Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

HALK HİKÂYESİ

 

Halk hikâyesi, daha sonraki yüzyıllarda "âşık" adı verilen saz şairlerinin anlattıkları hikâyelerdir. Bu çeşit hikâyeler, yerleşik hayata (şehir, kasaba, köy hayatına) geçildikten sonra, destanların gördüğü işi görmek üzere oluşmaya başlamış ve zamanla, destanların yerini almıştır. Destanlarda bir topluluğun ve o topluluk başındaki hükümdarın meydana gelişi, topluluk içindeki çeşitli birliklerin kendi aralarında çarpışarak tek bir yönetim altında birleşmeleri, daha sonra dış ülkeleri ele geçirmeleri, bu arada doğa ve doğa-üstü kuvvetlerle uğraşmaları v.b. anlatılır. Yerleşik hayat başladıktan sonra ortaya çıkan halk hikâyelerinde ise, şehir, aile ve toplum için çatışmalar konu olarak alınır. Destanlardaki soylu kişilere karşılık, halk hikâyelerinde tüccarlar, zanaatçılar, sanatçılar, halktan kişiler, din adamaları v.b. olayların başkişisi olur. Bu hikâyelerde de doğa-üstü kuvvetlere (Hızır v.b.) ve olağan-üstü olaylara (hayvanların, derelerin v.b. konuşması, işe karışması, hikâye kişisinin Tanrıya duasıyla herhangi bir engelin ortadan kalkması v.b. geniş ölçüde yer verilir.

Halk hikâyesi, nazım ve nesir katışığı eserlerdir. XV. yüzyıl başlarında yazıya geçtiği sanılan, fakat daha önceki yüzyıllarda oluştuğu anlaşılan Dede Korkut Hikâyeleri, bu türün elimizdeki ilk örneğidir.

Destanların, ya da birtakım olaylar üzerine yakılan türkülerin oluşumu gibi, halk hikâyelerinin oluşumu da çoğu zaman geçmiş bir olaya, yaşamış bir kişinin hayatına bağlıdır. (Ercişli Emrah'ın yaşamış bir saz şairi olduğu, Köroğlu ile arkadaşlarının da XVI. yüzyıl sonlarındaki Celâli eşkıyaları arasında adının geçtiği bilini­yor.) Bunlara benzetme yoluyla ya da masallardan yararlanılarak hayalsi hikâyeler de yaratılmıştır. Halk hikâ­yelerinin oluşumunda gerçek olayların, masalların payı olduğu gibi, İran yoluyla gelmiş bulunan Arap, Hint ve Fars hikâyelerinden (Bin Bir Gece, Kırk Vezir, Tuti-nâme v.b.), bu arada Divan edebiyatındaki ünlü mesnevi konularından da (Leylâ ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha v.b.) yararlanılmıştır.

Halk hikâyeciliği geleneğinde bir yandan eski hikâyeler ustadan çırağa, ağızdan ağza, kuşaktan kuşağa geçerek sürüp giderken bir yandan da yeni olaylardan yeni hikâyeler düzenlenmiş, bunlar da ustadan çırağa geçme yoluyla yaşamaya başlamıştır. Destanların olduğu gibi hikâyelerin de kuşaktan kuşağa aktarılarak sürdürülmesi geleneğinin yazıya geçmiş en eski belgesini Dede Korkut Kitabı'ndaki Deli Dumrul hikâyesinin sonunda görüyoruz:

"Bu boy Deli Dumrul'un olsun, benden sonra alp ozanlar söylesin, alnı açık cömert yiğitler dinlesin."

Sözlü gelenekte yüzyıllarca ağızdan ağza sürüp gelen hikâyelerden birkaçı sonradan yazıya geçmiş, kimileri de ancak XIX. yüzyılın sonlarına doğru basılmıştır.

Halk hikâyeleri, hikâyeci-âşıkların da bölüşüne göre, konulan bakımından başlıca iki kümeye ayrı­lır: Koçaklamak hikâyeler [yiğitlik hikâyeleri], Sevdalı hikâyeler [aşk hikâyeleri].

Savaş, dövüş, kabadayılık, babayiğitlik v.b. olayların işleyen hikâyeler birinci kümeye girer (Dede Korkut hikâyeleri, XVI. yüzyıldan sonra oluşan Köroğlu hikâyeleri v.b.); bu yoldaki hikâyelerde eski destan geleneğinin izleri görülmektedir. Aşk olaylarını işleyen hikâyeler ikinci kümeye girer. Bunların bir bölüğü, kimliği bilinen kişilerin (saz şairlerinin, ya da başkalarının) hayatları üzerine kurulmuştur. (Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Emrah ile Selvi Han v.b.); bir bölüğü ise, kimliği bilinmeyen hayalsi kişi­ler üzerine kurulmuştur (Elif ile Mahmut v.b.). Bu yoldaki hikâyelerde, birbirine kavuşmak isteyen bir kızla bir erkeğin kavuşmalarını önleyen din ayrılığı (Kerem ile Aslı), sınıf ayrılığı (Emrah ile Selvi Han v.b.), servet eşitsizliği (Arzu ile Kamber v.b.) gibi toplumsal engellerle savaşmaları anlatılır.

Halk hikâyeleri, genellikle kasaba ve köylerde uzun kış gecelerinde, ramazan gecelerinde, dü­ğünlerde ve başka nedenlerle yapılan toplantılarda anlatılır. Bir hikâyenin anlatımı, konunun uzunlu­ğuna, hikâyeci-âşıkların gücüne, dinleyicilerin ilgisine göre, her bir toplantı dört beş saat olmak üzere, 3-7 gece, hatta kimi zaman daha da uzun sürer. Hikâyecinin, yere ve zamana göre, asıl konuya ekle­diği başka olay ve menkıbelere "karavelli" adı verilir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, nazım ve nesir katışığı olan bu hikâyelerde olaylar nesirle anlatılır; ancak, coşkulu yerlerde hikâyeci-âşık "telle söylemeyi dille söylemeye" yeğ sayar. Hikâyeci, ayakta dolaşarak, gerektikçe vücut ve yüz hareketleri yapa­rak, hikâye kişilerinin konuşma ve duygu özelliklerini ses taklitleriyle belirterek anlatır, çalar ve çağırır. Bu bakımdan, halk hikâyesi, şiir, musiki, hikâye ve oyun özelliklerini kendinde toplamıştır.

Halk hikâyelerinin kendine özgü bir biçimi, bir düzeni vardır. Kesin biçimini XVI. ya da XVII. yüz­yılda aldığı sanılan bu hikâyeler "Râviyân-ı ahbâr ve nâkılân-ı âsâr ve muhaddisân-ı rüzgâr şöyle riva­yet ederler ki..." yolunda bir söz kalıbıyla başlar; "döşeme" adı verilen ve nesirle söylenen bir tekerle­meden sonra asıl konuya girilir; "Ustamızın adı Hıdır, elimizden gelen budur" yolunda bir söz kalıbıyla de sona erer. Hikâyelerin içinde de birtakım söz kalıpları vardır; bunların en ünlüsü, türkülere başla­madan önce söylenen: "Aldı Kerem", "Aldı Garip", "Aldı bakalım ne dedi" yolundaki sözlerdir.

 

SON EKLENENLER

Üye Girişi