Kullanıcı Oyu: 0 / 5

Yıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değilYıldız etkin değil
 

 

İZZET MELİH

Şakaklara doğru beyazlığı artan kır saçlar. Yumuşak, dalgalı ve sıklığına, parlaklığına zamanın dokunmaya kıyamadığı bu saçların altında, genç bir alın vardır. O saçlardan sonra bu alın, size hoş bir yadırgama verir. Düzgün, tatlı tatlı gerinip yaylanan ve uçları tâ göz kenarlarına kadar uzanan gur, kara kaşlar. Güzel, zekâ ile yakamozlu, bakmasını bilen gözler. Yumuşaklığı gözle sezilen ince, beyaz ve iri bakılmış bir ten. Bu nazlı varlıklara, ansızın, derin bir vakarın gölgesini düşüren keskin çizgili burnu, size derlenip toplanmak ihtiyacını verir. Ağzının mânâsı, ancak tebessümü ile tamam olur.

Biraz tombul vücudu, karşıdan pelteleşmiş hissim verir. Fakat hareketleri serttir. Konuşurken, bakımlı elleri, zarif bir uçuşla âdeta kelebekleşir. Kibar bir duruşu, kusursuz bir giyinişi, sıcak, âhenkli bir sesi var. Üstünde çok görmüşten ziyade,tok doğmuş bir efendilik sezilir.    

İşte madde İzzet Melih’in kelimeden çerçevesi. Ben onu Resimli Kitap'ta çıkan bir resimle tanımıştım. Yazılarını daha sonra okudum. Fakat görüşmek fırsatına ancak geçen yıl Neşriyat Kongresi’nde erebildim.

Gerçi başka başka komisyonlara seçilmiştik, ayrı yerlerde çalışıyorduk. Ama öğle ve akşam yemeklerinde buluşup konuşmak kabil oluyordu.

Ben hakiki İzzet Melih’i Ankara’da tanıdım. Hakiki İzzet Melih deyişimi çok görmeyin. Çünkü onun gazetelere aksedenhüviyetiyle, gerçek benliği arasında, hayli derin boşluklara rastlarsınız.

Gazetelerin İzzet Melih’i, Zaviye-i Felâsefe’deki Pomada Rıza’yı andırır. Hele mizahçılar ondaki karakteri, fistanlara dekoltelere büründürmekle, hakikatten büsbütün uzaklaşmışlardır. Bu tasvirlerle izzet Melih arasındaki fark, bir heykel ile onun yere düşen gölgesi arasındaki fark kadar büyüktür.

Onu bir akşam, soframızın yanındaki masaya Fikret Âdil getirdi. Tanışıp görüştük. İtiraf etmeliyim ki bu görüşme, benim ona dair bütün bilgilerimi, ezber hükümlerimi sıfıra indirdi.

Bugünden sonra o, bende bambaşka bir şahsiyetle yaşamaktadır. Artık izzet Melih’i şundan bundan değil, kendimden öğreniyorum.

0, hiçbir edebî mektebe mal edilemez. Edebiyat-ı Cedide’cıler arasında adına rastlamayız. Fecr-i Âti’cilerle, bilmem ne alâkası vardır.

Yaş bakımından, bu sonuncularla birleşmesi lâzım gelirdi. Fakat o, böyle alacalı bir zevk bayrağının altına girmeye katlanmadı. Yazılarında onlardan yeni ve onlardan daha kültürlü bir hava teneffüs edilir.

Bu hava içinde sezersiniz ki İzzet Melih, edebiyatı yazmaktan ziyade yaşayan bir adamdır. Başka sanatkârların hayal merdivenlerinden çıktıkları hayat, onun gündelik ömür parçalarından sayılabilir.

Uzun seyahatlerde kara kadar enginleri de, hususi renkleri kendilerine mahsus mânâlarıyla tanıdı. Güneş altında menşurdan geçmiş kıvılcım bulutları gibi uçan balıklar, yüzen kuşlar, düşünen derinlikler ve homurdanan boşluklar onun için masal âleminin dekorları değildir. Hepsini şu hakikat dünyası içinde görmüş, gözlerin, ne paha biçilmez bir hazine olduğunu anlamıştır.

Fecr-i Âti’den değildir, demiştim. 0 mektebin en renkli naşiri Ahmet Haşim’de bile çağının çeşnisi, yabancı söz yığınları sezildiği halde, İzzet Melih, bütün bu kayıtlardan sıyrılabiliyor. Her Güzele Âşık adıyla ortaya attığı son eseri bu bakımdan gerçekten değerlidir.

Bu kitapta öyle parçalara rastlarsınız ki üstünde dünün gölgesini değil, yarının müjdesini sezersiniz. Dil o kadar temiz; görüş o kadar yeni; anlatış o derece kıvrak ve canlıdır.

İzzet Melih, başkalarının şöyle bir bakıp geçtikleri noktalarda sanat ve zekâsının burgularıyla zengin ruh artezyenleri fışkırtıyor.

Meselâ el bizim edebiyatımıza, kâh pençe gibi, kâh güvercin kanadı gibi girer. Zulmün, kuvvetin, şefkatin timsali olarak da kullanıldığı görülmüştür.

İzzet Melih, ellere bütün bir ruh âleminin bin kapısını açtırıyor. Çocuk başına bir aziz şefkati gibi konan el, sevgiliye dokunmak için titreye titreye uzanan el, ihtirasına yol ararken, mesamatı kıvılcımlanan el, para toplayan el... Bir bir gözlerinizin önünden geçiyor. Bunda ruh yeni, zevk başka, görüş ve duyuş ayrıdır. Ondan önce bunu bizde hiç kimse yapmadı.

Dahası var: İzzet Melih, hiçbir zaman kendisinde fikir ve duygu olgunlaşmadan yazmak zorunda kalmamıştır. Çoğumuz gebe kalmadan, doğum sancıları çekmeden yazarız. Çoğumuzun eserleri öz evlât değil, evlâtlıklardır. Bunu kimimiz ihtiyaç, kimimiz bilmem neye veririz. Doğrusunu isterseniz, bu mazeretlerin en kocamanı bile, bir incir çekirdeğini doldurmaz.

İzzet Melih’i, bu bakımdan da sevmek ve alkışlamak haklı olur.

O, ancak içinde uzun zaman taşıdığı hisleri söylemek için eline kalem alıyor. Unutmayalım ki duygular çağlayanlara benzerler. Eskidikçe yataklarını derinleştirirler. Gönülde henüz renk ve şekil bağlamadan hayal meyal beliren her his, dil sedefinde bir inci olmaz. Ruh, pota gibi beyaz ateş haline gelmeden özü eritemez. Sabır lâzım, tahammül lâzım. Sanatta ona tahammül lâzım.

Fakat ne yazık ki edebiyat âlemini, karanfil tüfekleri gibi, hep ağızdan dolmalar kaplamış. Bir değerin üstüne eğilip kalmaktan, eserleri üstünde yorulmaktan ziyade kulaktan kapma bilgileri, hükümleri tekrarlıyorlar.

Edebiyat tarihimizi ve şahsiyetlerimizi yeni baştan eleyip dokusak hiç fena olmayacak.

 

HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER

SON EKLENENLER

Üye Girişi