Otuz altı yıl önce bugün aramızdan ayrılan Peyami Safa'yı yaşlılar, Cingöz Recai'nin maceralarından (Server Bedi adıyla); gençler ise, 9. Hariciye Koğuşu'ndan tanırlar. Fakat ne acıdır ki, belki de bu roman filme uyarlanıp televizyonda gösterilmeseydi bugünkü gençlerin çoğu onun adını bile duymayacaktı.
ŞUURU BİR FAİCA ATMOSFERİNDE DOĞAR
Sultan II. Abdülhamid tarafından İngiliz sömürgeciliğini desteklediği için haklı olarak İstanbul'dan Sivas'a sürülen (2500 kuruş maaşla Sivas'a tayin edilmenin adı sürgündür) babasının orada vefatıyla henüz iki yaşında yetim kalan Peyami Safa, 10 ay sonra da kardeşini kaybeder. Baba şefkatini hiç tadamayan bu zayıf ve çelimsiz bünye, yeterince bakım ve ihtimam da göremeyince 9 yaşında tüm ömrü boyunca ruhî ve bedenî etkilerden kurtulamayacağı, sol kolunun sakat kalmasına yol açan mühim bir kemik hastalığı geçirir Edebiyatımızda psikolojik roman türünün en başarılı örneği olarak gösterilen 9. Hariciye Koğuşu'nun malzemesi, onun bu hastalık dönemiyle ilgilidir. Zaten annesi Server Bedia Hanım ile birlikte geçirdikleri bu sıkıntılı hayatın izlerim hemen hemen tüm eserin kendi kendini yetiştirme gayreti iç girer. Memleketimizde yetişmiş; oto-didakt (kendi kendini yetiştiril aydınların en değerlilerinden biri "Şuurunun bir facia atmosferi içi doğmasına" sebep olan felaketler "bir facia beklemek vehmi ve yal şan her ayak sesinde bir tehlike sezmek korkusu " onu psikoloji, sosyoloji ve felsefe gibi ilimlere götürür. Eserlerindeki mistik ve ruhçu hava dine yönelişin sonucudur.
ÖNCE MEMURİYET, SONRA ÖĞRETMENLİK
1912'de girdiği Posta-Telgraf Nezareti'ndeki masa başı memuriyetinde fazla kalamaz bu araştırmacı ruh. yüzden her türlü insanla daha yakı ilişkiler kurabileceği "gençliğin ha ölüm, varlık, ahlâk, din .. gibi meslerine ışık tutan, vicdanlarını boş bırakmayan mürşitlerin, mânâsı karma karışık edilmiş bir devrim lafından başka, varlığın esası ve metafizik manâsı üzerinde onları aydınlatan vicdan kılavuzları"nın (Tercüman,23.3.1960) mesleğini; öğretmenliği tercih eder. Hem kendini hem de "gençliği ayakta olmayan bir cemiyet, yatakta "(Çınaraltı, 29.8.1942) olacağı için gençleri yetiştirebileceği bu mesleği henüz 13 yaşındayken seçer. Aynı yıl, bir çocuk hikâyesi olan ilk eserini de yayınlar: Bir Mekteplinin Hatıratı, Karanlıklar Kralı (1913-1914).
9 yaşındayken başlayan ihtiraslarından biri olarak vasıflandırdığı edebiyatın yanı sıra kültür ve bilgisinin artmasındaki en önemli etken olan Fransızcayı, babasının dostu cimriliğiyle de meşhur Dr. Abdullah Cevdet'in sünnetinde hediye ettiği "Petit Larousse" sayesinde kendi kendine tercüme yapabilecek ve hatta ileride Maarif Vekâleti Tercüme Bürosu Başkanı Nurullah Ataç ile Sabahaddin Eyüboğlu'nun P. Valery'den yaptıkları tercümeleri hatalarını 'Tercüme Eğlenceleri" adlı yazısında tashih edecek ve onları rezil edecek, kadar mükemmel öğrenir, Abdullah Cevdet'in (Necip Fazıl'ın deyimiyle Adüvullah Cevret'in) yaptığı hayırlı iş bu olsa gerek.
GAZETECİLİĞE GEÇİŞ
Kardeşi gazeteci-yazar İlhami Safa'nın teşvikiyle 1918'de öğretmeliği bırakıp mürşittik ve vicdan kılavuzluğunu basın hayatında sürdürmeye karar verir ve böylece hayatının sonuna kadar asla terk etmeyeceği kalemiyle baş başa kalıp 43 yıl sürecek yazı hayatına dalar.
Çıkardığı Yirminci Asır adlı akşam gazetesinde önceleri imzasız yazdığı "Asrın Hikâyeleri" hem halk, hem de edebiyatçılar arasında büyük ilgi görüp; "Bize bir üslup getirdin. " (Yakup Kadri), "İsmail Safa'nın en güzel eseri Peyami'dir." (Yahya Kemal) gibi iltifatlara mazhar olunca imzasını kullanmaya başlar. Fakat bu yazılan, "edebi" değil de birer "çırpıştırma" ve "karalama" olarak görür. Gazete yazarlığı Akşam, Cumhuriyet, Tasvir, Ulus, Zafer, Milliyet, Son Havadis, Havadis., gibi gazetelerde devam eder. Hemen şunu belirtelim ki; o, kalemiyle hayatını kazandığı için yazdığı gazetelerin dünya görüşlerini de göz önünde bulundurarak yazar. Cumhuriyet'e yazdığı fıkranın konusu ve işlenişi ile Tercüman'a yazdığı fıkraların konusu ve işlenişi arasında az çok tutum farklılıkları görülmüştür. Ayrıca 1950'den önceki yazılarında biraz daha ılımlı ve suya sabuna dokunmaz bir hava sezilir. Cemil Meriç'in Jurnal'indeki ifadesiyle, "rejime kur yapar fakat rejimle de bağdaşmaz." Ama 1950'deki seçim mağlubiyetinden sonra CHP'den ayrılıp DP'ye geçince yazılarının içiriği ve havası değişir
Gazetelerin yanı sıra, özellikle sosyalist Kadro dergisine karşılık 1936'da kendisinin çıkardığı Kültür Haftası ve I953'te çıkardığı" Türk Düşüncesi adlı dergiler başta olmak üzere, o dönemde ülkemizde yayımlanan hemen hemen bütün süreli yayınlarda da imzası vardır.
KALEMİNİ İKİYE BÖLMÜŞ YAZAR
Tabiri caizse hastalıktan etkilenen sol koluyla geçinme kaygısını ön planda tutarak yazdığı, sanat değeri ve endişesi taşımayan, sayılan 70'i bulmuş macera ve halk romanlarında annesinin adından mülhem Server Bedi takma adını kullanmışken özellikle büyük başarı gösterdiği fıkraları başta olmak ü-zere makaleleri, araştırmaları, fikir eserleri ve büyük romanları Peyami Safa imzasıyla çıkmıştır. Edebiyatımızda yazma rekoru, Peyami Safa'nındır. 15 yaşından 62 yaşına kadar, her gün birkaç türde olmak üzere, her türde (makale, fıkra, roman, hikâye, piyes, röportaj, tenkit, deneme, tercüme, biyografi, şiir..) kalem oynatmıştır.
SİYASET VE İHTİLÂL
Gazetecilik ve edebiyatın yanında siyasetle de ilgilenen Peyami Safa, I950'de CHP'nin yayın organı olan Ulus'ta başyazarlık yaparken CHP listesinde Bursa'dan milletvekili adayı olur ama partisiyle birlikte siyaset hayatında yenilgiye uğrar ve kazanamaz. 1950'den sonra ise, ölünceye kadar DP taraftarı oldu. 27 Mayıs 1960 ihtilâli onu da etkiledi. Hatta 26 Mayıs gecesi Eskişehir'de Menderes'le birlikteyken, ruhî hadiselere çok inanan ve bunu yazdığı romanlarına da yansıtan (Matmazel Noraliya'nın Koltuğu ve Yalnızız bunların en güzel örnekleridir.) Peyami Safa, çok sıkılır ve kimseye haber vermeden trenle İstanbul'a gider. Eğer orada kalsaydı büyük ihtimalle o da Yassıada'ya gidecekti. İhtilâlden sonra solun gayretiyle yıllarca emek verdiği Edebiyatçılar Birliği ile bir ara kuruluş amacından saptırılan Türk Dil Kurumu'ndan çıkarılır.
VE ALLAH'A YÜRÜYÜŞ
Tüm bu olayların üzerine Nebahat Hanım'la evliliğinden olan tek çocuğu Merve, yedek subayken Erzincan'da ölür. Bu olaylarla iyice sarsılan Peyami Safa, bu ölümden üç ay sonra 15.6.1961'de kalp sektesi sonucu vefat eder ve Edirnekapı Şehitliği'nde Türk gençlerinin yaptırdığı kabre defnolunur. Cenazesi resmî bir ilgi görmez; ama soyunu devam ettirecek bir tek evlâdı bile olmadığı halde bu milletin kadirşinas evlatları sıkıyönetimin tahdit ve tehditlerine rağmen onu defin merasiminde de yalnız bırakmaz.
DUA VE PEYAMİ SAFA
Dinin ruhu yüceltici ve toplumu düzenleyici etkisine gönülden inanan ve bu düşüncesini, "Bir mescit kapayan bin hapishane açar." (Tercüman, 2.4.1960) sözüyle ifade ederek, bir anketin "Allah'a inanıyor musunuz?" sorusuna, ünlü edebiyatçılardan Falih Rıfkı Atay sessiz kalmayı tercih ederken, coşkulu ve samimi bir şekilde, "Oo, bal gibi" cevabını veren Peyami Safa, duanın gücünü şöyle ifade eder: "Dua ediniz. Duanın en büyük şifa olduğunu Batı'nın ünlü doktorları da söylüyorlar. Samimi bir Müslüman daima huzur ve neşe içindedir." (Tercüman, 29.10.1959)
Dostu Ergün Göze anlatıyor: "Peyami Safa'ya ibadet edip etmediğini sorabilecek kadar yakınlaşmıştık.
-Hayır, Ergun Bey, namaz kılmıyorum; amma her gün Allah'ıma dua etmek için ayırdığım birkaç dakikam var.
Bunun üzerine kendisine Sultanahmet Camii'nde cuma namazına gitmeyi teklif ettim.
-Pek memnun olurum, bu cuma gideriz inşaallah, dedi.
Fakat nasip değilmiş... Ecel daha çabuk yetişti." (Üç Büyük Mustarip, (1993), s. 75).
Her ne kadar amelî yönden zayıf bir manevî hayatı olsa da, -aynı durum Necip Fazıl, Yahya Kemal ve hatta belki camiden içeri giremese de Ahmet Hamdi Tanpınar için de geçerlidir- yıllarını bu milletin gençliğini yetiştirmeye ve mahut propaganda dediği komünizmin etkisinden kurtarmaya veren ve bu gayesini "Dâva, bu genç kafaları boşluktan ve bu boşluğu kendi çıkarına doldurmaya çalışan mahut propagandadan kurtarmakta." diye açıklayan bu inançlı sanatkârımıza da fatiha göndermek borcumuzdur.
Ramazan GÜLENDAM, Zaman Gazetesi