HÜSEYİN SUAT
Edebiyatımıza, “Onuncu Daire-i Belediye Tabibi Hüseyin Suat” şeklinde bir kartvizitle girmişti. İlk eserlerini böyle imzalardı.
Ben Hüseyin Suat’la tanışmadım. Onu ilk gördüğüm gün, Cahit’in ağabeysi olduğunu bildiğim için epey şaşalamıştım. Aralarında o kadar büyük bir gövde ve madde ayrılığı vardı. Cahit siyah saçlı, kara gözlü; Hüseyin Suat kumral ve mavi gözlüdür.
Kardeşler arasındaki bu dış ayrılığının, ruh cephesinde daha kalın, daha kabarık çizgilerle belirdiğini sanıyorum. Cahit, girdiği kalabalığın içinde erimeyen, kalabalığı kendine kaide yapan bir heykeldir. Böyle bir yerde Hüseyin Suat ı seçmek güç oluyor.
311’de Malûmat'a yazdığı şiirler renksiz, vaitsiz şeylerdi.
Biraz Tanzimat’ın, biraz Muallim Naci üslûbunun ona hâkim
olduğunu görürüz:
Setretti sürur-ı hakidânı
Yarab bu ne feyz-i âsumânî
Bir feyz ki her dakika insan His etmede neşve-i cenanı
Uçmakta fezâ-yı ruh içinde
Enuârın en itilâ feşânı.
Hüseyin Suat’ı, yeniliğe, samimiliğe felâket götürdü. Fenni, teşhisi, ilâcı çiğneyen bir hastalık, karısını alınca duygulu şiirler yazdı. Onun da yüreği Hâmid gibi ecel burgusuyla delinerek kanamıştı. Kitabının kabına Lâne-i Melaladını yazdıran da bu iç ağrısıdır.
Harabezâr-ı siyahında ömrümün nâlân
Kırık, dökük kalan enkâz-ı târumârından;
Sımah-ı ruhuma bir ses, şikeste hâliyle
Terâneler getirir hande-i melâliyle
Eserde, bu elem yuvasının başka başka manzaralarına rastlarız. Şair kâh öksüz çocuğuyla baş başadır:
“Beybaba!” ağlama melek çocuğum,
Beni ağlatma sen de yavrucuğum;
“Bu öksüz hayatı sevmiyorum”
Diyeceksin, değil mi? Sus yavrum!
Burada, duygulu bir kalbin söylenmemiş acıları sezen halini hissediyoruz.
Kâh, kendi öksüzlüğünü duymaktadır:
Elimde iğne ve iplik, önümde bir düğme
Diker diker dalarım ah hayât-ı hazîn...
Bu bekârlık manzarası, büyük bir fırça sanatkârının menşurundan süzülseydi, güzel, düşündürücü bir tablo olurdu. Fakat Hüseyin Suat, bu derin mânâyı kuru ve renksiz kelimelere sığdırmaya çalıştığı için levha karşımızda canlanamıyor.
Onda zaten heyecan, enginlerin köpürüşü gibi heybetli değildir. Duygu, mısradan mısraa ölçülü bir akışla sızar. Bu akışta çağıltılar duyulmaz. Şairin ruhunda, his sularını köpürten kayalıklar, çağlayanlaştıran yarlar yoktur.
Yalnız bir kere onun da coştuğunu gördük. Kahpe bir siyaset, iğrenç bir gafletle biz, Girit’i kaybetmiştik. Hüseyin Suat, millî ıstıraba gerçekten güzel bir şiirle tercüman oldu. Bu manzumede kıvranan beyitler, kılıç gibi çakan mısralar var.
Girid’in çok yaşamış yırtıcı bir kartalına
Sorunuz, kaç kişinin beynini bel’ etmiştir;
Nice biçâre çocuklar, nice biçâre ana
Parça parça kuşa, kurda yem olup gitmiştir.
Girid’in derdi büyüktür onu hiç açmayalım
Fakat Allah için olsun bu sefer kaçmayalım
Bu sefer kaçmayalım, çıksa da dünya karşı
Kalmasın jenk-i atâletle kılıçlar kında;
Üç yüz altmış sene var ki hezimet marşı
Çalınır ufk-ı siyasîmizin etrafında
Elli bin kabr-i şehidin üzerinden uzanıp
Dehrin almıştı yaman elleri bizden Girid’i.
Bu sefer kaçmayalım, kaçmayalım, kaçmayalım
Ruh-u ecdâdımıza dâğ-ı hicâb açmayalım.
parçaları, zaman zaman ziyaret ettiğim bir hafıza süsüdür.
Hüseyin Suat’ın Zehirli Çiçeklerinde de bu kuvvetin başka bir sahada tecellisini görürüz.
Meşrutiyetken sonra şairin iki ayrı varlığı daha ortaya çıktı. Kirli Çamaşırlar diye bir piyes yazdı. Tercümeler, adaptasyonlar yaptı. Darülbedayi’nin yıllarca edebî heyetinde bulundu. Yeni başlayan temaşa hayatımızın tarihi içinde hayli tesirli roller oynadı.
Reşat Nuri Güntekin’le aralarında geçen münakaşa, bu rollerin nevi ve mahiyeti hakkında bazı fikirler verebilir.
Tiyatroculuktan sonra, Hüseyin Suat mizahçılığı da tecrübe etti. Gâve-i Zalim müstearıyla mizahî manzumeler yazdı. Fakat bunlarda ne bir Halil Nihat çeşnisi ne de bir Fâzıl Ahmet olgunluğu belirir. Şaka, nasıl herkese mahsus bir şeyse, bu mizahî manzumeleri de o türlü bir şey sayabiliriz. Onlarda ne bir Zafernâme keskinliği ne de Eşrefin hicivlerindeki hardallıısırganlık vardır. Dedim ya sadece herkesin yapabileceği şakalara benzerler.
Bu üç parçalı Hüseyin Suat, üç cephesiyle de nihayet edebiyatımızın şöyle böylelerindendir.
HAKKI SÜHA GEZGİN, EDEBİ PORTRELER
- << Önceki
- Sonraki