Yıl 1930... Ankara'daki bir tiyatro salonunda, on bir gece ve dört gündüz temsil verilecek. Gazi Mustafa Kemal Paşa da bu temsillerin yarısından çoğunu huzurlarıyla şereflendirecekler.
Nisan ayının ilk haftası içindeydik. (Kaçıncı gecesi idi; yazık ki onu kaydetmemişim defterime!) Çiftlikteki Marmara Köşkü'ne gece yemeğine davet ettiklerini, iki gün öncesinden bize bildirdiler. Hanımlar tuvaletli, erkekler smokinli olacaklardı.
Bütün vekillerin, mebusların ve Ankara'daki sefirlerin bulunacağı o gece, biz de temsil vermemeye, Gazi'nin huzuruna kavuşmaya karar verdik.
Gecenin sohbetleri pek samimi ve neşe içinde geçti.
Saatler gece yarısını aşmıştı. Ertesi gün provamız, gece de oyunumuz vardı. "Acaba izin istesek ayıp olur mu?" düşüncesindeydik...
Doktor Reşit Galip Bey, daha Maarif Vekili olmamıştı. Gazi tarafından sevilen, konuşmaları onun tarafından hoş karşılanan, zeki yaradılışlı bir mebustu...
"Ben söyler size izin alırım. Takılın peşime!..." dedi.
Toplu bir hâlde yaklaştık Paşaya... Etrafında çepeçevre olduk... "Ne istiyorsunuz?" der gibi, bizi süzdükten sonra, ortamızda bulunan Reşit Galip Beye şöyle bir baktı... Reşit Bey hemen: "Paşam, yarın akşam temsilleri olan sanatkârlara müsaade etseniz." Gazi ayağa kalktı... "Peki!" veya "Hayır!" demedi. Sadece onaylar bir bakışla bizleri süzdü. İzin çıkmış demekti bu... Reşit Bey derhal: "Öyleyse müsaade ederseniz, ayrılırken elinizi öpmek istiyorlar." dedi. O, ahenkli sesi ve o mutlaka ikna edici söz kabiliyetiyle: "Hayır!" dedi. Hepimize bir şaşkınlık geldi... Aykırı bir istekte mi bulunmuştuk acaba?.... Kulaklarımızdan ruhumuza kadar işleyen seda devam etti: "Siz..." dedi. Beğenmedi bu hitabı. Düzeltircesine: "Biz..." diye baştan aldı. Evet, "Biz hepimiz mebus oluruz. Vekil oluruz. Hatta Reisicumhur oluruz. Ama hiçbirimiz sanatkâr olamayız. Reşit Galip Bey!... Bilin ki Sanatkâr el öpmez, sanatkârların eli öpülür." der demez hepimiz birer sulu göz kesildik.
Hiç istifini bozmayan, sonuna kadar dinleyen Reşit Galip, keskin zekâsıyla atıldı: "Evet Paşam. Biz mebus oluruz, vekil oluruz, hatta Reisicumhur oluruz. Ama hiçbirimiz bir Mustafa Kemal Paşa olamayız!... Veriniz de elinizi öpelim."
Bu zekice cevabı Mustafa Kemal Paşanın beğendiği belli idi. Ama o, tarihe geçecek kadar güzel hitabesine başlamıştı. Reşit Galip'i âdeta duymazlığa geldi ve: "Türk'ün bu temiz nesli, Türk'ün bugünkü ve gelecekteki çocukları; zekâlarıyla, sanat kabiliyetleriyle, varlıklarıyla yaşayacaklar: Türk milletinin feyizli istikbali karşısında cihanı hayrete düşüreceklerdir. Bu sizin Mustafa Kemal'inizin mevcudiyetiyle kaim değildir. Mustafa Kemal yoktur. Mustafa Kemal ölecektir. Onun bir hatırası eğer gelecek nesillerin dimağlarında bir yer edinirse... İşte ona en büyük mükâfatı bu... Reşit Bey, eğer içinizde sizin gibi düşünenler varsa, teessüfle karşılarım."
Reşit Galip Bey de o mecliste bulunan diğerleri de bizim hâlimize döndüler... Bu hâl; sevinç, heyecan ve böyle bir insana malik olma gururu içinde dökülen gözyaşları idi.
Vasfı Rıza ZOBU (Salih Sarıca, Mustafa Gündüz, Güzel Konuşma Yazma, Kompozisyon)
- Önceki
- Sonraki >>