Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

NİHAT SAMİ BANARLI'DAN

Şiir okumak, bir mûsikî eserini icra etmek kadar ciddî, bir büyük besteyi sazlarla bize dinletmek kadar mühim ve ayrı bir sanattır. Şiirin de birtakım notaları; icrası ancak onun hakîkî sesini duyup söyleyebilenlerce mümkün bir ahengi vardır.

Bunun tekniği, şiir okumakla değil, önce, düpedüz "okumak" denilen hâdiseyi bilmek ve başarabilmekle başlar.

Okumak, kelimelerden, mısra ve cümlelerden yükselen sesi duyabilmektir. Okuduğumuz metni biz okumasaydık da, onun şair veya yazarı bizim yanımızda okusaydı, kendi mısra ve cümlelerini nasıl telâffuz edecekti? Mısralarda kelimelerin birbiriyle izdivacı [birleşmesi] onun söyleyişinde nasıl olacak; bu izdivaçtan nasıl bir ses ve mânâ kompozisyonu doğacaktı?

Okumak, işte bu sesi duyabilmek ve bu söyleyişe varabilmektir.

*

Bu ifâde, kendi şiirlerini güzel okuyamayan şairler bulunduğu kanaatine aykırıdır. Çünkü bir şiiri, eğer hançeresinde bir bozukluk, sesinde yaratılıştan bir çirkinlik ve telâffuzunda törpülenmemiş bir mahallî şîve yoksa yine en güzel kendi şairi okuyabilir. Fakat şair, çok kere kendi şiirini kıskanan; yüreği onun anlaşılamayacağı korkusuyla ürperen bir ruhtur. O kadar ki bu azap, şairi bazen şiirinin sesini değiştirmeye; ona sırf başkalarına duyurabilmek endişesiyle, yeni sesler katmaya; onun ses tonlarını değiştirip yükseltmeye mecbur edebilir Bu şair için bir dalâlettir ve onu okuyuşta, aynı şiiri soğukkanlılıkla okuyabilen herhangi bir okuyucudan daha sönük bir duruma düşürebilir.

Siz, gerçek şairleri kendi yalnızlıklarında, şiirlerini kendi kendilerine okurlarken yahut şiir anlayışlarına inandıkları üç beş dost arasında, kalabalıklara ses yetiştirmek endişesinden uzak, tabiî bir sesle terennüm ederlerken dinlemelisiniz. O zaman bana hak verenleriniz çoğalır zannındayım.

*

Şiir okumak, onun kelime ve mısralarına birtakım yeni sesler, yeni hassasiyetler katmak değildir. Bilâkis güzel şiir okuyanlar, şiirin mısra ve kafiyelerini en tabiî seslerle söyleyenlerdir. Türkiye'de şiir okuyanların çoğu, hepimiz, onun sesine ses katmak hevesinden kurtulamadığımız için, çok kere, şiirin kendisini değil, bu şiirin bizim ruhumuzda yeni renkler kazanmış ve sesi, bizim heyecanımızla ihtizaza [titreyişe] uğrayıp, bizim hoparlörümüzde yükselmiş bir başka şeklini, onun, uzak, yakın, ancak bir benzerini okuruz.

Hâlbuki bu, şiir okumak değil, herhangi bir şiirde kendini okumak gibi ayrı ve aykırı bir iştir. Bir bakıma da, şiir okuyanların en talihsizleri, şiiri büyük salonlarda okumak zorunda kalanlardır. Mikrofonun imdada yetişmediği yerler onlar, ister istemez haykıracak ve bu haykırış şiiri öldürecektir.

Çok eskiler, dünün ve bugünün saz şairleri gibi, şiiri sazlarla birlikte terennüm ederlerdi. Sazlardan yükselen seslerle beslenen şiir, o devirde bir söyleyiş değil, bir terennümdü ve sazlar, sözlerin her türlü pürüzlerini örtebilirdi.

Bizim Dîvan şairlerimizin de şiiri birtakım husûsî makamlarla okudukları söylenir. Bugün tamamıyla maziye karışan bu makamlı okuyuşların eski şiirin yayılışına çok yardım ettiği, fakat aruzla söyleyişteki imâle ve zihafları perdelediği muhakkaktır. Böyle olmasa ve eski şiir yalnız kendi sesiyle okunsaydı, Fuzûlî gibi, Baki, Nedîm, Nailî gibi muhteşem şairler, Türk aruzunu daha o asırlarda bugünkü pürüzsüz âhengine ulaştırabilirlerdi.

*

Türkiye'de şiirin en fena okunduğu devir, galiba Servet-i Fünûn devridir. Servet-i Fünûn şairlerinin aşırı romantizmi, onları şiir okurken birtakım taşkın sesler çıkarmaya, fazla hassas görünmeğe, ses ve mimik ihtilâçlarına [çarpıntılarına] sürüklermiş... Bu devrin yakın zamanlara kadar yaşayan okuyuşunu hâlâ tekrarlayanlarımız çoktur.

Şiiri adetâ acıklı bir sesle ve mutlaka hazin bir söyleyişle okumak bize o devrin mirası; her mısraı, aynı tonda yeknesak [tekdüze] bir makamla okumak hastalığı ise daha öncekilerin hediyesidir.

Yeryüzünde en güzel şiir okuyanlar, galiba Fransızlardır. Bunun sebebi, Fransızcanın, Malherbe devrinden başlayarak, şiirde ses tenevvüüne [çeşitliliğine] ehemmiyet vermesindedir. Fransızcada kelime ve mısralarda kalın hecelerden ince heceler ve incelerden kalınlara geçiş o kadar süratli, o kadar çeşitlidir ki söyleyişteki bu değişik sesler şiire artık yeni bir ses katmaya ihtiyaç duyurmaz. Onları, şairlerinin yan yana getirişlerindeki tabiî ahenkle telâffuz etmek, şiirde başarıya ulaşmak için kâfidir.

*

Bizim son asrımızda şiiri en güzel okuyan şair, yine en güzel söyleyendir. Yani, Yahya Kemâl'dir. Yahya Kemâl, daha Fransa'dan döndüğü ilk yıllarda tabiî şiir okuyuşuyla önce Tevfik Fikret'in dikkat ve alâkasını çekmişti. Bu okuyuş, sonra, onun şiiri kadar güzel konuşması, memleketimizde bir hâdise oldu: etrafı şairlerle, münevverlerle [aydınlarla] dolup dolup boşaldı...

Yahya Kemâl'in okuyuşu, şiirde bizim öteden beri alıştığımız mübalâğalı ses ve hareket ihtilâçlarıyla süslü okuyuş değildir. Bu, şiirin bütün mânâsını ve bütün lirizmini, kendi mısralarının tabiî mûsikîsiyle ifadelendiren, hakîkî okuyuştur. Bu yüzden şiire bir takım heyecanlı sesler katmayı veya şiiri bu çeşit seslerle dinlemeyi sevenler, onun okuyuşunu yadırgayabilirler.

Bizim şiir okumamız, hatta şiir anlayışımız, ancak bu tarz okuyanlarımızın çoğalmasıyla ilerleyeceği için; bu ağırbaşlı, tabiî ve vakur söyleyişin hazzını tatmaya alışmamız daha doğrudur.

 

(Nihad Sami Banarlı, Şiir ve Edebiyat Sohbetleri 1)

 

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi