve eksiksiz olarak bu güzel metinleri gün ışığına çıkar­mışlardır. Kendilerini tebrik ediyor, Tevfik Fikret dosyasının diğer belgelerinin de kısa zamanda kitaplaşmasını temenni ediyorum.

(Mektuplaşmalarla Tevfik Fikret ve Çevresi, İst. 1999, İst. B. Bld. yay.)



[1] Edebiyat-ı Cedîdeye Dair Ali Ekrem ’den Rıza Tevfik ’e Mektup (Hazırlayan; Abdullah Uçman), İst. 1997, s. 16

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi