Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

Kelime ve kavram olarak Türkçede Tanzimat'tan sonra kullanılmaya başlan­mış veya bu tarihten sonra gittikçe yay­gınlaşmıştır. Bu döneme kadar aynı ya­hut biraz daha farklı anlamda edeb ke­limesi kullanılmaktaydı. Ancak divan ede­biyatı hemen tamamen nazımdan iba­ret olduğundan edebden ziyade aynı mâ­nayı karşılayan şiir kelimesi tercih edil­mekteydi. 1860'lardan sonra yaygınla­şan edebiyat kelimesi, bu yıllarda çeşitli bilim alanları için Fransızca'dan tercü­me yoluyla Osmanlıca'ya kazandırılan te­rimlerle (lisaniyat, arziyat, ruhiyat vb.) ay­nı yapıda olduğunu düşündürmektedir. Buna göre edebiyat kelimesinin Fransız­ca litterature veya belles lettres karşılı­ğı olarak uydurulduğu tahmin edilebilir. O zamana kadar Arapçada bu anlamda kullanılmış böyle bir türevin bulunma­ması da bu tahmini doğrulamaktadır.

Türk edebiyatının Tanzimat'tan sonra Batı'ya yönelmesiyle edebiyat kelimesi de Batı dillerinde ve özellikle Fransızca'daki mânalarına paralel olarak günümü­ze kadar az çok değişik nüanslar kazan­mıştır (kelime ve kavramın Tanzimat'tan önce ve sonraki meseleleriyle ilgili olarak bk. Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri, s. 1-18).

Edebiyat, bir coğrafya veya milletin (Avrupa edebiyatı, Türk edebiyatı), bir dev­rin (Ortaçağ Fransız edebiyatı, Cumhuri­yet devri edebiyatı), bir sanat veya ede­biyat mektebinin (klasik edebiyat, Servet-i Fünun edebiyatı) edebî mahsullerinin bü­tününe verilen isimdir. Batı'da literatür kelimesi aynı zamanda, genel olarak her­hangi bir alanda yazılmış eserlerin bü­tünü için kullanılmaktaysa da Türkçede edebiyat bu anlamda yaygın değil­dir. Onun yerine Türkçe'de de literatür kelimesi tercih edilmektedir (tıp litera­türü, hukuk literatürü gibi).

Edebiyatın Batı dillerindeki karşılığın­da yazı kavramı mevcuttur. Böylece ilk bakışta edebiyatın yazılı metinleri çağ­rıştırdığı muhakkaktır. Bununla bera­ber yazının bilinmediği çağlarda destan­ların ve her devirde yazıya geçmemiş edebî mahsullerin bulunduğu düşünü­lerek bir şifahî (sözlü) edebiyatın varlığı da kabul edilmiştir.

Batı'da güzel sanatlarla ilgili teorik konular geliştikçe edebiyat da bu sanat­lardan biri olarak benimsenmiş, böylece edebiyatın diğer güzel sanatlarla ortak estetik prensipleri paylaştığına dikkat çekilmiştir. Buna göre her edebî eserin aynı zamanda bir sanat eseri olmasıyla, içlem - kaplam (tazammun - şümul) iliş­kileri göz önüne alınarak sanatın tarifi, kaynağı, gayesi, din, ahlâk, felsefe, top­lum vb. alanlarla ilgisi gibi problemler edebiyatın da problemleri olmuştur. Ba­tı estetiğinde Hegel'in disiplinli bir prog­ram haline getirdiği güzel sanatlar plas­tik (mimari, heykel, resim ve dekoratif sa­natlar), fonetik (mûsiki) ve söz sanatı (ede­biyat) olmak üzere üç grupta beş sanat olarak sistemleşmiştir. Bu beş sanat ba­sitten karmaşığa, müşahhastan mücer­rede, maddeden mânaya, faydalıdan gü­zele doğru sıralandığı takdirde edebiyat her zaman zirvede görülür. Edebiyat hiç­bir maddî malzemeye, alete, mekâna bağlı olmayan, tamamıyla zihnî bir sanat­tır. Duygu, düşünce ve hayalleri diğer sa­natların ancak yoruma bağlı sembollerle ifade etmesine karşılık edebiyat maddî dünya intihalarından şuur, şuur altı, mis­tik ve metafizik boyutlara kadar insanî olan her şeyi apaçık veya alegorik-sem­bolik şekilde ifadeye muktedirdir.

Edebiyat, diğer sanatlara oranla bu gücünü ve zenginliğini kullandığı mal­zemenin "söz" olmasına borçludur. Aynı zamanda günlük hayatın anlaşma vası­tası olan dil. insanlık tarihi boyunca di­ğer güzel sanatların kullandığı malze­melerle mukayese edilemeyecek seviye­de büyük bir gelişme göstermiştir. Bü­tün kelime, terim, tabir, argo, özel mes­lek dilleri gibi sözlük çerçevesindeki zen­ginleşmenin dışında mecazlarla ve sa­natkârların şahsî tasarruflarıyla âdeta sınırsız bir büyüme gösteren dil bu ge­lişmesini hâlâ devam ettirmektedir. An­cak günlük konuşmada ve diğer alanlar­da kullanılan dille edebî dil birbirinden oldukça farklıdır. Günlük dil en yalın ve doğrudan bir anlatımı gerektirirken ede­bî dil mecazi ve sembolik bir tecrit isti­kametinde gelişir. Bu husus günlük ha­yatta mecazların, edebî eserde de yalın ifadenin kullanılmayacağı mânasına gel­mez. Yalnız kelimelerin sözlük anlamla­rı edebî metinde birtakım sapmalara uğ­rar. Yazarın edebî bir eser meydana ge­tirme gayesi ve gayretiyle dile tasarruf etmesi bir ölçü olabilir. Ancak böyle bir gayret olmaksızın hazırlanmış bir siyasî nutkun veya bir mektubun zamanla ede­bî bir değer kazanması bu ölçünün de yeterli olmadığını göstermektedir. Halk dilinde "edebiyat yapmak" deyimiyle söz­lük dilinin edebiyattaki sapması yani üs­lûp haline gelmesi, biraz da sanat ve ede­biyat zevki teşekkül etmiş kişilerin sez­gi ve tecrübelerini ilgilendirmektedir.

Edebî eser, herhangi bir aracıya ge­rek olmaksızın orijinal yapısıyla her se­viyeden okuyucusuna doğrudan doğru­ya ulaşabilen tek sanattır. Bunu da kul­landığı malzemenin söz olmasına borç­ludur. Diğer sanat alanlarında eserler hemen daima tektir ve onu seyretmek -dinlemek için o tek nüsha ile karşı kar­şıya gelmekten başka yol yoktur. Ede­bî eser ise yazarının meydana getirdiği orijinal şekliyle her zaman okuyucusu­na ulaşabilmektedir.

Her soyut kavram gibi edebiyatın ta­rifinde de ihtilâflar, farklar vardır. Bu­nunla beraber genel olarak şu ortak ta­rif benimsenebilir: Edebiyat duygu, dü­şünce ve hayallerin okuyucuda heyecan, hayranlık ve estetik zevk uyandıracak şekilde sözle ifade edilmesi sanatıdır.

Bugün çok zengin ve karmaşık türler gösteren edebiyatta, esasta nazım ve nesir olmak üzere şekle dayanan iki te­mel yapı vardır. İlk edebî metinlerin bü­tün dünya edebiyatlarında nazım oldu­ğu kabul edilmiş bir gerçektir. Her mille­tin ve kavmin bilinen en eski edebî mah­sulleri destanlardır. Bunlar da genel an­lamıyla nazım karakterindedir. Ayrıca Ba­tı edebiyatında klasik devir büyük nisbette nazım üzerine kurulmuştur. Türk edebiyatında da Tanzimat'a kadar lirik olsun hikemî veya didaktik olsun, her konuda ve değişik türlerde verilmiş ede­bî mahsullerin hemen tamamına yakın kısmı için nazım demek yanlış olmaz. Edebî eser karakterinde olmak şartıyla adına inşâ denilen nesir tarzında bile özel sentaksı, secileri ve edebî sanatlarıyla şi­irin nizamı hâkimdir.

Bazan şekil, fakat çok defa teknik, ko­nu ve muhteva farklılıkları edebiyatta türlerin doğmasını ve gelişmesini sağ­lamıştır. Batı edebiyatında genel olarak nazma dayanan klasik devir şiirinde li­rik, epik (destânî), dramatik (manzum ti­yatro), didaktik, pastoral gibi konuya bağ­lı nazım türlerinin adları kabul görmüş­tür. Türk edebiyatının klasiği sayılan di­van şiiri için açık olarak türlerden söz etmek kolay değildir. Bu şiirde genellik­le garâmî (lirik) ve hikemî (felsefî-didaktik) diye bir tasnif yapılmıştır. Bir nazım şekli olan mesneviler olaya ve kurguya dayandığı takdirde hikâye-roman türü içinde düşünülebilir. Bunun dışında bazı edebiyat tarihçileri şehrengiz, gazavatnâme, surnâme, sâkînâme, kıyafetnâme gibi mesnevileri de birer edebî tür olarak nitelendirmişlerdir. Esasen bü­tün bu tür telakkisinin edebiyatta, Ba­tılılaşma devrinde gelişen teorilerle be­raber düşünüldüğünü de belirtmek ge­rekir.

Edebiyat türlerinin arasında özel bir yeri olan şiirin (mensur şiir ve şiir karakterindeki metinler dahil) ve göstermeye dayanan dramatik edebiyatın (tiyatro) dışındakiler anlatmaya bağlı edebî tür­lerdir. Bunlardan olay ve kurguya da­yandıkları için aynı kategoriye giren ro­man, hikâye ve kısa hikâye, şiir ve tiyat­rodan sonra teşekkül etmiş en eski ede­bî türlerdir. Deneme, fıkra, seyahatna­me, hâtıra, mektup ve edebî biyografi gibi türler ise daha geç dönemlerde bi­rer edebî metin olarak gelişmelerini ta­mamlamışlardır. Son zamanlarda "anla­tı" denilen, ancak hangi edebî türden olduğunda tereddüde düşülen daha kar­maşık metinler de görülmektedir.

Güzel sanatlarda eserin kendi estetik değeri dışında bir hedefi olup olmaya­cağı konusu edebiyatta da tartışılmış­tır. Hatta bu tartışmalar, hiçbir sanat alanında edebiyatta olduğu kadar sürek­li gündemde kalmamıştır. Bunun sebe­bi, edebiyatın kullandığı malzemenin ya­ni sözün ister istemez fikir dünyasına, dolayısıyla felsefe, din, ahlâk, toplum ve siyaset konularına açılmasıdır. Bu bakım­dan edebiyatta "sanat sanat içindir" na­zariyesi hemen sadece şiire münhasır kalmış, onda bile sınırlı bir nisbetin üze­rine çıkmamıştır. Sanatın sanat için ve­ya toplum için, ideal için bir vasıta oldu­ğu şeklindeki iki zıt görüş hemen her devirde polemikçilerin konusu olurken asıl edebî eser bu iki uç arasında daha dengeli noktalarda kalmıştır. En saf şi­irin bile, teşekkül ettiği çağın, toplumun ve çevrenin düşüncesini, inançlarını yan­sıttığı, buna karşılık en didaktik ve ide­olojik mahiyetteki bir romanın, eğer ro­man yazma düşüncesiyle vücuda gelmiş­se estetik bir yapıya sahip olduğu mu­hakkaktır. Buna göre devirden devire de­ğişse de edebî eserin bir taraftan kendi kuralları içinde zevke, duygulara hitap eden estetik bir yapısı ve ifade tekniği, diğer taraftan adına ister tema ister ana fikir veya tez densin bir mesajı bu­lunacaktır. Bundan dolayı edebiyatın es­tetikle beraber felsefe, din, ahlâk, psi­koloji, sosyoloji, tarih gibi diğer fikir ve ilim alanlarına ilgisizliği düşünülemez. Ancak sanat değerini tamamıyla ihmal eden, apaçık güdümlü (angaje) bir ede­biyat her zaman tenkide uğramıştır.

Aynı felsefî ve estetik görüşe bağlı ve­ya işledikleri konular bakımından birbi­rine yakın sanatkârlar belirli bir ad al­tında edebî mektepleri (ekol), topluluk­ları oluştururlar. Bu ad kendileri tara­fından konmuş olabileceği gibi daha son­raki devirlerde edebiyat tarihçileri veya tenkitçiler tarafından da verilebilir. Batı'da felsefî sistemler geliştikçe bunlara bağlı olarak yeni sanat görüşleri de or­taya çıkmıştır. Özellikle Avrupa Ortaçağı'ndan sonra Rönesans hareketleriyle beraber güzel sanatlarda yeni anlayış­lar belirmiş, XVII. yüzyıldan itibaren ar­ka arkaya birtakım sanat mektepleri ve sanatkâr grupları teşekkül etmiştir. Her sanat mektebinin arka planında bir fel­sefî kültürün izleri vardır. Başka bir de­yişle felsefî sistemler bir süre sonra sa­nat dünyasına yansımış ve sanat toplu­luklarını oluşturmuştur. Edebiyat mek­teplerinin adları da çok defa bu sanat mektepleriyle paralellik göstermiştir. Fel­sefede akılcılık klasisizmi, idealizm ve spritüalizm romantizmi doğurmuştur. Po­zitivizm realist ve natüralist romanla parnasyen şiire yol açmıştır. XIX. yüzyı­lın idealizmi ve sezgiciliği sembolizmin ortaya çıkmasını sağlamıştır. XX. yüzyıl­da değişik ülkelerin edebiyatlarında ön­cekilere göre daha kısa sürede görünüp kaybolan, yine felsefe ve sanat sistem­lerine paralel neoklasisizm, neosem­bolizm, empresyonizm, ekspresyonizm, dadaizm, fütürizm, sürrealizm, egzistan­siyalizm, kübizm ve ünanimizm gibi ede­biyat akımları veya grupların adları sa­yılabilir.

Edebiyatın, diğer sanat dallarında ol­duğu gibi hümanist veya millî olması da üzerinde durulmuş meselelerden biri­dir. Latin ve Grek kültüründen hareket etmiş olan klasik mektebin evrensel ve hümanist karakterine karşılık romantiz­min Avrupa'da milliyetçiliğe dönüş de­mek olduğu bilinir. Bu çok net dünya görüşü dışında edebî eser, diğer güzel sanat dallarından farklı olarak dil ger­çeğine dayandığından ister istemez millî bir karakter taşımaktadır. Konuyu mil­liyetçi edebiyattan yani ideolojik yönel­meden ayırmak şartıyla bir edebî ese­rin, hangi milletin diliyle meydana geti­rilmişse o milletin millî edebiyatı çerçe­vesinde sayılacağını kabul etmek yanlış olmaz. Bu eser bir tarafıyla, onu mey­dana getiren sanatkârın tesiriyle ferdî vasfını korurken bir tarafıyla da insanlı­ğın ortak duygu ve düşüncelerini yan­sıttığı nisbette beşerî bir karakteri yük­lenir. Değişik nisbetlerde de olsa hiçbir edebî eserin onu meydana getiren sa­natkârdan, çağının olaylarından ve özel­liklerinden, bulunduğu toplumun me­selelerinden, nihayet insanlığın ezelî ve ebedî duygu ve davranışlarından izler taşımaması düşünülemez. Böylece merkezini edebî metnin, çevresini ise yazar, dar çevre (mahallî edebiyat), bölge, mem­leket ve millet, ümmet ve medeniyet, ni­hayet bütün insanlığın teşkil ettiği git­tikçe genişleyen, içe daireler şeklinde zihnî bir şema edebiyatın insanî ve millî oluşunu açıklayacaktır.

Buraya kadar bir sanat eseri olarak söz konusu edilen edebiyat kavramı bu­nun dışında konunun teorik bahislerini de içine almaktadır. Diğer sanat alanla­rında, plastik sanatlar için sanatkârın dışında sanat tarihçisi, mûsiki için mü­zikolog kelimeleri bulunmasına karşılık edebiyatçı sözü hem sanatkâr hem de konunun teorik meseleleriyle ilgilenen­ler hakkında kullanılmaktadır. Bu an­lamda edebiyat özel bir bilim alanı oluş­turur. Bu alana edebiyat tarihi, edebi­yatçıların biyografileri, edebî metinlerin tenkit ve değerlendirilmesi, edisyon kri­tik, edebiyat felsefesi, edebiyat psikolo­jisi, edebiyat sosyolojisi gibi alt bilim dal­ları girer. 

 M. Orhan Okay, DİA cilt. 

SON EKLENENLER

Üye Girişi