Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Özgün bir "kendini keşfetme" romanı olan Kayıp Gül, tüm zamanların en çok okunan ve sevilen kitaplarından St. Exupery'nin Küçük Prens'i, Richard Bach'ın Martı 'sı ve Paulo Coelho'nun Simyacı'sına denk tutuluyor.

Genç Türk romancı Serdar Özkan'ın ilk romanı

Kayıp Gül, uluslararası bir başarıya imza atarak 43 dile çevrildi, 50'yi aşkın ülkede yayınlandı, Kanada'dan Japonya'ya, Brezilya'dan Çin'e dünyanın dört bir yanında farklı kültürlerden okurların büyük beğenisini kazanan roman, Türkiye, Kanada, Yunanistan, Ukrayna ve Slovenya'dan sonra Hindistan'da da çok satanlar listelerinde yer aldı.

Tüm zamanların en çok okunan ve sevilen kitaplarından St. Exupéry'nin Küçük Prens'i, Richard Bach'ın Martı'sı ve Paulo Coelho'nun Simyacı'sına denk tutulan Kayıp Gül, özgün bir "kendini keşfetme" romanı.

Kayıp Gül, başkalarının beğenisini ve takdirini kazanmak uğruna düşlerinden ve kendinden ödün veren genç bir kızın öyküsü. "Başkaları benim hakkımda ne düşünür?" kaygısıyla hayallerini ve "kendi olmayı" terk eden ve bu yüzden sonunda dibe vuran Diana'nın kendini geri kazanma savaşının hikâyesi.

Kayıp Gül'ün kahramanı Diana'nın peşine takılan okur, başta Türk kültürüne olmak üzere, Yunan mitolojisinden Yunus Emre'ye; William Blake'ten Sokrates'e; doğu mistisizminden Küçük Prens'e; Meryem Ana'dan Nasrettin Hoca'ya; modern yaşantıdan metafiziğe; gerçek dünyadan düşlerin dünyasına ve San Francisco'dan İstanbul’a uzanan bir yolculuğa çıkıyor.

Finlandiya'dan Helsinki Sanomat Kayıp Gül için "Türklerin Küçük Prens'i tüm dünyayı büyülüyor" diyor. Gerçekten kitabı okuduğunuzda birçoğumuzun gönlünde ayrı bir yeri olan Küçük Prensin tadını alıyorsunuz. Kanada TVA Televizyonu'ndan Christine Michaud ise şöyle diyor; "Kayıp Gül hayatımda okuduğum en güzel öykülerden biri. Kitabı bitirdiğiniz zaman, kendinize bir hediye almış gibi hissediyorsunuz, ben öyle hissettim." Prof Dr. İskender Pala da Serdar Özkan'ı yaşına göre oldukça yetenekli bulanlardan.

Serdar Özkan ile ses getiren kitabı ve kendisi üzerine konuştuk.

Kayıp Gül'de "Eğer benden Harvard'da okuduğum için hoşlanacaksa, hiç hoşlanmasın daha iyi. Ben eğitimim değilim çünkü zekâm değilim, ilişkilerim değilim. Bunların toplamı da değilim. Ben sadece benim" diyorsunuz. Yine de sizi tanıtmak adına Serdar Özkan kimdir diyelim öncelikle.

Ağustos 1975 doğumluyum. Robert Koleji'nden sonra Amerika'ya giderek lisans eğitimimi Lehigh Üniversitesi'nde tamamladım. Burada işletme ve psikoloji eğitimi aldım. Türkiye'ye döndüğümde kısa süreliğine bir firmanın Halkla İlişkiler departmanında çalıştım. Küçüklüğümden beri kendimi, insanları ve hayatı anlamaya dair bir bakış açım vardı. Hepimiz kendimize bunları anlamak adına sorular sorarız ama belki bu soruların cevaplarına ulaşamayacağımızı düşündüğümüz zaman sormayı bırakabiliriz. Bende ise bu durum devam etti. Eğitimim, kendi birikimlerim ve hayata olan öyküsel bakış açım birleşince, içimdeki düşünceleri paylaşabileceğim bir roman yazmaya karar verdim. O da Kayıp Gül'dü.

Kayıp Gül'ün konusu nasıl ortaya çıktı?

"Kayıp Gül" ü yazmadan önce zihnimi bir düşünce meşgul ediyordu. Bizim kendimizi başkalarına beğendirme arzumuz, övgülere ve takdirlere, başkalarının bizi kabullenmesine olan ihtiyacımız bizi bizden çalıyordu. Çünkü başkaları bizi bizim değer yargılarımızla değil, kendi değer yargılarıyla değerlendiriyorlardı. Bizim de onlar tarafından kabul edilmek ve takdir edilmek gibi bir arzumuz varsa ve bu duygu çok yoğunsa, ister istemez kendimizi başkalarının düşünceleri, inançları ve beklentileri çerçevesinde şekillendirmeye başlıyorduk. Bu tabii ki zamanla düşüncelerimizden, inançlarımızdan ve düşlerimizden vazgeçmemiz ve onları terk etmemiz anlamına gelebiliyordu. Bu sonuçta sadece benim öyküm değil. Dünyaya gelen her insanın hangi kültürde olursa olsun, hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın hayatının bir döneminde yaşadığı bir şeydir.

"Kayıp Gül" ün ilk çıkış hikâyesi 2003 yılına dayanıyor. Sonrasında "Kayıp Gül" nasıl dünya çapında çok satan haline geldi?

Kayıp Gül'ü 2002 yılında yazmaya başladım ve 2003 yılında basıldı. Okurlar Kayıp Gül'ü, ilk basıldığında da çok sevdiler ve kulaktan kulağa yayılarak ikinci baskıyı yaptı. Ama işte teknik detaylarla geniş kitlelere yayılmadı. Daha sonra Amerika'daki iyi ajanslara kitabı sunduk ve kitap bir ajansın dikkatini çekti. Hikâyenin uluslararası potansiyelini gördüler ve temsil etmeye karar verdiler. Bu cidden bizim için zor bir süreçti. Sonra yurtdışında diğer ülkelere satışlar başladı.

Özgeçmişinizde 2002 yılından bu tarafa tüm zamanınızı roman yazarlığına ayırdığınızı belirtiyorsunuz. Nasıl oluyor bu full-time yazarlık? Bir gününüz nasıl geçiyor?

Yurt dışındaki ajanslar ve yayınevleriyle sürekli iletişim halindeyim. Başka ülkelere basın tanıtımları için gidiyorum. Röportajlar oluyor. O nedenle günlük ritüellerim değişiklik gösteriyor. Ancak ilk taslakları yazarken sabah çok erken, yani saat 6.00 gibi yazmaya başlıyorum. En verimli yazı yazdığım dönem bu erken saatler oluyor. Sabah ilk uyandığım zaman, dünyadan henüz hiçbir bilgi içime girmeden bilinçaltıma en yakın olduğum noktada yazmaya başlıyorum. Yazma sürecim hava kararana kadar sürüyor. İki saatte bir ara veriyorum. Bol kahve içiyorum. Denizi çok sevdiğim için verdiğim aralarda bazen sahilde yürüyorum. İkinci kitap yayınlanmak üzere ve hatta üçüncü kitap da hazır.

Kitabınızın ana karakteri Diana hukuk okuyor ama aslında onun istediği yazar olmak. Siz de işletme ve psikoloji okudunuz ama yazar oldunuz. Bu anlamda ve hikâyenin kurgusuna da bakarak bazı çevrelerce romanda kendinizi anlattığınız söyleniyor.

İlk romanlarda genelde otobiyografik öğeler her yazar için vardır. Kayıp Gül'de her karakter benden bir şeyler taşıyor ama bu her yazar için az çok böyledir. Ana karakter Diana ile benzediğimiz bazı noktalar da olabilir, okur bunlardan yola çıkarak bütün kitabı o şekilde okuyabilir ama farklı olduğumuz çok nokta var.

Siz yaşamınızda, Diana gibi kendinizi bulma sürecinizi tamamladınız mı? Yoksa bu süreç her bir bireyde uzun-kısa, zor-kolay gibi farklılıklar mı gösterir?

Hiçbir insan kendini bulma sürecini tamamlamamıştır.

Elbette mesafe kat eder ama insanın içindeki ikili mücadele ölene kadar devam eder. Kendini bulma süreci kişiden kişiye farklılıklar gösterir, süreç kişiseldir: "Allah'a giden yollar insan nefisleri adedincedir."

"Yaşayalım, görelim" diyorsunuz, yaşamınızı bu rahatlıkta devam ettirebiliyor musunuz? Yoksa sizi zorlayan zamanlar da oluyor mu?

Doğrusu bu anlamda hikâye bağımsız, ben söylemiyorum, kahramanlar söylüyor. (Gülüyor)

Roman, yalnızca kişinin kendini bulma süreciyle ilgili değil, aynı zamanda böylesi bir kişisel yolculuğa çıkmamıza imkan verecek şekilde bizi sarsan ya da bu yolda cesurca ilerlememize destek olan insanlar hakkında. Siz bu durumu gerçek güllerin hiçbir zaman ölmeyeceğini, solduktan sonra dahi etraflarına koku vermeye devam edeceklerini vurgulayarak ifade ediyorsunuz. Sizin kendinizi bulma maceranızda böylesine kişiler etken oldu mu?

Elbette oldu, 6.800 milyon insan hem de... Her an, her yerde, bir insan, bir gül, bir şekil, bir nesne ya da bir temas, insanın kendisini tanıma serüveninde etkili olur.

St. Exupery'nin Küçük Prens'i birçoğumuz için çok özel bir kitap. Kayıp Gül'ü okuduğumuzda da benzer bir tat alıyoruz. Sizin hayatınızda Küçük Prens'in önemi nedir?

Herkes gibi her okuduğumda farklı anlamlar çıkardığım, çok sevdiğim kitaplardan biri Küçük Prens. Küçük Prens'i okuduğunuz zaman yüzünüzde bir gülümseme belirir. Ben de istedim ki benim de yazacağım bir şey yüzlerde gülümseme yaratsın. Okurlarımın Kayıp Gül'ü okuduklarında aynı tadı almaları benim için ayrı bir onur.

Yazdıklarınızla akla değil, kalbe hitap etmek istiyordunuz ve "Kayıp Gül" ortaya çıktı. Okurlardan aldığınız geri dönüşler amacınıza ulaştığınızı gösteriyor mu?

Kayıp Gül çok sattı ve onbinlerin kalbine ulaştı. Paylaşım sitelerinde aylardır yorumlanıyor ve bu yorumlar genelde gençlerden ve gayet olumlu. İnsanları, kendilerini serüvenine çıkmaya teşvik ediyor olmak onur kullarda öğretmenlerin öğrencilerine kitabımızı okuttuklarını, ayrıca öğrencilerin de öğretmenlerine Kayıp Gül'ü tavsiye ettiklerini biliyorum. Özellikle yeni ulaşabiliyor olmak harika...

"Ben içimizde de bir parmak izi olduğuna inanıyorum, moda eldiven giyerek örttüğümüz bir iz..." diyorsunuz. Sizce toplumumuzda bizlerin ne kadarı kendinin farkında ya da kendisini geri kazanmış durumda?

Maalesef toplumda kaybettiklerinin farkında olan insan sayısı çok az. Kayıp Gül'le biz kendi çapımızda bir ışık yakıyoruz. Bazı insanlar "Dünya kötüye gidiyor" diyor. Ama şu bir gerçek ki kötülük oldukça iyilik de var oluyor. Özünü korumaya çalışan insanların çabaları da artıyor. Her insanın şu soruyu kendisine sorması gerekiyor. "Bizim başkaları tarafından beğenilme isteğimiz ne kadar kendimize has kokumuzu kaybetmemize sebep oluyor."

"Senin gibi biri daha yok..." diyorsunuz Kayıp Gül'de. Ve aynı zamanda Artemis ve Mery'nin (Meryem) karşıtlığında kibri ve tevazuyu karşılaştırıyorsunuz. Dünyada bir eşimiz olmadığı bilinciyle nasıl tevazu sahibi olacağız, dengeyi nasıl kurmalıyız?

Eşsiz olma yönümüzü, özümüze izafe edersek, bunu bize verilmiş bir hediye olarak görürsek, tevazu doğal olarak gelir. İnsanın üstünlüğü, içinde karşılıksız sevgiye duyduğu niyettir, ne kadar sevgi dolu olduğuyla alakalıdır. Kendini tanıma yolunda insan, sahip olduğu bütün sıfatların yaratıcısından geldiğini bilir. Geceleri ay ışığı altında denizde hâsıl olan yakamozların güzelliğini düşünün. Vicdan sahibiyse eğer su, o güzelliğin ay ışığından olduğunu bilir, ay da vicdan sahibiyse bu güzelliğin sudan ve güneşten aldığı ışığı yansıtmasından hâsıl olduğunu bilir. İkisi de kibirlenmez, tevazu gösterirler.

Kişisel gelişim sürecinde, yaşamımız boyunca, isteklerimiz, gereksinmelerimiz değişim gösterebiliyor. Her dönemde bu isteklerimizi yaşama yolunda mı hareket etmeliyiz yoksa sizin Diana'yı temel alarak vermek istediğiniz mesaj, insanın hayatında bir kez olacak, köklü bir kendini bulma olayı mı?

Elbette insan yaşam süreci içerisinde değişir, farklılaşır, kendini bulma süreci de bu yönde şekil alacaktır. Ama şu var ki bence insan her şeyi basitleştirmen. Hayata karmaşık bakarsak özü kaçırırız. Kişi "Bu hayatta neyi yapmazsam kendimi yaşamamış sayarım?" demeli önce. Bu, kimisi için iyilik yapmaktır, kimisi için bir hedeftir, kimisi için bir idealdir vs. Gitmek istediğimiz yeri belirleyip orası için bilet almalıyız ve bizi oraya götürecek araca binmeliyiz. Ne istediğimizi iyi bilmeliyiz.

Diana kendini bulma sürecinde güllerle konuşmayı öğrenirken, Zeynep Hanım'ın metodunu kuralcı ve sınırlamalarla dolu buluyor. Zeynep Hanım ise kuralların gerekliliğini anlatırken "Susuzluğumuzu gidermek için bir bardağa ihtiyaç duyarız sonuçta" diyor. Kendini bulma sürecinin kuralları nedir?

Kendini bulma sürecinin en önemli kuralı, öncelikle çok güçlü bir niyet ve ardından vazgeçmemek. İnsan istediğini istediği anda gerçekleştiremez. Ama bir şeyi gerçekten çok istiyorsanız ve ondan hiçbir zaman vazgeçmiyorsanız 1 sene, 5 sene, 20 sene sonra da olsa ben onun gerçekleşeceğine inanıyorum. Bu bir yandan evrenin de bir sırrıdır. Siz bir şeyi gerçekten çok isterseniz o size bir şekilde gelir ve bu bir hediyedir, ama gerekenleri yapmanızda lazım. Bir diğer nokta ise hayatta her zaman başka bir şansın olduğunu unutmamak.

Kişinin kendini keşfetmesi sancılı bir süreç olsa da yapılabilecek, başarılabilecek bir durum. Ama her birimizin hayatta istediklerini gerçekleştirebilmesi öyle pek kolay değil, başka etmenler engel olabiliyor, mesela asgari de olsa maddi olanaklar. Böyle bir durumda kısıtlı imkanlar dahilinde mi isteklere ulaşmaya çalışılmalı yoksa kararlılıkla yola çıkınca tüm engeller aşılabilir mi?

İlk insandan bu tarafa bin yılları kapsayan bir tarih var önümüzde. Bu süreç içerisinde adını tarihe yazdırmış, kendini bulmuş önemli figürler var ki bunların % 95'i çok fakir insanlar. Fıçının içindeki Diyojen'i, Gandhi'yi, Hz. İsa'nın havarilerini, Hz. Muhammed'in ashabını, Martin Luther King'i düşünün. Durumu kültürlerden, ülkelerden, milliyetlerden vs. bağımsız olarak irdeleyin. Kendini bulma sürecinde gerekli olan güçlü bir niyet ve sevmek... Bunlar da zaten bedava.

Romanın kahramanlarından biri olan Mary'nin rüyasında gördükleri daha sonra gerçek oluyor. Ve siz bir diğer kahraman Zeynep Hanım'ın ağzından "Düşler gerçekleşecek olanın mayasıdır" diyorsunuz. Bunu dile getirirken Freud'a gönderme mi yapıyorsunuz yoksa hayallerimizin peşinden gidersek onları gerçek kılabiliriz mi demek istiyorsunuz?

Freud'a gönderme yapmıyorum. "Düşler gerçekleşecek olanın mayasıdır" derken, hayal edip, istemenin kişiyi amacına ulaştıracağını, arzusuna kavuşturacağını söylüyorum. Elbette bu süreç öyle çok kolay olmayabilir ama deniz kenarındaki güzel koylar, su dalgalarının yılmaz devinimleri sonucunda oluşur.

İkinci kitabınız "Hayatın Işıkları Yarımca" 3 Şubat'ta yayınlanacak. Yeni kitabınızın konusu nedir?

"Hayatın Işıkları Yanınca" bir yunusla bir küçük çocuğun sıradışı arkadaşlığını ve karşılıksız sevgiyi öğrenme yolunda yolculuklarını, serüvenlerini anlatıyor, hayat ve ümit üzerine... "Kayıp Gül" benim bedenimse/'Hayatın Işıkları Yanınca" benim ruhum.

İlk kitabınız dünya çapında bir bestseller. Bu durum, sonrasında yazdıklarınız açısından sizi korkutmuyor mu? Öyle ki ilk kitabınızla beklentileri oldukça arttırdınız.

Korkmuyorum çünkü başarı bu noktaya gelmeden önce 2. kitabımı tamamlamıştım. Hem de tam içime sinen bir şekilde. Kayıp Gül'ü seven bir insanın ikinci kitabı da çok seveceğine inanıyorum. Kayıp Gül çok geniş bir coğrafyaya yayılmış durumda. Oralara gittiğimde, okurlarımla bir araya geldiğimde ya da onların attıkları e-postalarda roman için ne düşündüklerini görüyorum. Anlattığım öykünün okurda nasıl bir etki bıraktığını biliyorum ve ikinci romanımın da okurun kalbine hitap edecek bir öyküsü olduğunu biliyorum, o açıdan korku yaratmıyor.

Vizyon, TRT

SON EKLENENLER

Üye Girişi