Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 


MİYASOĞLU'NUN GÜZEL ÖLÜM'DEKİ TASARRUFLARI

Mustafa Miyasoğlu, son yılların en verimli yazarları arasında yer alıyor. Şiirden deneme ve eleştiriye, oradan roman ve hikâyeye kadar değişik türlerde kendini sınıyor ve hemen her alanda eserler veriyor. Bu onun, kendi "akranı" yazarlar arasında beliren en bariz vasfıdır. Bu vasıf, yoğun bir çalışma ve yerinde bir cesarette toplanır denilse daha da uygun düşer. Kendisiyle 1970 başlarında yazı hayatına girmiş nice arkadaşı vardır ki, hâlâ emekleme dönemindedirler. Bu dost çevresi bütün dikkatleri, bütün meşgaleleri ile edebiyatın ve sanatın içindedirler. İçindedirler fakat, Miyasoğlu kadar piyasaya eserler sürememişler, ya da daha ihtiyatlı olmak gerektiği hususunda, kendilerini âdeta şartlandırmış gibiler. Esas üzerinde durulacak husus, telâkkilerdeki bu farklılıktan ziyâde; mesaîlerini belli noktalara teksif edememenin ve kendilerini dağıtmanın verdiği acı bir kayıp oluyor. (…)

                                                                * * *

Güzel Ölüm, tam bir Miyasoğlu romanıdır. Ve tabiî giderek gelişen ve kendini tamamlayan bir anlayışın son noktası! Hiç de gizlemeye gerek duymadan belirtmek gerekecektir: "Güzel Ölüm"ü okumaya başlayınca ve belli bir mesafe alıncaya kadar, derin bir sükûtu hayâle kapılmaktan kendimi alamamıştım. Ne yapıyordu Miyasoğlu Öyle? Kayseri'den gelmiş ve İstanbul'da Vakıflar idaresi'nde avukatlığa başlamış Şakir'in son derece dıştan, yani derinlikten yoksun duygularını ve can sıkıntılarını mı okuyacaktık? Miyasoğlu, dar bir kişi kadrosu ve hiç de gelişme istidadı taşımayan bir atmosfer içinde nereye ulaştırmak istiyordu bizi? Romanda hiçbir şey gelişmiyor, fakat önümüzdeki sayfalar bu durgunluğun aksine nasıl da hızla ilerleyebiliyordu?

Ne var ki, romanın Serpil'de yoğunlaşan bölümüne, dördüncü bölüme kadar devam eden can sıkıcı hava, romancının anlatımında bir değişiklik olmadığı hâlde, nasıl birden kayboluyor ve romanın havası bizi iyiden iyiye sarıyordu? Romanın, üzerinde düşündüğüm esas problemi burası oldu. Zira burada, belirgin bir tezat yatıyor olmalıydı. Tekrar edecek olursak romancı; anlatım tarzında, zamanın sıralanışında bir değişikliğe, bizi kombinezonlarla uğraştırmak gibi hiçbir oyuna başvurmuyor; buna rağmen eserin başlarında şikâyetçi olduğumuz havası dağılıyor ve bunun yerini sıcak bir iklim dolduruveriyor.

Buna sebep olarak, ilk bakışta, Serpil'le Şakir'in temiz sevgilerine bizim de bir takipçi olarak katılmamız gösterilebilir. Bu ise, romana, roman dışı bir ilginin hâkim olmaya başlaması anlamına gelir. Yani romanın aleyhinde bir sonuca ulaşmış oluruz. Sanırım burada esas olan, romancının, şikâyetçisi olduğumuz anlatım biçimine, yavaş yavaş alışmaya başlamamız ve giderek bu anlatıma bağlı itirazlarımızın havada kaldığını hissetmemizden doğan bir teslimiyettir. Şakir'le Serpil'in aşklarındaki gelişme, işin asıl değil, fer'î tarafıdır. Anlaşılan, artık kendimizi romana iyice teslim etmişizdir. Aslında her roman, daha doğrusu her iyi roman; okuyucusundan, başlangıçta böylesi bir teslimiyet ister. Bu, okuyucu ile gizli bir savaştan sonra hâsıl olur. Okuyucu ile roman, romanın anlatım tarzı arasında git-gel'lerle devam eden ve gizliden gizliye gelişen bir alışma devresidir bu. Bazıları buna "üslûba ısınma" da derler. Isınmadan ziyâde, yazarın dünyasına kendi şartlarımızı terkederek dâhil olma veya o dünya içinde yerimizi alma ameliyesi.

O zaman sorulacaktır: Güzel Ölüm'de Miyasoğlu nasıl bir yol tutuyor, ya da nasıl bir sitildir Güzel Ölüm 'de uygulanan? Bu soruları biraz açmak icab edecektir. Fakat ondan daha önce, bu yolda serdedilecek hükümleri taşıyacak izahlara girişmek gerekir.

Son romanında Miyasoğlu bize, çok basit bir konuyu anlatıyor: Şakir'le Serpil'in ince, temiz ve el uzanmamış sevgilerini. Elbette konuyu basitleştiren veya kompleks bir hâle koyan, yazarın kendisidir. Bizatihi olayın kendisi değildir büyük veya küçük olan. Romanda iki genç evlenecekler. Ancak bildiğimiz aşkların, evliliklerin dışında, bugün için "kaybolmuş bir dünya"yı taşıyorlar bize. Ne var ki, romanın sonunda Serpil ölecek ve bu evlilik gerçekleşmeyecektir. Hemen belirtelim ki romancı, bizi mutlaka gerçekleşecek bir evliliğe hazırlamıyor. Böyle bir beklentiyi, romanda, okuyucu ilgisinin merkezi hâline getirmiyor.

Bu bakımdan roman için ilk söylenebilecek husus; merakları tahrike ve alâka istismarına dayanmadığıdır. Okuyucunun, vakaların tahrikinden doğan meraklarına yaslanmak istemiyor romancı. Bildiğimiz kadarıyla romancı ve hikayeciler, okuyucunun bu zaaflarını sürekli istismar eder ve devamlı soru işaretleri ve zıtlaşmalarla eserlerini beslerler. Bunun sebebi, okuyucuyu esere daha kolay bağlamak veya kolay okunmayı sağlamaktır. Fakat daha derinlerde yatan esas sebep ise "roman ve hikâye ancak böyle yazılır, bu yollardan birini denemekten başka çıkar yol yoktur" "gibi, kendilerini, sakin bir kanaate kaptırmalarından ileri gelmektedir. Batı romanının ana geleneğinin bu olduğunu, ayrıca zikretmeye gerek var mı bilmiyorum. Ama ne olursa olsun, iktibas yoluyla, bizim yazarlarımız tarafından da aynı geleneğin sık sık kullanıldığı ortada. Kendisini bu cendereden kurtarabilen ne kadar az kişi var.

Güzel Ölüm’de dar, çok dar bir zaman dilimini işliyor yazar. Hatta, birkaç günlük bir zaman diyebilirsiniz siz buna. O zaman romancı, bu dar zamandan nasıl oluyor da, geniş bir roman çıkarabiliyor? Zira romanda hareket unsuru fazla değil, iç veya dış, bir mücadele de yok! Romanın baş kişisi Şakir, ya bir yerlere ulaşmak amacıyla, ya da can sıkıntısıyla hep yollardadır. Mekân hep İstanbul'dur. Kapalı mekânlar, odalar ne kadar azdır öyle! Bunlara karşılık Şakir'in gezerek düşünceleri geniş bir yer tutuyor romanda. Romanı besleyen diğer kaynaklar ise şunlar: Gezmeler, kısa yolculuklar, küçük yer değiştirmeler; gezme esnasında Serpil'le ilgili eski günleri hatırlamalar, Kayseri'deki avukatlık zamanları ve daha eski çocukluk dönemleri.. Yani romancı eserinde, şimdiki zamanla içiçe olmak üzere, bir "arka plân" olarak yararlanıyor. Bunlara Serpil etrafında geliştirilen tasavvurlarla, edebiyat ve basın çevrelerinin aktüalitesini ve bilhassa Kıbrıs harekâtıyla beslenen geniş bir çevrenin kanaatlerini de eklemek gerekecektir. (…)

                                                      (Geleneğin Dünyası / Yeniliğin Ufukları, 1983)

İLGİLİ İÇERİK

CUMHURİYET DÖNEMİ ŞİİRLERİ

DİVAN EDEBİYATI ŞİİRLERİ

HALK EDEBİYATI ŞİİRLERİ

MUSTAFA MİYASOĞLU ŞİİRLERİ

SON EKLENENLER

Üye Girişi