Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

"Şiirde anlam rastlantısaldır" abartmasında ise şiir sanki şairin söylemek istediğinden uzaklaşırmış, kendiliğinden, "rastlantıya kalmış" bir anlam yüklenirmiş gibi bir hava esiyordu. Böyle olunca da şairin şiiri bir şey söylemek için yazmasının olanaksızlığı saptanmış oluyordu. Karşı çıkışlar, daha ileri gitme­leri getirdi.

Sezai Karakoç -."Şiirin temeli ne düşünce, ne anlamdır. Anlamsızlığın da olmadığı gibi."

Ece Ayhan :"Bu şiir, anlamı mısra, şiir kurulduktan sonra belirebilecek bir şiire doğru gidiyor. Bu yeni bir yöntem sorunudur."

Bu sözler de şiirin "anlamsız" olduğunu, şiirde "anlam" bulunmadığını söylemiyor. İşin temeli "an­lamsızlık" değil, yöntem değişik, anlam dizeler çekilip şiir kurulduktan sonra beliriyor.

Ama kuruluş sırasında anlamı denetleyen gene şair.

Sezai Karakoç'un şiirinden rastlantı olarak İslam'a yergi, ya da Ece Ayhan'ın şiirinden rastlantı olarak ortaklamacılığa övgü çıkmayacağı kesin.

"Şiirde anlam rastlantısaldır."

Evet, yalnız dışarıdan değil, içerden de yanlış anlaşılıyordu ki bu abartılmış gerçek, kısa sürede İkinci Yeni akımına "Anlamsız Şiir" adının yakıştırılmasına kimse karşı çıkmadı.

Bunda ilhan Berk'in birbirini izleyen kuramsal yazılarının, soruşturmalara verdiği yanıtların payı da büyüktü. Her zaman ikinci Yeni'nin öncüsüymüş gibi konuşan, yazılarını Batı şairlerinden alıntılarla süsleyen, ayrıca savunduğu anlayışa çoğunlukla teğet geçen başarılı şiirlerini o anlayışın ürünleriymiş gibi sunan bu kıpırtılı şairin söylediği sözler, ortalarda slogan gibi dolaşıyordu:

"Şiir anlama bağlı değildir. Anlam düzyazıya özgüdür. Şiir bir şey anlatmaz - Güzellik bir şey an­latmaz çünkü."

Yapılardan yazın dünyasına döndüğümde, İkinci Yeni tartışmasının beni en çok ilgilendiren yanı "anlam" konusu olmuştu. Ne yapılmak istendiğine akıl erdirmeye çalışırken, ilk bu konuyla karşı karşı­ya kaldım. "Batı şiirine borcum büyüktür," diyen İlhan Berk'in kaynaklarını araştırmak için, İngiliz şiirini gözden geçirince, şairlerimiz arasındaki gırgır konuşmalarda "ikinci Yeni yanlış çevirilerden doğmuş­tur" gibi takılmalar yapılmasının pek de dayanaksız olmadığını gördüm.

Birkaç tartışma, soruşturma, açıklama derken, İkinci Yenilerin aslında anlamsızlığı pek benimse­medikleri, örnek aldıkları Batılı şairlerin de olaya böyle bakmadıkları ortaya çıktı.

Fransız şiirini yakından izleyen, Perçemli Sokak'ta anlamsızlığa yöneldiği sanılan Oktay Rifat'ın, "Yeditepe"de yayımladığı bir Valéry çevirisi ile birkaç yazısı özellikle genç şairler için aydınlatıcı oldu.

Anlamsızlığı savunanlara şöyle diyordu Oktay Rifat : "Bizde anlamsız şiir deyince, bir şey söyle­tmeyen, bir şey anlatmayan şiir sanılıyor. Olur mu öyle şey. Bir şey anlatmamanın en kestirme yolu susmaktır. Her ağzını açan, ister istemez, bir şey anlatmak sorumluluğunu yüklenir. Anlamsız şiir, bir şey anlatmamak şöyle dursun, bize anlamlı şiirin anlatamadığı şeyleri anlatıyor, bizi insandan uzaklaş­tırmak şöyle dursun, bize insan gerçeğinin, dış gerçeğin ta kendisini vermeye çalışıyor."

Kısacası, "Anlamsız Şiir" diye anılan şiir, "anlamsız" değildi.

Niye "anlamsız" deniyordu öyleyse? "Kapalı Şiir" demek daha doğru olmaz mıydı?

Onat Kutlar'ın "Divan şiiri gibi" benzetmesini yaptığı, herkes kendi şiirini arasın görüşünün ağırlık kazandığı, birbirini izleyerek yazmaya son vermek gerektiğinin öne sürüldüğü günlerde bile, dıştan gelen önerilere pek kulak asılmıyordu.

Turgut Uyar'ın anlam konusunda söylediği şu sözlerden sonra ise, İkinci Yeni'ye "Anlamsız Şiir" diyen pek kalmadı:

"Bu yıl, geçen yıllarda şiirimizi bir hayli oyalamış bulunan 'anlamsızlık' sorunu, bana kalırsa (veri­len örneklere bakarak) 'anlam' yararına çözülmüş, şimdilik bir sonuca bağlanmıştır."

Böylece "Kapalı Şiir" denmeye başlandı.

İkinci Yeni'nin belli başlı ilkelerinden biri sayılan, ama bu yolda yapıt veren ünlü şairlerin pek uy­madıkları, "Şiirde anlam rastlantısaldır" görüşü temelinden sarsılmıştı. Şairler, "bir şey anlatmamak şöyle dursun, bize anlamlı şiirin anlatamadığı şeyleri anlatıyorlardı.

"Konu, öykü, olay" da büsbütün bir yana itilmiş değildi.

Garip şiirinin "arı şiir" aranışı yüzünden getirdiği yasaklardan kurtulmuş, imge yeniden başköşeye oturtulmuş, iç biçim oyunlarına, yazınsal sanatlara yönelerek "sadelik" aranışından uzaklaşılmıştı. Konuşma diline bağlı kalınmıyor, dilde değiştirimlerden (deformation), anlatımda karıştırımlardan (synaesthesia), soyutlamalardan (abstraction) yararlanılıyor, sonuçta güç anlaşılan, kapalı, çetin bir şiire ulaşılıyordu.

Anlamlı olsa da, ister istemez çoğunluğa sırt çeviren, yoğun bir şiirdi ortaya çıkan. Değil sıradan aydınlara, şiirle ilgilenen seçkin aydınlara bile bilmece gibi gelen, kolay kolay çözümlenemeyen, dola­yısıyla şair ile okur arasında bir iletişim kurulamadığından, gene "anlamsız" diye nitelenebilecek şiirler yazılıyordu bu anlayışla.

Kimi şairler hoşlanıyorlardı böylesine çetin bir kapalılıktan.

MEMET FUAT, İKİNCİ YENİ TARTIŞMASI, s.112-115.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi