Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Bu dönem Anadolu'sunun büyük mutasavvıflarından olarak, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş Velî, Muhiddin Arabî, Fahrüddin Iraki, Kirmanı, Şeyh Necmedin Dâye, Sadreddin Konevî, Müeyyidüddin Cendî, Sadeddin Ferganî, Mahmud Hayranı ve Hacı İbrahim Sultan sayılabilir.

Bu dönemler, aynı zamanda yurt tutma ve yaşama savaşı verilen zamanlardır. Bu se­beple zarurî ve geleneksel olarak cengâverlik hali, tasavvufun vecd hâledi ile pek güzel imtizaç eder ve İ'lây-ı Kelimetullah heyecanı ile daha da canlanır, güçlenir; alpler; alp-erenler; dervişler, derviş-gaziler olur. Bu husus, Türk tasavvuf hareketi ve tekkelerini, di­ğer İslâm memleketlerindekilerden ayıran bir başka önemli vasıftır. Dinî-millî kahraman­lık ruhu, bu asır Türk dünyasının temel vasfı olarak hayâtın her safhasına akseder.

Uçlar ve Anadolu'da Hayat

Selçuklular dönemi Anadolu'sunda, hem sınırları korumak, hem de düşman içlerine akınlar yapmak üzere uç teşkilâtları vardır; sahillerde olanlarına Sahil Beği de denir. Uç Beğleri sağ veya sol Beğlerbeği'ne bağlı olup, savaş zamanlarında Selçuklu ordusuna ka­tılırlar. Ancak, Selçuklunun Bizansla barış zamanlarında bile uçaklardaki çatışmalar bit­mez. Gazâ aynı zamanda bir ganimet yoludur ve savaş hukukuna göre, Uç Beğleri kendi güçleri ile fethettikleri ülkelere Sultan'ın izni ile sahip olurlar. Uçlardaki küçük tımarlar ve gaziler ve alplere verilir. Bizanslı halk ise, kendisini koruyamayan ve sâdece ağır ver­giler alan Bizans' a tâbi olmayı yeğlere. Uçlar zamanla, sırf bir bünye kazanmaya başlar, medreseliler ve idareciler dâhil, her meslekten insanların toplandığı yerler haline gelir.

Bu asırda, Anadolu’nun siyâsî birliği bozulmuş olduğundan, merkezî otorite yoklu­ğunda yer yer anarşi ve çapulculuk hâdiseleri görülür. Şehirlerde valiler bile sürekli ka­lamazlar. Bu durum, henüz güçlerini muhafaza eden Ahîler'in, kendi şehir ve çevrelerini asayiş ve emniyetini doğrudan doğruya sağlamalarına yol açar; yiğitbaşı ve fityan teşki­lâtlanarak bu işi üstlenir. Birçok şehir ve yerleşme merkezi, ahîlere dayanarak kendi ken­dine yeterli hale gelir. Diğer yandan, şehir merkezlerindeki karışıklık ve iktisadî krizler uçlara doğru göçü hızlandırır ve buraların canlanmasına yol açar. Esnaf ve sanatkârlar­dan, medreseler ve tekkelerden, idareci zümrelerden insanlar buralara yerleşirler. Uçlar­da fethedilen şehirlerin, hayat tarzı ve bütün müesseseleri ile birdenbire Türk hüviyetine bürünebilmesi bu göçler sayesinde olur.

İl-Hanlılar döneminde de ticarî güvenliğin sağlandığı ve şehirlerin gelişmesini devam ettirdiği görülür. Büyük kervanlar için bir nevi devlet sigortası uygulanır ve Hıristiyan ta­cirlere de ticâret serbestîsi verilir. Zaman zaman sıkıntılar olsa da, Beğlikler zamanında refahın yüksek olduğu, o dönemlerden kalan eserlerden de anlaşılmaktadır. Maarif, ba­yındırlık ve sosyal yardım hizmetleri fevkalâde gelişmiş olmakla beraber, bunlar devlet bütçesine yük olmadan vakıflar kanalı ile karşılanır.

Göçebeler yerleşik halk arasında, özellikle göç zamanlarında yer yer kavga ve çatış­malar olur. Göçebeler, yaylak ve kışlaklarda otururlar. Aşiretler, kendi içlerinde disiplin­li olmakla birlikte, genel siyâsî otoritenin zayıfladığı zamanlarda bir huzursuzluk sebebi olabilirler. Uçlardaki aşiretler savaş zamanlarında İlbaşı denen başbuğlarının emrinde orduya katılırlar, bazen, kendi başlarına da akınlar yaparlar.

Anadolu ya gelen büyük göçler içinde, göçebelerin yanısıra çiftçiliği bilen köylü ve şehirli unsurlar da çoktur. Bunlar şehir ve köy merkezlerine süratle yerleşir yahut yeni yerleşme merkezleri kurarlar. Aşiretlerin parçalanıp yerleştirilmesi siyâseti de köy ve ka­sabaların süratle canlanmasında yardımcı olur. Selçuklular' m köylüleri korumak ve ziraati geliştirmek için zaman zaman vergi muafiyeti tanıdıkları, tohumluk ve çift hayvanı verdikleri, bilinmektedir.

Yarıcılık ve ücretli rençberlik de, bu dönemde görülen çalışma biçimlerindendir. Bu asırda, Anadolu Beğlikleri bir yanda siyâsi teşkilâtlanma ve gazâ ile uğraşırken, bir yan­dan da ilmî faaliyetleri himaye ve geliştirmeye çalışırlar. Beğler, kendi adlarına ilim ve sanat eserleri telif ve tercüme ettirirler; Türkçeden başka dilde yazdırmazlar. Bu dönem­deki mimarî eserler ise son derece zengin, üslûp ve zevk itibariyle ise yüksek, güzide eser­ler olarak, bir kısmı hâlâ Anadolu'muzu süsler.

(Büyük Türk Klasikleri, Ötüken - Söğüt Neşriyat, İstanbul 1988.)

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi