Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Yalnız, Efendi'nin yaradılıştan ağır, gamlı ve biraz da ev­hamlı olduğunu biliyoruz. Paris'teki yaşayışı bile bir ev, bir lo­kanta birkaç kütüphane ve bir tek bahçe arasında geçmişti. Ti­yatroya, musikiye ancak başkaları tarafından sürüklendiği, kur­tulmak imkânını bulmadığı zamanlarda gidermiş.

Müsteşrik Sasi", Ernest Rönan", Lamartin" gibi büyük garp şahsiyetleriyle tanışmak onun çekingenlik kabuğunu soyamamıştı. İstanbul'a geldikten sonra Yusuf Kâmil Paşa’nın ve Prens Mustafa Fâzıl'ın konaklarında ilmî münakaşalar dışında hiç söze karışmadığı, havai sohbetten hoşlanmadığı söylenir.

Ömründe, o hiç kimseye bağlanmadı. Hatta kendisine can­dan bağlananlara bile.

Karısı Nâvekter hanımı boşamak için tâ Paris'ten kalkıp İstanbul'a geldi. Hem bu işi evine de uğramadan yaptı. Boşan­ma Beyoğlu'nda Eko Doryan gazetesi idarehanesinde Jan Piyetri ve Tophane müftüsü Bekir Efendi'nin huzurunda oldu. Ertesi gün tekrar Avrupa'ya gitmişti.

Şair Evlenmesi piyesinin tezini, biraz da kendi hayatındaki ev­lilik acısı ilham etmiştir sanıyorum. Şinâsi, bu meselede siret'i suret haline koyarak dâvayı şahsîlikten çıkarmaya çalışır.

Maddî varlığı hakkında bilgimiz eksiktir. Amma ruh Şinâsi'yi her taraftan seyredebiliriz. Mesela Sultan Aziz, Tasvir i Efkâr'a abone olmuş ve bir yaverle beş yüz akın göndermiş. Şinâsi sorunca aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:

-   Bu para nedir?

-   Abone ücreti!

-   Abone ücreti için bu çok fazla.

-   Böyle gönderdiler.

-   Hakkım değil alamam.

-   İhsân-ı şahaneyi red mi ediyorsun sen?

Yaverin sesi bu son cümlede ansızın korkunç bir diklik ve keskinlik peydahlamıştır. Efendi boynunu büküyor. Fakat on pa­rasına dokunmadan fukaraya dağıtıyor.

Bu kadar ağırbaşlılık, titizlik ve evhamlılıkta nasıl olup da mizah çeşnisi şeyler yazmaya çalıştığına bir türlü akıl erdiremi­yorum.

La Fonten'i örnek tutarak yazılmış oldukça güzel birkaç manzumesi vardır.

Hele tenasühe kail filozofunu aradan ne kadar zaman geçse, yine gülümsemeden hatırlayamayacağım.

Şiiri kurudur. Lisanı, vezni, usulü bilmek adamı şair yap­maz. Şinâsi'nin bütün divançesinde belki birkaç güzel beyit bu­lunur fakat bu kadarlık şiir, hemen herkesin hayatında vardır. Böyle düşündüğümüz içindir ki onun başka başka kabiliyetleri ve kıymetlerini tartarken, şairliğine yüksek paha biçemiyoruz.

Gören saçın arasından yüzün parıltısını

Sanır ki kara bulut içinde gün doğmuş.

beyti onundur.

Şairliği böyle verimsizdir, fakat diğer sahalardaki zenginliği ona yeter. Memlekette ilk tiyatroyu o yazdı. Türkiye'de siyasî, idarî, içtimaî yeni fikirleri o neşretti. Gazeteleriyle milleti uyan­dırdı.

Eserlerine gelince:

Divançe-i Şinâsi şarklı ve garplı Şinâsi'nin aynasıdır. Baş ta­raflarında maziye bağlı, sonunda Tanzimat'ın temelli şahsiyeti beliriyor. Kasidelerinde kasideye şahsiyet verdi. Eski kasideler falan için filân için değil herkese verilmek için yazılırdı. Başına birinin adını yazdınız mı kaside onun olurdu. Hâlbuki Reşit Paşa'ya yazdığı kasideler bir başkasına mal edilemeyecek kadar memduhunun hüviyetiyle damgalanmıştır.

Şinâsi bizde Halkiyat'a ilk kıymet veren adamıdır da. Durüb- ı Emsâl-i Osmâniye'si bu yolda harcanmış emeklerle doludur. Lügati hakkında yazılıp söylenenlerin çoğu boş çıktı.

Gerçi Şinâsi'nin, Cihangir'de Sormagir Mahallesi'ndek evinde bir matbaa yaptırdığı ve burada hattatlara bir seneye ya­kın bir lügat yazdırdığını biliyoruz. Fakat acınarak söyleyelim ki bugün ortada ne basılmış, ne de basılmamış böyle bir eser yok­tur.

Fteşte müzesinde. Viyana kütüphanesinde bulunduğu söyle­nen Lügat-ı Şinâsi, Şinasî'nin lügati değildir. Bunu yanlış oku­dukları için Şinâsi'ye atfetmişler. Bu Şinâsi'nin lügati mânâsına gelen Lügat-ı Şinâsi değil, lügat ilmi demek olan Lügatşinası'dir ve bir İranlıya aittir.

İstinsah edilmiş suretini bizim Darülfünun kütüphanemiz­de rahmetli Muallim Cevdet bulup çıkarmıştı.

Şinâsi, dar bir ömre çok iş sığdırmış olanlardandır. Nesiller gelip geçtikçe onun daha çok büyüdüğünü göreceğiz. Bazı yüz­lerde, zaman ve mesafe duvak gibi durur

 

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi