Kullanıcı Oyu: 4 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin değil
 

Ey oğullar ben çok yaşadım 

Çok savaşlar gördüm 

Çıta ile çok ok attım 

Aygır ile çok yürüdüm

 

Düşmanlarımı ağlattım 

Dostlarımı güldürdüm 

Gök tanrıya (borcumu) ödedim.

Sizlere yurdumu veriyorum.

 

***

Men sinlerge boldum Kağan 

Alalıng ya takı kalkan 

Tamga bizge bolsun buyan 

Kök böri bolsungıl uran

 

Temür gıdalar bol orman 

Av yirde yürüsün kulan 

Takı taluy takı müren 

Kün tuğ bolgıl kök kurikan

 

Günümüz Türkçesiyle:

Ben sizlere oldum kağan 

Alalım yay ile kalkan 

Talih bize olsun nişan 

Bozkurt (sesi) olsun uran

 

Demir mızraklar (bir) orman 

Av yerinde yürüsün kulan 

Daha deniz, daha müren 

Güneş bayrak, gök kurikan

(uran: savaş bağırışı, kulan: yaban atı ve eşeği, müren: ırmak, kurikan: çadır)

(Oğuz Kağan Destanı'ndan)

***

Oğuz Kağan, kırk gün sonra Buz Dağ adında bir dağın eteğine geldi. Çadırını kurdurdu ve sessizce uyudu. Tan ağarınca Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt, Oğuz Kağan’a hitap etti ve: “Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum.” dedi. Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt birkaç gün sonra durdu. 

***

“Bu çocuğun gözleri ela, yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, saçları ve kasları kara idi. Ayakları öküz ayağı gibi, beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi, göğsü ayı göğsü gibi idi. Vücudu baştan aşağı tüylü idi. ”

***

“Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan Tanrı’ya yalvarmakta idi. Karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. O ışığın içinde bir kız var, yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kızdı. Başında ateşli ve parlak bir beni vardı, demir kazık gibi idi. O kız öyle güzeldi ki gülse gök Tanrı gülüyor; ağlasa gök Tanrı ağlıyordu. Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti, sevdi, aldı. ”

***

Ben sizlere oldum kağan, 

Alalım yay ile kalkan, 

Nişan olsun bize buyan, 

Bozkurt olsun (bize) uran, 

Demir kargı olsun orman, 

 

Av yerinde yürüsün kulan, 

Daha deniz, daha müren, 

Güneş bayrak, gök kurıkan.

Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki İtil Müren’in suyu baştan başa kıpkırmızı oldu. Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı.

(Oğuz Kağan Destanı’ndan)

 


 

KOŞMA

Mert dayanır namert kaçar 

Meydan gümbür gümbürlenir 

Şahlar şahı divan açar 

Divan gümbür gümbürlenir 

 

Yiğit kendini öğende 

Toplar menzili döğende 

Şeşber kalkana değende 

Kalkan gümbür gümbürlenir 

 

Top atılır kal’asından 

Hak saklasın belasından 

Köroğlunun narasından 

Her yan gümbür gümbürlenir

 


 

MOHAÇ TÜRKÜSÜ

Bizdik o hücumun bütün aşkıyla kanatlı; 

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

 

Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, 

Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle!

 

Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü; 

Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

 

Gül yüzlü bir âfetti ki her busesi lale; 

Girdik zaferin koynuna, kandık o visale!

 

Dünyaya veda ettik, atıldık dolu dizgin; 

En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!

 

Bir bir açılırken göğe, son defa yarıştık; 

Allah’a giden yolda meleklerle karıştık.

 

Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından; 

Gördük ebedi cedleri bir anda yakından!

 

Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber; 

Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber.

 

Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden 

Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden!       

 (Yahya Kemal Beyatlı)


 

ADSIZ TEPE'NİN İLK ALINIŞI

Topçu da ateşini tepeye çevirmişti, 

Havadan yağıyordu toz, duman, kelle, bacak.

Biz daha ilerdeyiz hemşerim, 

Ölüm bize napacak?

 

İniltilerle, küfürlerle dolduk taştık, dakikalarca, 

Gövdemiz geliyordu yaşamamıza dar.

Yarısı kara, yarısı al bir zaman geçti üstümüzden 

Kimse bilmez ne kadar.

 

Genişliyordu tepenin üstü, kıpkızıl mağaralarca, 

Şehit şehit, in in.

Alıyordu bileklerine, kara kuvvetini, 

Herkes, yanında düşenin.

 

Hiç silahı yoktu ellerinden başka, boğuşuyordu.

Çevrilmişti bir süngü çemberiyle gide gide.

Nihayet devrildi beş yarayla birden, 

İhtiyat mülâzım Fahri Efendi de.

 

Nihayet kurtarmıştı bir kâfir, boynunu.

Meçhul bir Mehmetçiğin gerilmiş parmaklarından.

Onun kaçışı hepsine bulaştı, 

Kaçtılar, şahadet bayraklarından.        

(Fazıl Hüsnü Dağlarca)


 

30 AĞUSTOS

Kocatepe’nin büyük düşünceleri,

Doğuyor kalplere aydınlık, zamanlı.

Uyku tutar mı ağustos geceleri,

Bu ay cümle fetihlerle heyecanlı,

Heyecanlı hey.

 

Mustafa Kemâl’in dudağında eli,

Gözlerine vurmuş vaktin en güzeli.

Bu dağlar, askeri deli eder deli.

Vermiş omuz omza destanlı destanlı, 

Destanlı hey.

 

Hazır ol vaktinde şafaklar!

Hazır, yürümeye topraklar,

Tepe tepe kımıldanıyor...

Endişeli, uzakların benzi uçuk,

Düşman, düşman ama çocuk kadar küçük.

Yirmi altı ağustos, saat beş buçuk.

Dram, Dumlupınar’da başlıyor, kanlı,

Alkanlı hey.

(Mustafa Necati Karaer)

 


 

MEHMETÇİK

Atıldı Mehmetçik, büyüyü bozdu,

Bir düşman süngüsüne, göğsünden 

Bu şehadetle kayalar yarıldı sanki 

Dipçik gürültüsünden.

 

Soruyordu herkes birbirine: 

“Parlayan şey bu mu?”

Muzaffer oluyordu bileklerimizde, 

Tarihin ilk dipçik hücumu.

 

Hayran oluyordu koca gökyüzü 

Göğüslerimizde büyüyen bahta 

28 Mart günü bir Adsıztepe'de 

Çeliğe karşı tahta.

(Fazıl Hüsnü Dağlarca, Üç Şehitler Destanı)

SON EKLENENLER

Üye Girişi