Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

"Geçen akşam Orhan Duru ile konuşuyorduk. Bize, "Ece Ayhan'ın şiirlerini basacağınıza, Ümit Oğuzcan'ın, daha başkalarının şiirlerini basın." dedi; bunu biraz da eğlenerek söyledi. Çünkü Ece Ayhan'ın şiirleri bir şey söylemiyormuş, ortaçağ şiirine gidiyormuş. Orhan'a şiirden anlamadığını söyle­dim, tartışmaya girmedim.

Ece Ayhan'ın şiirleri iyi ya da kötü olabilir. Önemli olan, ikinci yeni diyebileceğimiz bir şiirin ozan­larından birini, "Bir şey söylemiyor" diye kınamak, günümüzün şiirinde beliren akımlardan birini anla­mamaktır.

 

 

Konuya şöyle bir örnekle gireyim: Bugün pazar. Önümdeki masanın camı altına, Kurtuluş bazı fo­toğraflar koymuş... Fotoğraflardan biri çini desenini, hemen altındaki bir kilim desenini, öbürü Erzurum İŞİ çorap nakışlarını gösteriyor. Bu desenlerin, bu nakışların da söylediği hiçbir şey yok. Geometrik biçimlerden kurulu olan bu bileşkeler hiçbir şey söylemiyorlar ama gene de bunları hayatımızdan at­mayı istemedik; bir dörüt (sanat) yapıtı olmadığını hiçbir zaman söylemedik.

Yeni şiir de (bir iki ozanı ayırırsak) doğrudan doğruya kelimeler arasındaki olanakları deneyerek, yeni bileşkelere, yeni güzelliklere varıyor. Bu, yeni şiire, aynı zamanda şiir diline atılmış ilk adimdir. Bu şiir, bir şey söylerse, söylediği rastlantısaldır. Yani ozan bir düşünceyi, bir duyguyu, bir olayı anlatmak için mısra kurmaya gitmez. Kelimeleri alır, onlardan mısrasını kurar. Ama sonunda şiir gene bir şey söyler. Çünkü ozanın kelimeleri uydurma, ya da yabancı kelimeler değildir. Bizim kelimelerimizdir. Onların bizde uyandıracağı elbette yükleri vardır. "El" deyince, bu kelime herkese bir şey çağrıştırır, kimse de bu çağrışımdan kendisini kurtaramaz. Dolayısıyla bu kelimelerin birleşmelerinden de bir şey doğacaktır. O mısralar da bir şey söyleyecektir. Ama bu "söylenen", mısra kurulduktan sonra, kendili­ğinden ortaya çıkacaktır.

Çünkü bu şiirin amacı bir şey söylemek değil, şiirin kendisini kurmaktır. Böylece şiir dili, konuşma dilinden, yazı dilinden ayrılıyor. Çok zaman tartışma konusu olarak ileri sürülen bir söz vardı: Şiiri, yazından (edebiyattan) ayırmak, dörüt adıyla tanımak... Bugünkü şiir akımı kurmaya başladığı şiir diliyle, öyküden, romandan, denemeden giderek ayrılacak. Şiir doğrudan doğruya kelimelerle yapılan, kurulan bir nitelik kazanacak, dörütün bir kolu olacak. Salt geometrik biçimlerle, renklerle kurulmuş bir desen, bir nakış gibi.

Bu çalışma, ozanı doğrudan doğruya şiir yapmaya götürüyor, ilk karşı konulacak sav da (iddia da) bu... Kişioğlundan uzak, kişioğlunu anlatmayan şiirin işlemi, önemi ne olacak?

Geometriden alınmış bir "çember" düşünüyorum, ilkokuldan başlayarak, bütün öğretim dönemince çizdiğimiz "çember"in hiçbir yerinde kişioğlunu, kişioğlunun yaşantısını bulamıyorum. Ama onu bir an için yeryüzünden kaldırınız, makineler durur, dünya yaşamasını şaşırır, odanızdaki birçok biçimler çirkinlesin.. Çok eski çağlardan bu yana onun girmediği uygarlık, yaşamasını değerlendirmediği bir kişi kolay kolay düşünülemez. Gelecek şiirin kişioğluyla ilgisi bağıntısı böyle olacaksa, o şiiri işlemi, önemi olmamakla suçlandıracak mıyız? Mısrasında, ekmek isteyen bir dilenciyi bulamamak, o şiirde kişioğlu­nun sorunlarını bulamamak değildir. Çünkü şiir, öğreten, vaaz veren bir kürsü değil, bir eğitim aracıdır.

MUZAFFER İLHAN ERDOST, İKİNCİ YENİ YAZILARI, ONUR YAYINLARI, s.50-51.

fotoğraf: www.fotokritik.com

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi